“Kurmaca bir metin okurken gerçeklik ilkesini askıya alırız. Yani okuduğumuzun kurmaca olduğunu bilmemize rağmen bu bilgiyi görmezden gelerek romanın, öykünün, tiyatro oyununun, filmin gerçekliğine bir süreliğine inanırız. Karşılığında da başkalarının deneyimlerini içeriden görürüz.”

İSMET YAZICI: Mevlâna “Bu dünyada yaşamıyorsunuz, bu dünyadan geçiyorsunuz.” der; tabi bu faniliği idrak edip kabullenmek, salt akılla kabul edebilmek çok zor ve dolayısıyla ‘insan’ aklın bağlarında, doğum ve ölüm arası var saydığı çizgide sıkışıp kalmış gibi… Sanat, senin özelinden bakarsak da edebiyat, insanı salt akılın sarhoşluğundan kurtarıp, hiçbir kalıba sığamayan ruhun rehberliğini de devreye sokup düşler, sorgular alanı açıyor. Teşbihte hata olmaz, bir makinanın çarkına takılı kalmış gibi yol alan insanı, iç sesiyle buluşturup özgürleşebilme ihtimalinin kapısını açıyor…
MURAT GÜLSOY: Ölümlü bir varlık olduğumuz ve bir gün dünya üzerindeki varoluşumuzun son bulacağı bilgisinin baskısı altında yaşıyoruz. İnsan zihni her şeyi hayal edebilir, bir tek şey hariç: kendi yok oluşu. Zihnimiz sürekli var olacağımız yanılsamasını besler. Çoğu zaman çocuksu bir saflıkla sonsuza dek var olacak bir ruhun hikayesini kurar, hele bu ortaklaşılan bir hayalse bir süre sonra gerçekle yer değiştirir. Edebiyatla uğraşmak beni bu tür yanılsamalara düşmekten koruyor. Mitolojileri, dinler tarihini, siyaseti, insana dair her şeyi edebiyatla güçlenmiş bir zihinle okuduğunuz zaman orada insanın en yalın hallerini görebiliyorsunuz. Dünya üzerinde zayıf, korkmuş ve var olma arzusuyla yanan bir canlı…
İSMET YAZICI: Cennetten kovuluş, Dünya’ya düşüş, bilme ve çoğalıp bildiğini aktarma deneyimini tatmak uğrunaydı belki de sonsuz yaşamdan Adam ve Kadın, bilme aşkına vazgeçmişti… Dolayısıyla bunu bir ‘sürgün’ anlatısı olarak değil de bilme ile ödüllendirilen insanın, farklı bir tecrübe alanı için Dünya’ya geliş hikâyesi olarak yorumlamayı tercih edenlerdenim. Yazma, bir anlamda dünyada yerleşmenin de kabulü gibi…
MURAT GÜLSOY: Cennet kimi zaman kaybolup gitmiş mutlu geçmiştir, kimi zaman korunaklı çocukluk, kimi zaman da gelecekte kavuşulacak ütopya. Cennetten kovulma hikâyesi bu dünyadaki fenalıkları açıklayabilmek için zorunlu bir başlangıç noktasıdır bence. Tek tanrılı anlatıların en büyük sorunu mutlak irade sahibi bir gücün nasıl olup da kötülüğe izin verdiğini (ya da bizatihi faili olduğunu) açıklayamamasıdır. Eğer insanın cüzi bir iradesi varsa yani mutlak iradenin dışında bir hareket alanı varsa olup biten kötülüklerden sorumlu olabilir. Yok eğer her şey mutlak iradenin tasarrufundaysa insanın iradesinin bir anlamı kalmaz. Bu tabii çok karmaşık bir konu. Örneğin bir roman karakteri davranışlarından sorumlu tutulabilir mi? Suç ve Ceza’nın karakteri Raskolnikov yaşadığı sayfanın içinden başını kaldırıp bize şunu söyleyebilir mi: “O kadınları öldürmeyi ben istemedim, katil olmayı ben seçmedim, hepsini bana Dostoyevski yaptırdı.” Böyle bir durum olamaz, çünkü o bir roman karakteridir, kendi dünyasının dışına çıkamaz. İnsan varoluşunu anlamlandırmak için hem içinde yaşadığı düzlemin dışında bir düzlem olsun, yani bu yaşadıklarının bir yaratıcısı olsun istiyor hem de kendi iradesinin sahibi olarak kalmak istiyor. Ne yazık ki iki durum bir arada gerçekleşemiyor. En azından sahip olduğumuz zihinsel melekelerle bu duruma bir anlam veremiyoruz. İşte varoluşunu bilmeye başlamak böyle bir şey: karşılığında cenneti kaybediyorsunuz.
