Yüzyıllık Şiirimiz Üzerine Görüşler
Gelecekte şiir için geçmişe dönük çalışmalar yapıldığında, şiirlerin yanı sıra şiire dair konuşulanlar, değerlendirmeler de önemli bir yer tutacaktır. Bu sebeple gelenekten ister doğrudan, ister eleştirel biçimde olsun bir şekilde yararlanılacaktır. Geçmişin veya bugünün şiirine övgü ya da yergi de bulunmak için gelecekte başvurulacağını düşündüğüm, bugünün şairleriyle yüzyıllık şiirimiz üzerine görüşlerini sordum. Geleceğe katkısı bulunması temennisiyle…
“Gelenek, bir bütündür; bütün ‘bütün’ler gibi, parçaları olan bir bütün!” (Hilmi Yavuz- Yakın Dönem Türk Şiiri)
Cumhuriyet dönemi boyunca şiir topluluklarına baktığımızda, Beş Hececiler, Milli Zevk ve Anlayışını Sürdüren Şiir, Yedi Meşaleciler, Saf Şiir Anlayışını Sürdüren Şiir, Toplumcu Gerçekçiler, Garip Şiiri, Hisarcılar, İkinci Yeniciler ve Maviciler’in oluşturduğunu görüyoruz. 1980 sonrasında ise çok seslilik oluşmuştur. Attila İlhan öncülüğünde toplanan Maviciler, İkinci Yeni’nin öncüleri olarak değerlendirilmişlerse de Attila İlhan, buna karşı çıkmış ve İkinci Yeni’yi “yozlukla” itham etmiştir.
1980 sonrası Türk şiiri, gelişme ortamını dergilerde bulmuş ve aynı dergide farklı şiir anlayışındaki şairler birlikte ürünler vermiştir.
Öte yandan, Metin Cengiz ve Yavuz Özdem çalışması olan “Yakın Dönem Türk Şiiri” kitabında şöyle yazılmıştır; Cumhuriyet dönemi şiir toplulukları için, “her on yıla bir grup, kuşak, dergi birliği vb. sığdırmak…” gibi bir durumun “karmaşık ve yorucu” etki yarattığı belirtilirek; “Oysa bu sınıflandırma İlk Dönem Cumhuriyet Şiiri, Sosyalist Anlayışta Yazılan Şiir (Nazım Hikmet’ten günümüze), Garip Şiiri (Birinci Yeni), İkinci Yeni, İkinci Yeni Sonrası olarak bölümlendirilip ona göre anlatılabilir. Ve bu isimlendirme hem gerçekçi, hem daha akılda kalıcı olacaktır.”
- Sizce Cumhuriyet dönemi boyunca şiir adına yaşanmış en önemli yenilikler nelerdir? Yüzyıllık şiir tarihimizle ilgili siz neler söylemek istersiniz?
Emin Şir: En büyük yenilik Nâzım Hikmet’in şiire getirdiği yeni bir soluktur bence. Yeni söyleyiş biçimidir. Hatta şiire kattığı yeni ses tonudur da diyebiliriz. Eskinin kalıplarını, söyleyiş biçimine çizdiği sınırları kırarak getirdiği yeni ses tonu ve söyleyiş biçimiyle şiirin başka şekilde de yazılabileceğini, söylenebileceğini göstermiştir. Önemli bir devrimi gerçekleştirmiştir bence Nâzım. Turgut Uyar’ın deyişiyle “Denebilirse, Nâzım; mevcut olmasa idi, şiiri icad edecek, bulacak adamdır.”
1921 yılında Sovyetler Birliği yolculuğunda henüz 19 yaşındayken karşılaştığı Mayakovski şiirlerinden oldukça etkilenişi, o zamana kadar heceyle, vezinle yazdığı şiirleri bir kenara bırakarak Açların Gözbebekleri gibi bir şiiri dünyanın ortasına bırakışı ile şiir tarihimizde en önemli yeniliği yapmıştır Nâzım Hikmet.
Gülümser Çankaya: Cumhuriyet döneminde şiir adına yaşanmış önemli yeniliklerden biri Garip hareketiydi. 1941 yılı henüz çok partili döneme geçilmemiş. Demokrasi, özgürlükler tesis edilmeye çalışılıyor, devrimlerin hedeflediği modern toplumun inşası devam etmekte. Cumhuriyetin kurulumuyla oluşan enerji kültürde, sanatta kendini kanalize edecek açılımlar arıyor…Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday yazdıkları şiirleri, Garip adıyla bir kitapta topladılar. Kitabın kapağına yazdıkları “Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir.” cümlesini ben, çok cesur buluyorum. Keza içindeki şiirleri de öyle. Cesur, özgür, aynı zamanda heyecan verici, hayat dolu. Garip şairlerişiirde her türlü kalıp, ölçü ve uyağa karşı çıktılar. Sadeliğe, yalınlığa önem verdiler ki yazı dilinde ben bunu çok önemsiyorum. İfadeyi fazla süsten şairanelikten arındırmak gerektiğini düşünüyorum. Yaşam sevincini fazlasıyla şiire yansıttılar. Sıradan insanlar şiire konu oldu. Muzaffer İlhan Erdost bu harekete Birinci Yeni adını verirken daha sonra gelişecek şiir hareketlerini sezmişti. Bu sezgi doğru da çıktı…
Birinci Yeni’nin paralelinde gelişen Toplumcu Gerçekçi Şiir Namık Kemal’le başladı, Nazım Hikmet ile gelişti.Serbest nazım şeklinde yazıldı. Toplumcu gerçekçi şairler içerik ve biçim bakımından şiirimize yeni açılımlarkazandırdı. İdeolojik içeriği ve retoriği arasındaki uyum geniş kitleleri etkileme gücüne sahipti. NazımHikmet’i, Ahmet Arif’i, Enver Gökçe’yi, Can Yücel’i, hala aynı heyecanla okuyoruz.
