Yazımın başlığı benim bulduğum bir adlandırma değil. Abdülhak Şinasi Hisar (1887-1963)’ın bir kitabının adını bu yazıma başlık seçtim. İlgilileri bilir, Abdülhak Şinasi’nin ilk kez 1955’te yayımlanan Aşk İmiş Her Ne Vâr Âlemde’side telif değil, bir seçki kitabıdır. Onun, çoklukla divan şairlerinden beğendikleriyle oluşturduğu bu mütevazı kitapçığının adı da kendisinin değil, seçkideki bir şiirdendir. Seçkinin adı, lise okumuş her birimizin bildiği, klasik edebiyatın içli şairi Fuzuli’nin bir beytinden mülhemdir: “Aşk imiş her var âlemde/ İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak”. Seçkiye ad veren bu beyit, aynı zamanda kitabın açılış beytidir.
Abdülhak Şinasi’nin, “Yapı Kredi Bankasının Kültür Hizmeti” olarak Doğan Kardeş Yayınları’ndan çıkan bu şiir seçkisi, yıllar sonra yazarın ‘bütün eserleri’ dizisini yayıma hazırlayan YKY tarafından yeniden (2012) yayımlanmıştı. Aşk İmiş Her Ne Vâr Âlemde, 2022 yılının sonlarında “Abdülhak Şinasi Hisar Külliyatı” içinde sekizinci kitap olarak Everest Yayınları’nca yeniden yayımlandı. Benim, Hisar’ı okuduğum Varlık Yayınları kitaplarında adı geçen seçki yoktu, bilmiyorum belki de ben edinememiştim. Neyse ki bugün elimizde sevimli bir Aşk İmiş Her Ne Vâr Âlemde ( ed. Ömer Arslan) kitabı var ve bana öyle geliyor ki Hisar, kitabının bu pırıl pırıl (Eylül 2022) baskısını görmüş olsaydı bir hayli sevinirdi.
Romanları, anıları ve biyografileriyle bilinen Hisar’ın, oldukça uzun zaman aralığındaki (1403-1950) şairlerden seçtikleriyle ‘aşk’ ne kadar öğrenilir bilemem ancak ‘bütün eserleri’ ya da ‘külliyat’ benzeri yayım çalışmaları olmasaydı Aşk İmiş Her Ne Vâr Âlemde, büyük olasılıkla ilk baskısıyla kalırdı. Aşk, şiirlerden ya da genel anlamda kitaplardan öğrenilebilir bir şey midir, sanmıyorum. Kaldı ki ‘aşk’ için ‘öğrenme’ sözcüğü pek uygun düşmüyor bence çünkü aşk ‘hissedilen’ ve ‘yaşanan’ olmakla anlaşılabilendir.
Aşk İmiş Her Ne Vâr Âlemde kitabına yönelik değerlendirmemin asıl gerekçesi, kitabın diliyle ilgilidir. Bugünün pek çok okuru, özellikle de ‘aşk’ denilince akla ilk gelen genç okuru için seçilen metinlerin dili hayli eskidir, anlaşılması güçtür. Şiirlerden seçilen kısımların açıklamaları olmadığı gibi yeni basımlarda kitaba bir sözlük de eklenmemiştir. İkinci nokta, Abdülhak Şinasi’nin deyişiyle “kendi zevkinden başka bir iddiası” olmayan seçki, “bir zevk ve tesadüf mahsulü” olarak hazırlanmıştır. Kendi içinde bazı bölümleri olsa bile dağınık bir görüntüsü olan kitaptaki bazı dizeler, beyit bütünlüğünden ayrıldıklarından eksik kalmışlar gibidir. Kitabın, ‘aşk’ ve ‘şiir’ yakınlığı için “önsöz” yazısına da bakılmalı derim.
Aşka dair metin (şiir, öykü, roman vb.) yazanların pek çoğunun kendi yaşamlarında aşkı hiç tecrübe etmemiş olduklarına dair yaygın söylentiler vardır. Kim bilir belki de hiç âşık olmadık da yazılanları okudukça âşık olduğumuzu düşündük biz de. Derin aşklar yaşamışların tecrübeyle sabit aşk yazılarını da göz ardı etmeyelim elbette. Diyelim ki öyle ya da böyle olmuş, pek de anlamı yok içimizi zenginleştirmemiş olanın, yazısı yazılsa ne olur ki… Âdem ile Havva’nın ‘cennet’ mekânından kovuluşuna dek giderse de bu aşk serüvenimiz, bugün için asıl karşılık bulmamız gereken soru şu olmalı derim: İçinden ‘aşk’ çekilip alınmış bir hayatın geriye kalanının anlamı nedir?
