Didim aşığı bir yazar Hayri Kandemir
Didim aşığı yazar Hayri Kandemir, romanlarında da onu anlatır. Herkesin yürürken gördüğü halkla iç içe bir yerde yazarları okurlarla buluşturan Altınkum Yazarlar Festivali’nin mimarıdır

Röportaj: Neslihan Perşembe Kulakoğlu
Yolunuz Didim’e düşerse Apollon Tapınağı, özellikle günbatımına doğru sizi kendine çeker. Bu antik ibadet yerinde kehanetler havada uçuşurken kitapların dünyasında gezinmek isteyebilirsiniz. Ne de olsa tarihin ipuçlarını veren her yer, okuma isteği uyandırır. Bu akşam saatlerinde bir şeyler yemek, içmek ya da sadece yürümek için Didim Altınkum Sahili’ne gittiğinizde, günümüzde birçok sahil beldesinde rastlanmayan oranda canlı müzik olarak türkülerin çalındığı mekanların önünden geçersiniz. Bazı yerlerde de turistler için çalınan 80’li 90’lı yılların yabancı pop şarkıları yürüyüşünüze eşlik eder. Gençler rock müzik çalınan yerleri doldurmuştur. Her şeyden öte Didim Altınkum geceleri sokak müzisyenleriyle sizi büyüler. Ve tüm bu kalabalık arasında halkla adeta el ele duran kitaplar dikkatinizi çeker. Deniz kokan bu uzun stantta oturan uzun beyaz saçlı bir adam kitaplara yaklaşan herkesle ilgilenir, konuşur, önerilerde bulunur. Bu kişi Hayri Kandemir’dir. Uzun yıllardır Didim Belediyesi’nin öncülüğünde gerçekleştirilen Altınkum Yazarlar Festivali’nin mimarı, yazar Hayri Kandemir. Hayri Kandemir, İzmir’de Ezgi Kitabevi’nden bu güzel sahil beldesi Didim’i, kitap serüvenini, ve Altınkum Yazarlar Festivali’nin doğuşunu Mona Kitap tarafından yayınlanan ‘Didim’in Misafirleri’ adlı anı kitabında anlatır.
Ozan Yayıncılık tarafından yayınlanan ‘İlk Aşk Son Umut’ adlı romanındaysa aşk ekseninde Kurtuluş Savaşı’ndan günümüze bir Türkiye panoraması çizer. Gerçek karakterlerden yola çıkılarak yazılmış bu kitabı da yaşamında tanık olduğu ve yaşadığı ülkenin tanıklıklarıyla iç içe geçen bir kurgudur. Ve Mona Kitap tarafından yayınlanan ‘Efsaneler Ölmez’… Kitabın kapağında “İnsanları öldürebilirsiniz ama düşüncelerini asla…” cümlesi yer almaktadır. 78’li olan Hayri Kandemir, kitabında Şili ve Türkiye ekseninde 68 kuşağından yola çıkıyor. Santiago’dan Didim’e uzanan romanında aşk yine etkisini gösteriyor. Belirttiğim gibi anlatılan sadece kadın ve erkek arasında aşk değildir. Mona Kitap tarafından yayınlanacak yeni kitabı ‘Yıllar Sonra’ yine Didim ekseninde ilerliyor ancak bu eksene mübadele biçim veriyor. Altınkum Yazarlar Festivali mimarı, yazar Hayri Kandemir ile Aksi Sanat okurları için yaptığım röportaj ile sizleri baş başa bırakıyorum.

Hayri Kandemir uzun yıllardır Didim ile anılıyor ama açtığı Ezgi Kitabevi dolayısıyla bir yanı İzmirli. İzmirli olmaktan öncesi Kırıkkale doğumlu. Hayatınızı bu üç yer ekseninde kısaca nasıl anlatırsınız?
Kırıkkale Ankara, gençlik yıllarının en zor olduğu yer. Düşünsel açıdan çiçekler açar mı? Çok az açar. Açtı mı da hiç solmuyor. O dönemdeki düşünsel arkadaşlarım, olduğu gibi hâlâ dimdik duruyor ve eğilmiyorlar. Az da olsalar mücadeleye devam ediyorlar. Umutsuzluğa da kapılmıyorlar. Kırıkkale öyle bir yer.
İzmir’e ilk geldiğimde Konak’ta Maksim Gazinosu vardı. Orada bir okulun gecesine ailecek gittik. Dans edildi. Bir dansöz çıktı. “Kadın meta olarak kullanılmaz” diyerek tepki gösterdim. Yanımdaki arkadaşlar, “Boşver, bak keyfine” dedi. Sonra yumaşadım ve şöyle dedim: “Bu bir Ankara düğününde olacak, parçalarlar, kurşun yağar.” Bizim oranın solcusu, buranın sosyal demokratı bile değil, diye düşündüm. İzmir’e bakış açım oydu. İzmir’in geniş yelpazesi düşünsel, sosyal yaşam şeklinde gerçekten yıllar önce beni o şekilde kabul etti. İlk zamanlar biraz havası, suyu falan derler ama hiç de öyle değil. Öyle bir içine çekiyor ki, bir daha bırakmıyor. O gün bugündür bu bölgede kaldım.

Didim’e ilk kez, oturduğum yazlığı görmek için gelmiştim. Sonra da Datça’da Can Baba’nın (Yücel) yanına gitmiştim. Can Baba orada bir sergi ayarlamak istiyordu. Can Baba’ya, “Burası çok uzak, virajlı bir yolu var” dedim. Dönüşte yeniden Didim’e geldim. Sahili beni büyüledi. Didim aşığıyım.
Kaç yılıydı?
Yaklaşık 35 yıl önce.
Otuz beş yıl önce her şey bakir, daha güzeldi sanırım.
Girişteki emekli sandığı vakıf binası duruyordu. Giriş biraz daha yüksekti. Yapılaşmadan dolayı bir yandan üzülüyorsun, bir yandan da turizme açılacağı için bunların olmasını doğal karşılıyorsun.
Şili ve Türkiye’de geçen ‘Efsaneler Ölmez’in çıkış noktası, Ricardo ile Valentina’dan dolayı 68 kuşağı. 78’li olarak 68 kuşağının ölümsüzlüğünü romanınız kapsamında genç okurlarımıza anlatır mısınız?
Bizim gençliğimizde Şili’deki Allende dönemi maalesef faşist bir cunta tarafından yıkılmıştı. Şili’yi iyi takip ediyor, Şili devrimcilerini, neler yaptıklarını, hangi işkencelerden geçtiklerini biliyorduk. Türkiye de çok benziyordu, bu beni çok etkiliyordu. Yıllar sonra kafamın içinde hep vardı; yazmalıyım ama nasıl başlayacağım? Başlayınca devam etti. Aslında kitabın başlangıcı farklıydı ama sonradan suyun akışını durduramıyorsunuz. Kitabın akışı da o şekilde gelişti. Gerçek kişilerden yola çıkarak karakterleri oluşturdum. Atilla Sarp, Nihat Behram’dan gerekli bilgileri alarak, Türkiye konseptinde yıllarca okuduğumuz, bildiğimiz 68 devrimcilerini Şili devrimcileri ile buluşturarak yazdım.

Ricardo ile Valentina, Türkiye gezisindeki kazada ölünce hayatta kalan küçük oğulları Sebastian sonraki ismiyle Deniz, bir ailenin kimseye haber vermeden kendisini götürmesiyle yeni bir yaşama adım atıyor. Deniz’in hayatına gerçek kişiliğinizle siz de dahil oluyorsunuz. Romanın büyüsünü bozmadan Deniz’i biraz okurlarımıza tanıtalım.
İşte Şili’deki o tutku, o dönemdeki gençlikteki hayalimizdi. Allende’nin iktidar oluşu, sosyalistlerin Latin Amerika’da yavaş yavaş gelişmesi, hayallerimizdi. Ütopyalarımız vardı. Kitap gelişirken, yazarken, kurgu o yöne aktığı için engelleyemedim, Deniz çıktı. Deniz isminin zaten benim için çok önemli bir yeri var. Deniz’in benimle tanışmasını, benimle büyümesini istedim. Gerçekten de kitapta benimle büyüdü gelişti. İyi bir dostum, arkadaşım oldu. İnanılmaz bir duygu, mutluluk…
Gerçek kişiliğinizle romanınız ‘Efsaneler Ölmez’in bir karakterisiniz. Gerçekle kurgu iç içe gibi ancak okur olarak merak etmeden yapamıyoruz karakterlerin büyük çoğunluğu acaba kurgu mu diye?
Karakterlerin yüzde 95’i gerçek. Deniz de aslında gerçek ama birkaç rolde. Kimlerin karakterine büründüğünü ben biliyorum. Ricardo ve Valentina kurgudur. Ancak benzer olaylar olmuş. Oteller, Ankara’daki karşılama, Fidel Castro’nun konuşması gerçek. Denizlerin bölümü gerçek. O bölüme Nihat Behram’dan izin alarak yer verdim. Yazmış bu insanlar, kolay kolay bu izni vermezler. Aynı yayınevindeydim, samimiydim. Hâlâ izin belgesi bendedir. Ama bir Victor Jara, Şili’deki işkenceler hepsi tarihteki yerini aldı.
Romanınızın Şili’de okunması ile ilgili bir girişiminiz oldu mu?
Bu romanı yazarken Şili’ye gönderip hediye etmek istedim. O dönemde kazanan şu andaki devlet başkanı var. Kafamda hâlâ var. Amerika’da yaşayan bir arkadaşım kitabı İngilizce’ye çevirelim dedi ama sonuç alamadım. Şu anda beklemede, bu sene tekrar konuşacağım. Kitabı Şili devlet başkanına göndermek istiyorum.
‘Altınkum Yazarlar Festivali’nin diğer festivallerden önemli bir farkı var. Festival Didim merkezde yapılıyor. Ağustos ayında festivalin yapıldığı yerde yerli yabancı çok sayıda insan yürüyor. İnsanların kitaplara ilgisinde yazarların medyatik olmasının etkisi ağırlık kazanıyor mu?
Şimdi şöyle; ilkokul dördüncü sınıfdayken sanırım, okullarda slayt gösterileri yapılırdı. Neler yapılırdı? Hacivat ve Karagöz, Kurtuluş Savaşı’ndan bazı bölümler… O görselleri hiç unutmuyoruz. Gözümüzün önünden gitmiyor, etkilenmişiz. Onu düşünerek Dikili’deki yapılan festivallere gittiğimde Aziz Nesin’i gördüm, Uğur Mumcu’yu gördüm, etkilendim. Muzaffer İzgü ile de İzmir’de samimiydim. İlk davet ettiğim yazardır. Didim’e geldiğinde “Burada bir potansiyel var. Sen davet et, her yıl gelirim” dedi. 26 yıl sürekli geldi. Ölmeden iki ay önce de gelmişti. Yıllardır başlattığımız yolda gidiyoruz. O yolu bırakmadık, çünkü istikrarlılık önemliydi. Yazarlar festivali dediğimde bir yazar, “Yazarların festivali olur mu?” dedi. Ne demek, dedim. Karpuzun, armudun, elmanın festivali var, yazarların niye festivali olmasın? O yazar ağabeyim sonra, “Kutluyorum seni, başardın” dedi. Düşünün; okuyucu hayal ettiği bir yazarla karşı karşıya geliyor. Elini uzatıyor. “Merhaba” diyor. Kitabını imzalatıyor. Tüm bunlar da halka açık bir yerde. Örneğin Ediz Hun geldi. İnsanlar çok ilgi gösterdi. Okumayan insanlar bile kitaplarla iç içeydi.
Yaklaşık beş yıldır görme yitiniz azaldı ancak kitaplara olan ilginiz eksilmedi. Eşiniz ve oğlunuz başta olmak üzere katkı koyan diğer kişilerle de ‘Altınkum Yazarlar Festivali’nin koordinatörüsünüz. Festivalde ve festival dışında da her gece etkinlik yerindesiniz. Gelen konuk yazarları ağırlıyorsunuz. Bu açıdan sizi kutluyorum. Görme kaybının yazma sürecine etkisi nasıl oldu?
Görsem tabi ki kimseye ihtiyaç duymadan yazarım. Ama görme kaybı yaşasam da bende bir hayal gücü var. Kurgu daha da yükseliyor. Önceden de vardı. Şimdi teknoloji ilerledi. Whatssup üzerinden Adana’daki bir arkadaşınla da konuşarak kitabını günlerce yazdırabilirsin. Çocukluk arkadaşım Aynur Zeyrek, şu süreçte yeni kitabımı yazarken yardımcı oldu. Çok zorlanmıyorum. Ama tabi ki kendim yazsam, anında düzeltmelerimi yaparım. Biraz zaman kaybı oluyor ama yapıyorum.
‘İlk Aşk, Son Umut’ adlı kitabınızı henüz okumadım. Benim gibi okumayanlar için kitabı biraz tanıtır mısınız?
Didim’in Misafileri kitabım anı kitabıydı. Yazma hikayesi zaten böyle başladı. Lise yıllarından çok değer verdiğim bir arkadaşım vardı, Erzurum’da okuyordu. Lise yıllarında evlenmişti. Dertleşirdi benimle. O kitabımın da çıkış noktası bu arkadaşım; Yılmaz. İlk atandığı yere giderken kazada öldü. O, hep içimde kaldı. Kitabın akışı onun düğününden başladı. Bazen kurguladığınız gibi gitmiyor. Ankara’dan İzmir’e yıllarca gelip giderken Polatlı’da topçu okulunu görürdüm. Orada aklıma gelirdi; Kurtuluş Savaşı… Biz yedi, sekiz saat bir yolculuğa zor dayanıyoruz, o insanlar aç, susuz yıllarca nasıl başarmış? Diye. Aklıma bunlar geldi. İzmir’de otobüsün içindeyken kitap bir başladı… Bu kitaptaki bazı karakterler de gerçek. Yazarken karakterleri gerçek kişilerden yola çıkarak oluşturuyorum.
Yeni yayınlanacak kitabınız yine Didim ekseninde ilerliyor ancak bu eksene mübadele biçim veriyor. Okurlara yeni kitabınız hakkında birkaç ipucu verir misiniz?
Her şehirde, sahil yerlerinde oraya aşık olanlar insanlar var. Ben de Didim’e aşığım. Buraya yıllarımı da verdim. Denizini seviyorum, kumunu seviyorum, insanını seviyorum, güneşini seviyorum. Didim’de rahat nefes alıyorum. Başlangıçta başka bir kurguydu ama Didim ile ilgili araştırmalarım sonucunda bazı şeylere kendim de inanamadım. “Bu kadar yaşadığım halde, etkinlikler yaptığım halde neler bilmiyormuşum…” dedim kendime. Yeni romanımda Didim’e ilk yerleşenlerden, giden Rumlardan bahsettim. Şu anda kullandığımız caminin kilise, kültür evinin papazın evi olduğunu, o taşları kimlerin getirip koyduğunu, her kapının önünde hâlâ onlardan kalan kuyuları anlatıyorum. Kitabımın baş karakteri burada Yoran Köyü’nde doğan bir kız çocuğu Güneş. Güneş de 68 kuşağından. Yoran Köyü’ndeki sosyal yaşamı, tarlaları biraz Güneş’ten öğreniyoruz. Didim’in turizme açılması, gelişimi, festivallarin oluşumuna yer verdim. Güneş, öğretmen okulunu kazanınca buradan gidiyor. Ben de karakter olarak bu romanda da varım.
Ülkemizde çok sayıda insanımızın yaşamını yitirdiği bir deprem yaşandı. Depremden kurtulan kişilerin her şeye yeniden başlamaları gerekiyor. Bu yeni ve zor başlangıçta kitapların yeri sizce nasıl olmalıdır?
Yaşayanlar için özellikle gerçekten büyük bir acı. Bir gecede her şeylerini kaybettiler. Yeniden ayakta durabilenler var, duramayanlar var. Anne babayı kaybetmiş çocuklar, çocuklarını kaybetmiş anne babalar… Özel okulda okuyan bir çocuk bir anda yoksulluğa düştü. Hayat sıfırladı. Nasıl adapte olurlar? Bilemiyorum. Tabi ki ilkönce insanların sağlıklı koşullarda barınma, yeme içme gibi temel ihtiyaçları karşılanıyor. Ama okunan her kitap, yaraları iyileştirmede tabi ki katkı koyar ki bu anlamda da deprem bölgesinde özveriyle çalışmalar yürüten gönüllüler var.

Elbistan’dan bir kız, geçen sene benim kitabımı almıştı. Aradı, “Üniversite öğrencilerinin ihtiyacı var, kitap gönderebilir misiniz?” diye sordu. Arkadaşları aradım, birkaç koli kitap hediye ettik. Okumaları gerekiyor ama toplum maalesef az okuyor. Teknolojinin hızlı ilerleyişi ve bu sosyal yaşamda gittikçe daha az okuyorlar.
1 Yorum
Thanks in favor of sharing such a fastidious opinion, piece of writing is
good, thats why i have read it entirely