Ve İkinci Yeni, usa sığmaz çılgınlık. İkinci Yeni şairleri Edip Cansever, İlhan berk, Cemal Süreya, Ülkü Tamer, Sezai Karakoç, Turgut Uyar okurun hayal dünyasında farklı çağrışımlar meydana getirebilmek için imgeyoğun tutum içinde oldular. Anlatımı değil hissettirmeyi önemsediler.Türkçenin kuralları dışına çıktılar,her türlü baskıcı kısıtlayıcı düzenin dışına taşıdılar şiiri. Toplumcu Gerçekçi şiirin politik içeriğinin, (üretim ilişkileri, köylülerin ve işçi sınıfının ezilmesi, sömürü, eşitsizlik baskı) aksine ikinci yeni şiirinin siyaset dışı tavrı da ayrı bir çekiciliktir bence.Fakat onlar şiire öyle bir çiçek açtırdılar ki bu, siyasetin kendisi oldu. Kentlilik, kentliliğin sorunları, bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları çokça işlediler şiirlerinde. Bunların siyaset dışı konular olduğunu da düşünmüyorum.
İkinci yeniden sonra en çok tartışılmış, benimsenmiş hareket Yenibütüncü Şiir Hareketiydi. Öyle ki Cemal Süreya bir yazısında “Hepimiz Yenibütüncüyüz.” demiştir. 80 darbesinin yarattığı baskıyla sindirilmeye çalışılan bireyin başkaldırısıydı. İnsandan, doğadan, yaşamdan ve bunların geleceğinden yana tutum ortaya koydu. “Hayat kadar dağınık hayat kadar örgütlü” olma şiarı taşıyordu. Veysel Çolak, Seyit Nezir, Hüseyin Haydar, Metin Cengiz, Tuğrul Keskin bir araya gelerek Broy dergisinin 27. sayısında Yenibütüncü Şiir Manifestosunu yayımladılar.Yenibütüncüşairler uzun süre Broy dergisinde yazdılar. Broy dergisi adını Ruhi Su’nun bir türküsünde yer alan ve bir sesleniş nidası olan ‘Broyy!’ sözcüğünden almıştır. Bu şairler Sonra farklı mecralarda şiir yazmaya başladılar. Emperyalizme ve kapitalizme karşı çıktılar. İnsanın yenilenmesinin hayatın yenilenmesi demek olduğuna vurgu yaptılar.
Ben sözünü ettiğiniz yüzyılın son yirmi yirmibeş yılında şiir yazdım. İki dergi çıkardım. (Etken 2004/10 sayı. Şiirsaati 2008/27 sayı) yazarken her hareketin tekniğinden içeriğinden faydalandığım oluyor ya da türler arası ihlaller yaptığım oluyor. Gelenekle beslendim. Geleneğin şiirime yansıdığı yansımadığı oluyor. Her açılım şiirimizi zenginleştiren, özgürleştiren eylemlerdir. Su gibi şiiri daima yukarda tutarlar.Son zamanlarda yazılan şiirlerde gözlemlediğim, geleneğin oluşturduğu bütün olanaklardan faydalanılıyor. Bence bizim kuşağın şiir deviniminin adı Bütünsel Modern olmalı. Şiir geleneğinin ya da diğer sanat disiplinlerinin her bir olanağını kullanıyoruz çünkü. Kuralsızlık kuralın kendisi. Belirleyici olan şairin estetik ve ideolojik algısı. Bireysel gelişim sınırsızlığı. Toplumsal gelişim sınırsızlığı. Açıklık. Genişlik. Göründüğü an kaybolan, tuttuğu an bırakan, parladığı an sönen. Mülkiyetsiz bir ışık olma durumu belki de. Önerdiğim şiir bu. En azından kendim için.
Hayri K. Yetik: Tanzimat şair ve yazarları hem yaşanan büyük uygarlık değişiminin hem de uygarlığın edebiyatsız olamayacağının bilincindedir. Devamı Servet-i Fünun’cular onlardan da radikaldir. Yeni ve özgün dil dayatmalarına tepkiden demillî dil ve millî edebiyat doğmuştur. Bu mecrada öngördükleri modern duyarlıkların ifadesini yüklenebilecek bir epistemoloji için yeni Osmanlıca öngörsünün yerine ikame edilen Türkçeciliktir. Söylemi Genç Kalemler’de palazlanan Türkçülük hareketi, I. Dünya Savaşı’ndaki politik hezimetine, Osmanlının yenilgisindeki sorumluluğuna karşın İttihat ve Terraki’nin üyeleri aracılığıyla Cumhuriyet’e taşınacak, süreç içinde Kemalizm olarak güncellenip devlet politikalarıyla desteklenecektir.
Ardılı Ahmet Haşim öncülüğündeki Fecr-i Ati’nin şiir estetiğine ilişkin kuramsal girişimi memleketçi, ulusçu politikalarının (Millî Mücadele Edebiyatı, Beş Hececiler, Yedi Meşaleciler) baskısında boğulur. Garip akımı ve toplumcu gerçekçiler de ulusçu söylemden payına düşeni alır. Bir tek gerçek anlamda bir yazınsal devrim olan II. Yeni, semiyoloji ve sentaks olarak millici/ulusçu baskıyı aşar.