İSMET YAZICI: Kutsal kaynaklarda yaratımın “sözle” başladığına vurgu yapılır. Sözün tesiri çok güçlü… İnsan bunu biliyor. Sözün tesirini, onun suretiyle, işaretlerle, yazıyla kayıt altına almak istiyor. Kalemin kağıda yazdığı, bir anlamda insan zihninin bu semboller aracılığıyla görünür hale gelmesi gibi. Kaydetme, Dünyalı’nın en büyük tutkularından biri. Dünyaya düşen cennetin çocukları için, bilgileri kalıcılaştırmanın, hafızasındakileri aktarmanın önemli bir yolu oldu hep yazı… ‘Hafıza’sında olanı, ‘muhafaza’ ettiğini, belki de ‘muhafaza’ edip getirdiğini aktarma tutkusu vazgeçilmez insan için.

MURAT GÜLSOY: Yazı insanın en eski dışsal belleği bir anlamda. Oraya deneyimlerimizi kaydedebiliyoruz, başkalarına iletebiliyoruz. Üstelik bu başkaları bizimle aynı zamanda yaşamak zorunda da değiller. Bu da muazzam bir gelişmeyi beraberinde getiriyor. Eskiden taşa, kile, kağıda bırakabiliyorduk izlerimizi; şimdi sayısal bulutlara depoluyoruz. O yüzden de gelişme çok hızlandı. Tabii bu hızlı gelişmenin karşılığında o kadar çok enerji harcıyoruz ki dünyanın varlığı tehlikeye giriyor. Bilgi ile var oluşumuz arasındaki gerilim sürüyor.
İSMET YAZICI: Yazan-metin-okuyan, düşler alanında bir temasta buluşuyor. O alana salt aklın, bize öğretilmişlerin rehberliğinde giriyorsak, yollar çok da fazla açılamıyor. Bir anlamda teslimiyet vadisi orası. O teslimiyet vadisine ulaşabilen yazan, oraya ulaşabilecek okurunu bekliyor. Biraz tekinsiz bir yer, ama insana kendini, varoluşunu, hayatını sorgulayabilme ihtimalini sunuyor. Bu nedenle aslında ciddi bir çaba…
MURAT GÜLSOY: Kurmaca bir metin okurken gerçeklik ilkesini askıya alırız. Yani okuduğumuzun kurmaca olduğunu bilmemize rağmen bu bilgiyi görmezden gelerek romanın, öykünün, tiyatro oyununun, filmin gerçekliğine bir süreliğine inanırız. Karşılığında da başkalarının deneyimlerini içeriden görürüz. Bu da ilginç durumlara yol açar. Bazen bir karakter kötü bir olay yaşadığında ağlayabiliriz ya da bir karaktere aşka yakın bir tutkuyla bağlanabiliriz. Gerçekte olmayan varlıklardır bunlar ama yine de bir gerçeklikleri vardır. Tam anlamıyla hayal de sayılmazlar. Çünkü onların deneyimleri, duyguları, düşünceleri bazen bizi gerçek insanlardan çok daha fazla etkileyebilir. Goethe’nin yarattığı Genç Werther’in Acıları o kadar etkiler ki okurlarını bazıları onun gibi intihar etmeyi seçer. Bu sanatın büyülü gücüdür. Bizi etkisi altına alır. Hatta yazarlarını bile etkiler. “Mai ve Siyah”ın bir baskısının arka kapağında “yazarını da ağlatan roman” diye bir ibare olduğunu hatırlıyorum. Çocuk aklımla bunun nasıl olabileceğini düşünmüştüm. Romanı okuyunca hak verdim sanırım. Ahmet Cemil’in hali çok etkileyiciydi. Gençlik yıllarımda özel ders vermek için İstanbul’un çeşitli semtleri arasında mekik dokurken hep Ahmet Cemil gelirdi aklıma, gerçek biriyle değil bir roman karakteriyle kader birliğim olduğunu düşünürdüm.
İSMET YAZICI: Her edebi metin, aslında muhatabınadır; bu ‘muhatap’ın tahmini, kimi zaman yazanı da aşar; hiç umulmadık yerlere, hiç umulmadık kişilere dokunur. Tıpkı kutsal metinlerde olduğu gibi; algılar, okuyuş anı, durumu vs. metnin katlarını aralama yetisini de çeşitlendirebiliyor; sürprizli ve belki de bu yüzden çok heyecan verici bir durum. Sence bir metin mi okurunu biçimlendirir, yoksa okur mu metni anlamlandırıp biçimlendiriyor? Bu karşılıklı etkileşime senin yorumun ne?
MURAT GÜLSOY: Hem metinler okuyanları biçimlendirir, hem de okurlar metinleri… Oğuz Atay okumaya başladığımda zihnimde bir şeylerin yerine oturduğunu, bazı şeylerin toptan değiştiğini, farkında olmadığım şeylerin yüzeye çıktığını çok somut bir şekilde hissetmiştim örneğin. Atay’ın edebiyatı beni şekillendirdi. Ama daha sonra ben onun yazdıkları üzerine daha derinlemesine düşünmeye, edebiyatını eleştirmeye başladım. Bu sefer de Atay’ın edebiyatını şekillendirmiş oldum yazdıklarımı okuyanların zihninde. Metin orada duruyor, evet, kelimesi bile değişmiyor ama bizim onu okuma biçimimiz değişiyor.

İSMET YAZICI: Yazan ile okuyan arasındaki ruh ve zihin alışverişini aracılık eden o “şey” yalnızca sözcüklerden, olay ve olgulardan, estetik bir malzeme olmaktan, vs. çok öte bir varlığa bürünüyor gibi. Birin birle toplamının, onları matematiksel “iki” olmaktan çok daha farklı bir ‘tekliğe’ dönüştürmesi gibi…
MURAT GÜLSOY: Her okuma bir temastır, bir etkileşimdir. Çok tuhaf bir dinamiği olduğunu düşünüyorum. Yazarken gelecekteki bilinmeyen okurlar üzerinde bir etki kurmaya çalışırsınız. Ancak kitap yayınlandıktan sonra artık siz yazar olarak ortadan kaybolursunuz. Bu sefer de okur metinle bir ilişki kurmaya başlar. Onu etkin bir şekilde değiştirir. Okuma eylemi metinde bir şeyleri değiştirir. Yazarın hayal bile edemeyeceği etkiler yaratır okurun zihninde. Ama bu okurun çabasıyla, onun zihinsel araçlarıyla gerçekleşir. Sonsuzca aktif olan yazar kitap okura ulaştıktan sonra sonsuzca pasiftir, artık okurun zamanı başlamıştır. Hiçbir zaman teklik kurulamaz. Ama tekilliklerin çoğaldığını söyleyebiliriz.
İSMET YAZICI: Çok üreten bir yazarsın ve her yazacağını heyecanla bekleyen çok sayıda okurun var. Bu galiba senin o sürprizli vadiye, her seferinde farklı bir örgü ve akıl işleyişi girişinin, çok açılımlı dilinin ve düşlerinin cazibesi. Yazdıkların, okuyucuyu anlam katmanları, bilinç katmanları arasında dolandırmaya çok müsait. Bir edebi yapıt olmanın ötesinde aslında insanı kendi dehlizlerinde yolculuğa çıkarışın, bunu da çok ustalıkla yapışın okuyan açısından çok heyecan verici ve dolayısıyla bir sonrasında nasıl bir labirentin içinde kendimi bulacağım diye bekliyor insan. Aslında bir anlamda ayık yaşanılabilme ihtimali olan hayata davet gibi; sonsuz ihtimalli ve sürprizli, devingen.
MURAT GÜLSOY: Teşekkür ederim bu güzel sözler için. Eğer öyleyse ne mutlu bana.
İSMET YAZICI: Zaman ve mekân, dünyayı kuran iki temel kavram; sen standart zaman ve mekân algılarını sarsıp bir anlamda farklı bir zaman ve mekân algısı yaratıp, düşle gerçek arasında gidip gelirken, aslında bir yanıyla ‘gerçek’ diye tasarladığımızın da yönünü değiştiriyorsun.
MURAT GÜLSOY: Yazdıklarımız, okuduklarımız eğer üzerimizde bir etki yaratıyorsa aslında yeni bir deneyimin bize sağladığı yeni bir zihinsel araca sahip oluyoruz. Gerçekliğe de bu yeni araçlarla bakıyoruz. Bu kimi zaman olayların farklı yönleri olabileceği bilgisidir, kimi zaman görünenin ardında başka mekanizmalar olabileceği, kimi zaman da farklı perspektiflerin şaşırtıcı gücü. Dolayısıyla okurken (yazarken) hem kendi içimize doğru genişleriz hem de dış dünyaya doğru.
İSMET YAZICI: İnsana kendi iç kazısını yapmaya olanak veren bir alan edebiyat; hatırladıklarımız, unuttuklarımız, tekrar hatırlayacaklarımız arasında gidip gelirken, bunun için çaba harcarken, sanıyorum derinlerde yatan hakikatle temas etme motivasyonumuz. Edebi bir kurmaca yapıt, bu arayışta insana çok iyi rehberlik ediyor.
MURAT GÜLSOY: Ben de edebiyatın çok derin bir içsel yolculuk olduğuna inanıyorum ama bu insanı içine kapanmaya sürükleyen bir deneyim değil. Tam tersine içimizi genişleten ve bu sayede dünyayı, hayatı içimize daha çok almamızı sağlayan bir iç kazı.
İSMET YAZICI: Çok teşekkür ediyoruz.
1 Yorum
https://interpharm.pro/# canadan pharmacy
canadian pharmacy discount – interpharm.pro Their global health resources are unmatched.