Şarkı sözlerinin, “Aşk nedir? Nasıl şeydir? Bilen var mı?” sorularının yazılı karşılığı olmadı, olmayacak da buna karşılık her birimizin yaşadıkları onun kendi cevabıdır. Belki en yalın cevap, Sabahattin Eyuboğlu’nun Hasanoğlan’da bir köylü vatandaştan aldığı cevaptır: “Sevdiğine kavuşamazsın, aşk olur!” Derin anlamlar yüklerseniz bu kez aşk, ‘mumdan gemiler yapıp da ateş denizinden geçmek” olur ki geçebilene aşk olsun. Belki pervanenin ışık çevresinde uygun mesafeyle dönüşüdür aşk; çok yaklaşınca ışığın acısıyla yanmak, fazla uzaklaşınca da araya başkalarının girmesinin azabıyla kahrolmak vardır. Ne dersek diyelim, yokluğuyla hissedip anlatabileceğimiz aşk, almayı beklemeden verebilmeyi bilmektir.
Evlerimizde, elimizin altında başvuru kitaplarımız vardır: sözlük, yazım kılavuzu, deyimler ve atasözleri sözlüğü, yemek tarifi, ilkyardım rehberi vb. herhangi bir sorunla karşılaşınca çözüm için bu tür kitaplardan yararlanırız. Bir de ‘aşk’ için rehber kitap edinseydik ne yapardık acaba? Hadi diyelim ki ‘aşk’ için de kılavuz kitap edindik, bu kitaplardan ne zaman ve nasıl yararlanacağımız da ayrı bir sorundur bizim için. Öyle ya aşka düşmüş olmak, kahvaltıda yumurtayı çatlatmadan pişirmek sorununa benzemez. Kim ne derse desin, İspanyol filozof Ortega y Gasset’nin Sevgi Üstüne (2005; çev. Yurdanur Salman; 1.baskı:1995) kitabı, benim başucu kaynağımdır. Ne çok cümleyi çizip ayırmışım kendime, hiç olmazsa birkaçını aktarayım: “Bir kez bile sevmek, sevgilinin var olduğu konusunda ayak diremek demektir; onsuz bir evren bulunabileceği olasılığını yadsımak demektir.”; “Bir şeyler bilmek, o şey olmak demek değildir; o şey olmak da onu bilmek demek değildir.”

Aşk denilen muammada, eskilerin deyişiyle ‘künhüne varmak’ için yola çıkacaklar, Eric Blondel’in Aşk (YKY 2005; çev, Esra Özdoğan; 1.baskı 2003; Kitabı, 2022’de aynı çeviriyle Fol Kitap yayımladı) kitabını yayınlarına almalılar. Aşkın ilk şiirleri “Neşideler Neşidesi” ile açılan kitap, kadim zamanlardan bugüne pek çok yazarın/filozofun aşka dair ufuk açıcı metinlerini bugün için yorumluyor. Kitabın hayli uzun ve doyurucu “giriş” yazısının, “Sevmek, arzulamak, kafada kurmaktır: şeyleri oldukları gibi görseydik hiçbir şeyi sevemezdik belki de.” cümlesi, aşkı sanat yapmak değil de nedir ki… Bir tür ‘Nuran-nâme’ bildiğim Huzur romanını okuduğumda Nedim’in; “Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm / Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana” dizelerini anımsatmıştı bana Tanpınar.