Attila İlhan ulusçu (milliyetçi) olduğu için İkinci Yeni’yi ‘yozlukla’ itham etmiştir. Aslında önce Nâzım bu devrimin yolunu açmıştır. Kurumlu kuruntulu söylem düzenini (Milliyetçi ideoloji) yerinden eden Garip akımının açtığı gedikten geçip yol almıştır İkinci Yeni. Denebilir ki Sosyalist Gerçekçilerin (1940 Kuşağı) yapamadığını ama yapması gerekeni yapmıştır.
Edebiyatın devrime katkısı önce kendinde, poetikasında, ondan önce de dilinde devrim yapmasıyla olanaklıdır.Bunu başarabildiği içindir ki bir yazın akımı olarak işlevseldir İkinci Yeni. 1960’da ve 1970’lerde baskılanmışlığına karşın etkisi günümüze dek uzar.
Neslihan Yalman: 2023 yılı itibarıyla geldiğim noktada, Türk şiirinin erkek-egemen bir sesi olduğunu fark ettim. Hatta, Türk şiirinde isimleri zikredilen kadın şairlerin bile (Gülten Akın, Sennur Sezer, Lale Müldür, Birhan Keskin vd) aslında o erkek egemen dile ve ideolojiye hizmet eden dizeler oluşturduklarını gördüm. Bence, şu dönem kadın şairlerin sayılarındaki artış; şiirde erotizm, cinsellik, beden, psikolojik sıkıntılar, yüzleşmeye cesaret edilemeyen çelişkiler üstüne şiir yazılmaya başlaması önemli bir şeydir. Tabii bunlar hakkında da daha henüz kendini aşabilmiş çok fazla şair ve şiir yoktur. Ama, emeklemek bile önemsenebilir. Burada yapılanlara yenilik diyemeyeceğim. Çünkü, Türk şiirinde uç yenilikler olduğunu düşünmüyorum. Belki, sadece dilin dönüştürülmesi, konuların çeşitlendirilmesi bağlamında çeşitli yönelimler olmuştur. Ama, bu kültür özgün söylemlerin ortaya çıktığı bir alt yapıya sahip olmadığı için, söylenilenlerin de neye göre yenilik olduğu tartışılır. Bizim şu an çeşitlilik diye arz ettiğimiz şiir; Amerika’da, batı ülkelerinde ise çoktan tüketilmiştir. Dünyanın hayli gerisinde olduğumuzdan, ülke adına yenilik sayılacak bir gelişmenin, dünya adına pek bir anlamı yoktur. Velhasıl, insan da sadece kimlik bazlı, coğrafya bazlı bir canlı olmadığı için; bireysel anlamda, zihninin derinliklerinde, hayatla kurduğu ilişkilenmede dünyanın neresindedir, ona bakılabilir.
Dünyaya entegre olmak; şiirlerin başka dillere çevrilmesi, yurt dışı festivallerinde foti foti (foti ifadesini özellikle kullanıyorum; lütfen, değiştirilmesin- parodiseldir) boy göstermek, batı ülkelerini yıkayıp yağlamak değildir. Bu hal parantez içinde de belirttiğim gibi, parodiseldir. Benim bahsettiğim konu; karton, tüccar, parodisel şailerle ilgili değildir. Benim bahsettiğim konu; kendi dilinde, kendi bilinçdışında, kendi dünya görüşüyle, kendi çelişkileriyle, dış çelişkilerle büyük çarpışmalar yaşayan çetin sanatçıdır. Yoksa, şiir kitabımla ilgili birkaç haber çıksın, imza günümde satış yapayım (ki, bugün Türkiye’deki şiir ortamı toptan böyledir) diyen kişinin derdi ‘önce şiir’ değildir. Türk şiirinde hakikat sorunu bulunmaktadır. Ben Türk şiirini düz renkli bir devlet okuluna, bu ortamda var olan şairleri de ergen çocuklara benzetiyorum. İmge nedir, metafor nedir, büyük şair kimdir; gereksiz ve zamanı geçmiş konular hakkında, durmadan boş topların peşinden koşuyorlar. Yüz yıllık şiir tarihi yüz yıllık cumhuriyet tarihidir işte! 14 Mayıs seçimleridir, toplumdur, meclistir. Bugün hangi noktadaysak ülkece, şiir de o noktadadır. Ülke gelişmişlik düzeyinde olmadığı için, şiiri de aynı şekilde yorumlamak mümkündür.
Levent Karataş: Birinci Yeni. Şiirimizde zekânın mucidi Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat ve tümzamanlarşairi, şairim Melih Cevdet Anday.
İkinci Yeni… Ece EceEce. Türkçenin Rumlarla, Ermenilerle, Yahudilerle harmanlanmış çıkmaz sokak gramerinin şairi.
Ahmet Güntan, Lâle Müldür, Seyhan Erözçelik, Sami Baydar, İzzet Yasar, Haydar Ergülen, Orhan Alkaya ve 80 şiirinin geleneği o günün yeni diliyle keşfeden bütün şairleri. Şimdilere geldiğimizde ise büyük resmin ve derdinin ve bilginin ve edinimin farkında olan müstesna şairler…
- Yüzyıllık şiir tarihimizde şiir toplulukları ya da bölümlendirmelere göre sizce şiir en çok hangi yıllarda itibar görmüş ve en çok hangi yıllarda itibar kaybetmiştir? Ya da yüzyıl boyunca hiç itibar kaybetmiş midir?
Emin Şir: Otuzlu, kırklı, ellili yıllarda itibar gören şiir seksenlerden sonra biraz da darbenin uyguladığı baskı ve cezaevi yıllarının birikimleriyle daha geniş okur kitlesine ulaşmıştır ama en yoğun ilgiyi internetin gelişmesi ve sosyal medya hesaplarının yaygınlığıyla herkesin hemen her gün bir veya birkaç kez cep telefonlarının yardımıyla içinde bulunduğu ya da bir yerlerden aparttığı ânı fotoğraflayarak o âna uyacak“özlü söz” ya da şiir arayışına girmesi, şiiri kitaplardan okumadan, şairin söyleyiş biçimini umursamadan, yalan yanlış alıntılarla paylaşımlar yapılması, kimilerinin ise o yazıyorsa ben de yazarım diyerek aklına gelen kendince güzel sözleri alt alta sıralayarak paylaşması, o paylaşımlara gelen beğenilerle hızlarını alamayarak kitap çıkartmaya kalkışması, yayınevlerince hiçbir editoryal kaygı gözetmeksizin parasını verene şiir kitabı basılması, herkesin yazıyor ama neredeyse hiç kimsenin okumuyor olması ile şiirin en çok itibar gördüğü ama en az o kadar da itibar kaybettiği bir zaman diliminde olduğumuzu söyleyebilirim.
Gülümser Çankaya: Şiir hiçbir zaman itibar kaybetmez. Bizler yazarız başını çevirip bakan onu orada capcanlı bulur.
Hayri K. Yetik: Dönemsel değil de poetika ve söylem bağlamında şiir egemen söylemi (dinsel, ulusal) aştığı oranda gerçekleşebilmiş, ihlâl ettiği oranda itibar görmüştür.
İtibarla kastınızdan ben, şiir estetiğini, poetikayı anlıyorum. İtibar kaybına da şiir tekniği açısından retorik diyelim.
Cumhuriyet, Türkçülük ve İslamcılık gibi Batıcılık ve Sosyalizm de dahil; şiir, söylem düzenine ve söyleme angajesi olursa o oranda retoriğe kapılır, kapılmış demektir, dolayısıyla estetikten uzaklaşmış olur çünkü.
Bir başka açıdan, 60’lı, 70’li yıllardaki özellikle millici şiirin baskılamasına karşın bugün Orhan Veli’nin, Cemal Süreya’nın şiirlerinin okunuyor olması bu şiirin gücünü gösterir.
Şiir sosyolojisi açısından bakacak olursak itibar kaybı kapitalist ilişkiler içindeki yabancılaşma ve fetişizmdir. Bir başka deyişle insani değerlerin kaybıdır.
Bunun sonucu ‘parti edebiyatı’ saikleriyle biçimlenmiş 70 Kuşağı’nın ardından 80 sonlarına doğru, serbest piyasa ekonomisinin, bir başka deyişle tüketimci kapitalizmin ikamesi edebiyatın epistemik aksiyolojisini de değiştirmiştir. Yazınsal değerlerin yerini liyakat değil sadakat, yani yazın dışı ölçütler almaya başlamıştır. Bunları şöylece özetleyebiliriz: Edebiyat tarihinde yer kapma yatırımı olarak gruplaşma, lobiler oluşturma, iktidar alanı yaratıp ödül alıp vermek,ahbap çavuş ilişkileriyle şiir sahnesinde rol kapmak…
Bunlar edebiyatın imitasyonudur, demosudur. Zihniyetin zemini de kültür endüstrisidir, piyasa ekonomisidir, reklamasyon, simülasyon, dezenformasyon ve post-truht oyunudur. Bütün bunlar edebiyatın itibarsızlaştırılmasına, şiirin işlevsizleşmesine yol açar, açmıştır. İn vivo olarak nitelikli edebiyatsa özdedir. Bütün bunlara karşın kendiliğiyle içlenir, demlenip edebiyat olur.
Açtığımız bu ayracı kapatıp yukarda saydıklarımıza şunları da ekleyelim: Edebiyat oyunlarının görece saygın olanı dergiden çok düşünsel-poetika grubu olarak manifesto yayımlamaktır. Ne var ki hemen hemen hiçbirinin felsefi arka planı yoktur. Ahmet Oktay’ın da bir zamanlar dikkat çektiği gibi önemli sanatsal kopuşların, akımların yaptığı ama artık kişisel ve yararsız olduğu dolayısıyla manifestolar dönemi çoktan kapanmalıyken, yayınlanan manifestolar, ‘sahibine ün sağlamak gibi medyatik amaç’lara hizmeti dolayısıyla sürdürülür.
Edebiyat tarihini izlediğinizde, manifesto altına imza koyan adların birçoğunu bugün mikroskopla arasanız bulamazsınız. Ama, poetikası olmadığı veya yazınsal değer üretmediği halde bu yolla yer kapmışlarla karşılaşılabilir. Arada birinde aradığını bulamayıp ikincisine sarılanlar bile çıkabilir karşınıza.
90’larda arz-ı endam eden manifesto enflasyonu içindekilerden biri de Yeni Bütün grubunu üçüncü sayarak sıraya giren Dördüncü Yeni bildirisidir. Ardından Yenibinyıl Şiir Bildirgesi gelmiştir. Bireysel bildirileri anmıyorum. On yıl içinde onlarca bildiri, her biri tarih, toplum, ekonomi, felsefeye ilişkin değişimlerin yarattığı estetik ihtiyaçtan yola koyulmuş gibi de büyük laflar etmiştir. Radikal kopuş izlenimi verecek ajitatif dilkullanarak. Bunların kimi adları parlatmaktan başka nerdeyse hiçbirinin kalıcı etkisi olmamıştır. Seldir bu gider, kumu/edebiyat kalır. Onun verimli toprağıyla dil ve düşünce beslenir.
