Tanpınar yaşasaydı “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” yerine “Ruhları Ayarlama Enstitüsü” nü yazardı diye düşünüyorum. İnsanların zamanlarını doğru kullanmalarının yanında ruhlarının da bir ayara ihtiyacı var bence. İçinde yaşadığım toplumda şahit olduklarım, sanal dünyanın yansımaları, öğrencilerde gördüğüm davranışlar , politikacılar, nepotik ilişkiler… Sanırım davranış eğitimi ya da onun gibi bir kavramla çözülecek bir durum değil bu. Olay tamamen ruh eğitimiyle ilgili. İnsana canlılık veren o öz ya da duygunun ayarsızlığı söz konusu. Ne diyordu Halit Ayarcı: “Menfaatler istikametini değiştirirse mantık da değişir.” Çıkarlara göre şekil alan mantıklar çağındayız. Ruhlarımız yaralı.
Geçenlerde ansızın bir cümle çıktı ağzımdan: Politize olmuş şeyleri sevmiyorum, hüzün hariç değil. Yine seçim öncesi yine zehir zemberek her yan. Elbette ideolojiler insanlar içindir ve beslenmelidir. Yasa koyucuların, otorite sahiplerinin bu anlamda çok hassas davranması gerekir zira etnik, dinsel ve siyasi farklılıklara saygı gösteren bireyler ancak ve ancak topyekun bir eğitimle mümkündür. Böyle olunca da seçim ülkenin tek gündemi olmaz. Dinlenen şarkıdan tutun da okunan kitaba kadar politize olmaz insanlar. Kuaförde, okullarda, kahvehanelerde, sosyal platformlarda konuşulan tek şey siyaset olunca ister istemez bunaldığımı hissettim. Biliyorum bu kısımları okurken suya sabuna dokunmayıp köşesiz yazdığımı düşünenler olacak. Bu seçim başka, nasıl olur da bu farkı görmediğimi düşünenler de olacak. Ama işin gerçeği bu değil. Elbette benim de siyasi bir duruşum var. Öncelediğim fikirlerim, eleştirilerim, özlemini duyduğum bir toplum ve eğitim isteğim var. Benim söylemek istediğim bambaşka bir şey. Adeta siyasetin damarlara zerk edildiği ve altın vuruşun kime denk geleceğini kestiremediğim bir yaşam alanından hoşlanmıyorum sadece.
Belki de bireysiz toplum olma merakımızdan kaynaklanıyordur farklılıkları kabullenemeyişimiz. Bireyselliği teşvik eden bir ortam önce kişinin kendisini tanımasını sonra da karşısındakini anlamasını sağlayacaktır. Kendi sesini bulan her birey, başka sesleri duymaktan da rahatsız olmayacaktır. Kültürlerarası kavşaklarda olmak, ön yargısız bir noktadan bakmak ve vasattan uzak durmak iyi gelebilir ruhlarımıza. Belki de kendimizi iyi tanımamızı sağlayacak olan; okumak, yazmak, çizmektir. Daha doğrusu emek ve sanattır. Stephen Greenblatt tarafından yazılan “Shakespeare Olmak” adlı kitabın temel görüşü şöyledir : “Shakespeare bunca yükselebildi ve özgün bir ses yakalayabildiyse bunu aynı zamanda o dönemki Londra’da bireyselleşmeyi teşvik eden bir ortam bulabilmesine borçlu. Eğer sürekli farklılıkları bastıran, homojen yapılar kuran taşrada kalsaydı muhtemelen kendini geliştiremeyecek, solacaktı.”
Ruhunuza iyi gelecek her neyse hayatınıza dokunmasına izin verin. Törpülenmesi gereken yanlarımızı törpüleyerek kısır tartışmalardan uzaklaşabiliriz. Bir insanın nasıl bir ideolojide olduğunu o ideolojinin kendisi belirlemez. O insanın kişiliği belirler. Benim derdim aslında tam da bu. Amacım ruhunuza ayar vermek değil belki biraz fısıldamak.