Adı ‘aşk’ olan, adında ‘aşk’ olan ya da içinde ‘aşk’ olan yazılı metinler ile başkalarının çokluğu başımızı döndürse de onlardan birkaçının yeri vardır kendi dünyamızda. Şiirler, romanlar, öyküler, tiyatrolar, şarkılar, türküler, filmler, tablolar, heykeller… Sadece şiirler bile sevgilinin gözlerinde gördüğümüz dünyayı kaplar. “Eski Antlaşma (Ahd-i Atik) metinleri arasında bir çiçek bahçesi” gibi duran “Neşideler Neşidesi”, aşkın ilk kitabı sayılıyor. Ezgiler Ezgisi “neşideler neşidesi” (2008; çev. Samih Rifat) kitabını okuduğumda dinî/mistik bir yön göremedim kadim zamanların aşk şiirlerinde. Söyleyeni bilinmeyen bu kitapta anlatılan, büsbütün dünyevi/bedensel bir aşktır. Bugün için erotik sayılabilecek dizeleri olan kitabın, “Hem al hem ışıl ışıldır sevdiğim/ seçilir on binler içinde” ve “Dikenler içinde zambak/ gibidir kızlar içinde sevdiğim” benzeri dizeleri, bizim Karacaoğlan’a esin kaynağı olmuş gibidir. Okumaları için vaktiyle pek çok kişiye verdiğim kitap, bugün de okunmalı ‘aşk’ için. Sonundaki; “Seller gelse söndüremez sevdayı/ ne de ırmaklar bastırır/ malını mülkünü dökse de biri/ sevilmek için/ hor görülür kınanır” dizelerinin yanına, kurşun kalemle “kimseler görmesin/ kimseler bilmesin/ benimle yaşasın/ ölsün bu sevda” notunu eklemiş, kitabımı okuyanlardan adını yazmayan biri. Neşideler Neşidesi kitabının “İÖ yaklaşık 10. Yüzyıldan kalma olduğu sanılan” şiirleriyle İsa’dan iki bin yıl sonrakilerin yakınlığını, Abdülhak Şinasi’nin “önsöz” cümlesi onaylıyor. “Şairleri dinlersek, geçen asırlara rağmen, bize, insan gönüllerinde de, insan cemiyetlerinde de aşk faslında büyük değişiklikler olmamış gibi gelir.”
Huzur yazarı Tanpınar, “Aşk ve Ölüm” (Yaşadığım Gibi) yazısında “Nasıl severiz?” sorusuna, “seven insan, aklın kendisine verdiği kısır nasihatlere güler” tespitiyle karşılık ararken kritik bir ‘an’ ile zalimce yüzleştiriyor bizi: “Günlerin çamurunu bir elmas yığını haline koyan, tenin cifesini ilahî bir şafağın aydınlığında yıkayan, ademin meyvası olan ruhu, bir ezeliyet şarabı haline getiren odur. O, ruhun muayyeniyet kazanması için biricik nizamdır. Ve bizi ömrümüzde bir defa ve bir tek insan için ziyaret eder ve konakladıktan sonra unutulmayan bir gül gibi bütün bir ömrü lezzet hatırasıyla doldurur. Veyl o ânı kaçıranlara…” Evet, “veyl” ki hem de kaç kere…
“Selvi Boylum Al Yazmalım” filmini seyredenler, Jehan Barbur’un dizelerinde zor sorunun yalın karşılığını görmüşlerdir: “Sevgi neydi? Sevgi emekti.” Evet, sevgi emek olmalı. Tanpınar’ın “veyl” diyerek acıdıkları, aşktaki yönelişin emek tarafını göz ardı etmiş olanlar olmalıdır. Aşk; bilmek ve seçmektir, ardından neyi seçtiğini bilmek ve onu bildirmektir ki bu azımsanmayacak bir emek gerektirir. Nedense “ya benimsin ya kara toprağın” felsefesizliği yerleştikçe aşkın ‘emek’ değeri itibar kaybediyor. Gökten inen ışıkta ve yerdeki ağaç kovuğundaki kızları görünce aklı giden Oğuz Kağan’ın, “Yüreğine ateş düştü, sevdi aldı.” döneminde yaşamadığımızı bilelim.