Şiirin büyük itibar kaybı ise 2000’lerde tüketimci kapitalizmin uzantısı tekno-toplumun öncülü bilgisayar ve sibernetik devrimiyle başlamıştır. Edebiyatı elimine edecek gibi görünen bu süreç devam etmektedir. Şiir ve insan şimdilik değer olarak geri çekilmekte, öyle görünüyor ki önümüzdeki süreçte fiziki olarak da ıssız yerlere sürülecek/çekilecektir.
Neslihan Yalman: Öncelikle, şiir; cumhuriyet ideolojisinin yeşertilmesi anlamında, bu dönemlerde bir araç şeklinde kullanılmıştır. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Sabahattin Kudret Aksal, Faruk Nafiz Çamlıbel, Cahit Külebi vd. neredeyse birçok şairin okul şiiri ya da marş düzeyinde, birbirinin kopyası ‘Atatürk’ şiiri var. Bunun yanında, toplumcu gerçekçiliğe itibar eden Nâzım Hikmet, Can Yücel, Ahmed Arif, Enver Gökçe, Şükran Kurdakul, Hasan Hüseyin Korkmazgil ekseninde, yine aynı imgeleri, benzer dizeleri ve ideolojik göndermeleri kullanmış şairlerin dönemi var. Daha sonra, İkinci Yeni dalgası ekseninde gelişen ve serbest piyasa ekonomisinin şekillendiği, Özal dönemini kapsayan süreçlerde ilerleyen bir şiir anlayışı var. Şiirin itibar görmesinden ziyade, nitelikli şiir, güçlü şiir itibar görmüş mü, itibar payesini kim veriyor; onu açmak gerek. İtibar eğer şiir çevresinden ibaretse, özellikle toplumcu gerçekçiliğin olduğu dönemlerde bu baskı fazlasıyla hissedilmiş gibi… Çünkü, bununla doğru orantılı darbeler, anayasalar, sokak olayları var. Mesela, bugün de şiir hem itibar görüyor hem itibar kaybediyor. İtibar görüyor; çünkü, hem şiir ortamındakiler, hem dışarıdaki insanlar/sosyal medya etkisi sayesinde bir şeyler dolaşıma giriyor. Şiirin her türlü dolaşımda olması, onun özgürleşmesi düzleminde de olumlu bir şey… Gezi Direnişi’nde de yine #şiirsokakta hareketiyle birlikte, 60’lı yıllardan gelen o toplumcu damarın gün yüzüne çıktığını görüyoruz. Şiir bir de doğası gereği itibar kaybedemez. Çünkü, Türkiye şifahi bir toplumdur; alt yapısında sözlü kültür etkisi yatar. Yazılı kültüre, felsefi düşünceye yabancıdır. Şiir ona daha pratik gelmektedir.
Levent Karataş: Artık görmüyor. Hiçbir zaman da görmedi, görmeyecek. Umutsuzum. Şairin bir devletteki kimliği var bir de okuru ve çağdaşları arasında kimliği. Kimlikler birbirinin tersi.Okur şairi kürsüde istiyor, şair şairi kahin olduğuna inanç besliyor. Devlet inisiyatifi de düşkün kişi kimliğiyle kabul ediyor onu. Orhan Veli Kanık döneminde de şiir itibar görmedi. İkinci Yeni’de de. Yakın geçmişimizin şiiri 80 şiirinde de. Şimdi de itibar görmüyor şiir ve şair. Şair şairi ağırlıyor. Şair şairi okuyor. Şair şaire tahtını bırakıyor. Yoksul ve feodal bir edebiyat ortamı var.
- Geçtiğimiz yüzyılda dünyada en çok tanınan şairlerimiz kimlerdir? Ülkemizde yüzyıl boyunca en çok hangi yabancı şairler okunmuştur? Sizce şiirimizi dünyaya yeteri kadar tanıtabildik mi?
Emin Şir: Nazım dışında bizden tanınan, bilinen var mı bilemiyorum. Pek de ihtimal vermiyorum. Neruda, Aragon, Lorca, Ritsos, Mayakovski, Puşkin, Shakespeare, Baudelaire ,Borges, Rilke, Kavafis, Rimbaud ilk aklıma gelenler.
Gülümser Çankaya: Dünyada en çok tanınan şairimiz Nazım Hikmet’tir. Başka bilemiyorum. Aykırı olan her zaman baskı altında tutulmaya çalışılır. Bu baskı onu memleketini terk etmek zorunda bıraktı.
Şiir çevirisi çok önemli, yoksa nerden bilecektik Kavafis’in Kent şiirini mesela. Ya da Ritsos’u, Oscar Wilde’ı, Eluard’ı, Rilke’yi, Paul Celan’ı, Neruda’yı. Dünya şiirini okumayı seviyorum. Çevirilere ulaşabildiğim ölçüde elbette. Şimdi de bazı arkadaşların ortak antolojiler hazırlama çabaları var. Bunları devlet desteklemeli diye düşünüyorum. Bireysel çabalar yeterli olmuyor.
Hayri K. Yetik: Nâzım Hikmet dünyada kabul görmüştür. Şiiri yaşamı gibi, yaşamı şiiri gibidir. Şiiri Türkçe edebiyatta bir ivmelenme, bir çift üstel gelişmedir. Nobel almış şairlerin birçoğundan daha çok tanınır, denebilir ki şiiri de daha iyidir. Nobel almamış olsa da bütün dünyada şairler sahiplenmiştir. Ülkesinde aforoz edilmiştir ama Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde en yüksek düzeyde ağırlanmıştır. Ödediği bedellerin ağırlığına rağmen poetikasıyla şiire yüksek değer katmıştır.
Başka dillere çevrilmiş diğer şairlerden bir ikisi dışındakilerin Türkçe şiirin iyileri olduklarından veya Türkçe şiir estetiğini temsil edebileceklerinden ya da dünya edebiyatlarına katkı sağlayacaklarından sözetmek pozitif ayrımcılıkla olabilir ancak.Çünkü çoğu kişisel, yazın dışı bağlantılarla çevrilmişlerdir. Bu nedenle de ülke dışında sevildikleri için okunduklarını, hatta okunduklarını sanmıyorum. Başka dillerde okunuyor olması için bir şiirin her şeyden önce güçlü bir felsefesinin, bir poetikasının ve iyi bir çevirisinin,yayınevi desteğinin ve ‘PR çalışması’, tanıtımının olması gerekir.
Başka dillere çeviriler de çoğu zaman kişisel ilişkilerle ve tekil olarak gerçekleşir. Ölçüt yazın estetiği değildir. Festival lobisinin üyeleri dünyanın değişik yerlerinde körler sağırlar birbirini ağırlar misali birbirinin şiirlerini de çevirirler. Bir biçimde katıldığı festivallerde edindiği ilişkilerle şiirini çevirtenler olduğu gibi kendi parasıyla çevirtip yayınlatanlar da vardır. Bu da edebiyatın post-truhtudur. Bir kıymeti yoktur. Bu bir yana, kabul gören, dünya edebiyatına katkı sunacak şiirin geriye çekilmesine, dünya edebiyat duyarlığının ertelenmesine yol açtığı bile söylenebilir.
Orhan Veli, Ahmed Arif, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Melih Cevdet Anday…Bunlar da dahil Nâzım’dan başkasının dünyada bir karşılığının, bir yankısının olduğunu sanmıyorum.
Dünya şairlerinden Türkiye’de en çok okunanlar bence şunlardır: Neruda, Aragon, Ritsos, Ömer Hayyam, Füruğ, Lorca, Tagore, Brecht, Rimbaud, Baudelaire, Mahmut Derviş, Kabani, Emily Dickinson, Kavafis, Seferis vb…
Neslihan Yalman: Şüphesiz ki, Nâzım Hikmet… Onun dışında, dünyada tanınan, bilhassa duruşuyla tanınan bir şair yoktur. İroniktir ki, Hikmet de ‘Türkiye’ ekseninden öte, ‘memleket’ ekseninde vurgularla ilerlemiştir. Bir de, dünyada tanınmak demek; biraz karşı tarafı övme, kimi zaman yakalalık yapma, kendini büyük gösterme şovuna endekslidir. Bugün dünyada tanındığını zanneden şairlerin çoğu maalesef, ne Türkiye’de, ne de dünyada (hakikat anlamında) kuvvetli şiirleri olan, duruşları sağlam, etkileyici, çarpıcı insanlar değillerdir. Bu sebeple, o payeyi zorluklar içindeki yaşamıyla da dikkatimizi çeken Nâzım Hikmet’e verebiliriz. Kendi sınıfının konforunu da reddedebilen… Tabii ki, bu durum; onun her şiiri, her şiir kitabı nitelikli demek de değildir. Bazı eserleri, tanınsa bile, beklenen estetik düzlemin oldukça altındadır. Ülkemizde, Rilke, Mallarme, Baudelaire, Valery, Rimbaud, Celan gibi isimler fazlasıyla okunmuş diye düşünüyorum. Türk şiirinde yoğunlukla Fransız etkisi var. Bunun temelleri yine Osmanlı’ya, Tanzimat’a, reform hareketlerine kadar gider. O dönemin dünya kültür merkezi Paris ise; bugün her şeyin şekillendiği yer Amerika’dır. Tam bir farklılık var. Bir de tabii, tek kültür, tek bakış, tekillik vd. kalmadı. Şu sanal ortamda, teknolojik süreçlerin içinde…
Türk şiirini dünyaya tanıtma kısmında çok etkin olunduğu kanısında değilim. Herkes eş dost, sosyal medya, ilişkiler üstünden -kim hangi ülkeyi tutturursa- kendince şiirlerini çevirtiyor, paralı-parasız festivaller ayarlıyor. Oysa, gerçek şiirler, gerçek sanatçılar tüm bu kişisel, ticari, görsel hikâyelerin dışında bir araya gelirler. Bir de, nasıl bir Türkiye algılatılmak isteniliyorsa, batıda öyle bir bakış var. Bu ülkenin sanatının, şiirinin, demokrasisinin ileri gitmesini arzu etmeyen, Ortadoğu kavramını kaşıyan bir batı var. O yönde, -Nâzım Hikmet, Orhan Veli gibi isimler dışında- bilhassa İstanbul’da sürekli birbirlerini yağlayarak, birbirlerine etkinlikler, festivaller döndürerek, şiiri pazarlama işine çevirmiş isimler var. Belediyeci, kadrocu şairler var. Aynı isimler ortada dolaştırılıyor da dolaştırılıyor; sirk gibi…
Dünyaya yayılanTürk şairlerinin içinde bu baskı rejimine hem fiilen hem eserlerinin etkisiyle karşı duran bir isim yok. İlhan Sami Çomak var mesela; bizim dahil olduğumuz Açık Şiir hareketine de üye. 28 seneye yakındır hapiste. Şiirler yazdı, kitapları çıktı. Adına ödüller verildi. Lakin, maalesef onun da güçlü bir şiiri yok. Bir sesi var, ama şiirsel damarı gelişkin değil. Ben de onun içeride senelerdir tutulmasına karşıyım. Ama, bu durum onun şairliğinin sırf içeride diye abartıldığı gerçeğini de değiştirmiyor. Başınıza ne gelirse gelsin, önce eserinize bakılır. Ermeni’siniz diye, Kürt’sünüz diye, size bir ayrıcalık tanınsa bile, sizin de bu konuda alt yapınızın sağlam olması gerekir. Selahattin Demirtaş da kitap yazıyor, mesela. Ona destek veriyoruz, kamuoyu oluşturuluyor. Bu durum, onun kitaplarının güçlü olduğunu, benzersiz bir yazar olduğunu göstermiyor. Bu çizgiyi iyi ayırmak gerekir. Ahmet Telli’ye yapılan baskıyı kabul etmek de mümkün değil. Fakat, onun şiirinin artık 21. yüzyıl, teknoloji, hız çağında bir karşılığının da olmadığı bence bir gerçek… Bunları da tespit etmek gerekir. Türkiye’de bu ilişkiler ağı, klikçilik, sanatın politik olanla sınavı vd. adeta şova dönüştü. Bir de, ülkede görüşüyle yapıtları paralel denilecek şekilde güncel, vurucu bir şair de pek yok. Mesela, kadın bir şiir yazıyor; hatta, kadınlar hakkında yazıyor. Feminist diye lanse ediliyor. Şiirlerinde o kuvvet yok ama. Bu tezatlık, bu tersten reklam nasıl değerlendirilecek? Türkiye’de bazı şairler güya aktivist; ama savundukları değerlerle estetik arka planları, en önemlisi eserleri arasında sağlam bir bağ yok. Eserlerin çoğu yapılan konuşmalara, dolaşımdaki demeçlere, sosyal medya paylaşımlarına, kitapları hakkında yazılan yazılara, verilen ödüllere göre çok zayıf… Bu da bir çeşit algı operasyonu diye düşünüyorum. O gerçeği de gözden kaçırmayalım.
Dünyaya açılan hangi şair ülkesinde ciddi anlamda, politik, güncel-estetik, ufuk açıcı, özgün şiirler yazıyor? Hangi şairin şiiri bugünün teknoloji, çok parçalı yapı içinde gerçekten yaşanılanları, hissedilenleri aksettirecek şekilde geniş açılı? Bende bunun yanıtı yok. Sizde varsa ne güzel… Ama, Türkiye’de zaten güçlü, başkaldıran, estetik alt yapısı ya da yenilenmeye sunduğu katkı düzlemiyle üst düzey bir şiir yok. Zaten, dünyanın, tarihin, kendi politik süreçlerinin gerisinde bir milletiz… Bu milletin içinde kim şimşeği görse de açıkça itiraf edebilir? Anca, deli diye yaftalanır, sesi kesilmeye çalışılır, anlaşılamaz, kıskanılır, bastırılır. Ben Türkiye’den gerçekten özgün şeyler çıkacağı kanısında değilim. Genel estetik kaideler anlamında, tabii ki iyi, idare eden, ortalama bir şeyler çıkabilir. Özgünlük ise bambaşka…
Levent Karataş: Geçtiğimiz yüzyılda dünyada en çok tanınan şairimiz pek tabii Nâzım Hikmet Ran’dır.O modern Türkçemizin yaratıcılarından ve hatta şanssız şanslıdır. Ve en çok da Nâzım okunmuştur dünyada.Çünkü ölümsüz yapıtlar yaratmıştır.
Ülkemiz okuruna bir istatistik yapılsaydı Rimbaud Baudelaire en çok okunan yabancı şairler listesinde ilk sıralarda yer alırdı. Çünkü Fransız ekolü hâlâ şiir okuru için daha etkindir.
Şiirimizin tanıtımının yapılması meselesine gelirsek, size tarihi bir örnek verebilirim… Orhan Veli Kanık adını hatırlamadığım bir Fransız şairini İstanbul’da ağırlamış. Fransız şair, Türkçe yazılan şiirin çevirilerini okuyunca çarpılmış. Orhan Veli Kanık da hakkıyla soruyor: “Bir dünya şairinin bizim şiirimiz hakkında bilgi sahibi olması için, illa ülkemize mi gelmesi gerekir?”
4) Geçtiğimiz yüzyılda sizce şiire/şaire yönelik baskı ve sansürün en yoğun olduğu yıllar ne zamandı?
Emin Şir: Yıllardan ziyade Nâzım Hikmet’e uygulanan sansür, yasaklama, engelleme.Ne dersek diyelim başlıbaşına en yoğun olduğu dönemdir. Kitapları, oyunları, senaryosunu yazdığı filmleri, şarkı sözleri, şiirleri, şiirlerinin bulundurulması, sözlerini yazdığı şarkıların çalınması, gazetede, dergide adıyla yazı yazmasının yasaklanmasının yanında daha birkaç yıl öncesine kadar bile sansürden kurtulamamıştır Nâzım Hikmet.Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim kitabında 35 yerde sansür uygulandığı daha birkaç yıl öncesinin haberi. Yine Fazıl Say’ın bestelediği ve Genco Erkal’ın okuduğu şiirde “Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış/Affetmedi Ermeni vatandaş/Kürt dağlarında babasının kesilmesini./Fakat seviyor seni,/Çünkü sen de affetmedin,/bu karayı sürenleri Türk halkının alnına.” bölümünün olmaması da Nâzım’a sansürün aynı mahallenin çocukları tarafından da uygulandığının bir göstergesi. Sonradan dilenen özürler, açıklama çabaları sansürü yok etmiyor maalesef.Şair Otobiyografi şiirinde de açıkça dile getirir üzerindeki baskıyı ve yasakları: “yazılarım otuz kırk dilde basılır / Türkiyem’deTürkçemle yasak”
Gülümser Çankaya: Son yüzyılda şiirimizin en çok baskı ve sansüre maruz kaldığı yılların ihtilal yılları olduğunu söylemek yanlış olmaz. 1960- 1980. İkinci Yeninin siyaset dışı kalma çabasını da bununla ilişkilendiriyorum.
Hayri K. Yetik: Şair ve şiir üzerindeki baskı Sümerlerden beri süregelir. Bu nedenle direnen şiirlerin birkaç katı iktidarla ve söylem düzeniyle uzlaşmıştır. Belirtmek gerek bunların çoğu retorik değil de poetik olsa bile söylem düzeni içinde kanonun taklidi birer‘objet petit a’ olup kalmışlardır, yani iktidarın, söylem düzeninin dümen suyunda seyrederler. Az sayıda direnenlere gelince onlar yükte hafif pahada ağır olarak büyük serüvencilerin şiiridir. Tarihin öznelerine katılmışlardır. Modern dönemde de böylece seyretmiştir tarih.
‘Söylem ihlâli’ şiirsel yaratıcılığın olmazsa olmazıdır. Şiir bunun için cezaevini, sürgünü ve yoksun bırakılmayı göze alıp, onuruna yakışır biçimde muhalefet mevzisini terketmemiştir. Bu mecrada en ağır baskı Nâzım Hikmet ve Sabahattin Ali’nin de mağduru oldukları Cumhuriyet döneminde,1930’lar, 1940’larda görülür.Baskı ve sansür günümüze dek süregelir.
Son yıllarda bir yasak, bir sansür var mı diye yoklama yapılacak olursa şunlarla karşılaşırız:2018 Temmuz’undan 2022 Aralık sonuna kadar geçen sürede Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından toplam 36 kitap hakkında “muzır neşriyat” kararı alınmış. 2022 yılında, 8’i çocuk kitabı toplam 10 kitap muzır ilan edilmiş. 2023’te Yavuz Ekinci’nin Rüyası Bölünenler romanının toplatılması kararı verilmiş. Ahmet Telli, IŞİD’in 2015’te Kobani’ye saldırısı sonrası yaptığı bir konuşmada ‘Dövüşen Anlatsın’ adlı kitabından okuduğu şiirler nedeniyle yargılanıyor vs.
Kısacası şiir muhalefeti de iktidarın baskı ve sansürüde devam ediyor.
Neslihan Yalman: Ben 1982 doğumluyum. Bilhassa, farkındalıkla gözlemlediğim ve tecrübe ettiğim süreçler lise yıllarıyla başladı diyebilirim. Tabii ki, ilkokulda da şiir yazıyordum. Okul kutlamalarında şiir okurdum. Daha sonra, büyüdükçe sunuculuk da yaptım, okul gazetelerine de çalışmalar gönderdim. Bunlar hayat hikâyemin öncül parçalarıdır. Fakat, 90’lı yıllarla beraber Türkiye’de politik rüzgârlar dönüştü, sermayenin dağılımı anlamında yeni gelişmeler yaşandı. 2000’li yıllarla beraber, İslamcı kapitalist bir rejimin diktatörlüğünde, dijital dünyanın maddi baskılarının altında yaşayan insanlar olduk. Baskı ve sansür bu ülkede her zaman vardı. Dünya ölçeğine bakılınca, bunlar her yerde var. İngiltere’de de, Fransa’da da… Ama, bizim ülkemizin tarihsel süreçleri farklı işledi. Eğer, Osmanlı da gerçek bir sömürü imparatorluğu olsaydı, İngiltere’de bugün yer alan şiir, sanat geleneği bizde de bulunurdu. Fransa da masum değil. Amerika da… Yani, bu anlamda dünyada demokrasi diye bir kavram yok, zannedildiği gibi. Sanat da ekonomiden, kandan, savaşlardan beslenen bir gerçeklik sonuçta… Zaten, geçmişte de demokrasi kölelerin, kadınların söz hakkının olmadığı, aristokrasinin hüküm sürdüğü alanın ismine deniliyordu. Çok şey değişmedi. Bugün aristokrasinin yerini şirketler aldı. O yüzden, dünyada ne denli baskı varsa, ülkemizde de var. Ne zamanki tüm dünya ülkeleri -bilhassa İngiltere, Amerika cephesinden kıtalarla beraber; batı ve doğu Avrupa cephesine doğru bir yıkım yaşanır- o vakit Türkiye’yi de acımasızca eleştirebiliriz. Çünkü, üstünde yaşadığımız ülke de haritada bir parça ve diğerleriyle eklemli… Boşlukta yüzmüyor.
Levent Karataş: Şimdiki zaman kadar baskı, sansür ve otosansür olmadığına inanıyorum.