Ahmet İnam’ın Aşk Üstüne Denemeler (2007) kitabını okurken imaj çağımızda Blondel’in yorumladığı metinlerden kopuşumuzu gördüm. Kitabın hemen açılışındaki, “Şk’tan Aşka Doğru” yazısı, modern zamanların aşk’ına ‘mersiye’ sayılmalıdır. “Çağımızda ‘aşk’ adıyla yaşanan aşk değil. Buna ben ‘şk’ diyorum. Şimdilerde yaşanan aşka. Şk, bir harf eksiği ile aşktır. Eksiktir, anlamsızdır (yitik anlamlıdır), özürlüdür. Şk, magazin basında, televizyonda, entel barlarda, üniversite kantinlerinde, köşe yazarlarının, şairlerin, öykücülerin, sözde bilimadamlarının, psikologların, felsefecilerin kalemlerinde ‘aşk’a dönüşemiyor. Elbette bu gözlemlerimle ben “hmet”im. (Ahmet değil), şk’ı çözme sevdam da ‘evda’ olmuş.” (…) “Aşk bir ustalıktır. Yaratıdır. Her yaratı gibi ateş ister, yetenek ve emek. Kendinden menkul âşık olmaz.” (…) “İnsan aşklar yaşamadan, ne demekse o, insan olabilir mi? Aşkta insanı insan kılan tüm öğeler çalışır. Bedeni, duyguları, düşünceleri, çevresiyle bağlantıları… Aşk, insan olma olanağıdır. Başarılır ya da başarılamaz. Ama bir hamledir.”
Şimdilerde aktif olmayan edebiyat ağırlıklı bir sanal ortam dergisinde aralıklarla yayımlanan yazılarımdan birinin başlığı şarkıdan esinle “Aşkın Rengi Varsa…” idi. Abdülhak Şinasi’nin yaptığına benzer biçimde klasik şiirden seçtiğim aşk beyitlerini açıklamalarıyla ve şairlerinin tarihsel sırasıyla bir araya getirmiştim. Bu tür seçkileri klasik şairlerden yapmaya yöneliş, şiirden/gazelden bir beyit almakla meramınızı anlatabilmenin kolaylığıdır. Yaygın söyleyişle “bütün güzelliği” sağlanmış modern şiirde, şiirin tamamı olmayınca meram anlatılamıyor, bütün alınınca da hacim sorunu yaşanıyor. Hadi, yalızca bizdekilerin birkaçını yazayım: Mehlika Sultan (Yahya Kemal Beyatlı), Hatırlama (Ahmet Hamdi Tanpınar), Tahir ile Zühre Meselesi (Nazım Hikmet), Aşk İki Kişiliktir (Ataol Behramoğlu), Çakıl (Bedri Rahmi Eyuboğlu), Çocuklar Gibi (Sabahattin Ali), Gizli Sevda (Behçet Necatigil), Sevincin Yarısı (Melih Cevdet Anday), Göğe Bakma Durağı (Turgut Uyar), Aşk (Cemal Süreya), Yerçekimli Karanfil (Edip Cansever), Lavinia (Özdemir Asaf), Ben Sana Mecburum (Attila İlhan), Sevgilim Sevgilim (Ahmet Erhan)… Uzadıkça uzar, aşkın şiir olmuş bu listesi.
Kendi yazımdan, Abdülhak Şinasi’nin, “hiçbir zaman acele ve ihmal ile değil de her zaman dikkat ve itina ile okunmak isterler” dediği klasik şairlerden aşk için yalnızca iki beyit seçiyorum.
Gel, gel beru ki savm u salâtın kazâsı var
Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazâsı yoh (Nesimî/ 14.yüzyıl)
(Ey sevgili! Gel, gel bana, bu yana ki namazın ve orucun kazası var ancak sensiz geçen bir ömrün kazası yoktur, sensiz geçen zamanın telafisi asla mümkün değildir.)
Arz-ı hâl etmeye câna seni tenhâ bulamam
Seni tenhâ bulıcak kendimi aslâ bulamam (Ulvî/ 17.yüzyıl)
(Ey sevgili! Yaşadıklarımı/aşkımı sana anlatmak için seni bir türlü tenha/yalnız bulamıyorum. Seni yalnız buluyorum bu sefer de kendimi bulamıyorum/kaybediyorum.)
Her ne kadar aşk, anlatılmaz yaşanır ise de söylenecek sözü çoktur aşkın. Ahmet Muhip Dranas’ın “Büyük Olsun” şiiriyle bitireyim.
Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun
Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun
Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce
Âşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece.
Denizler yolculuğa çağırır durur da beni
Gitmem düşünerek geri döneceğim günü.
Ben büyük rüzgârları severim büyük olsun
Aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.
İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı