“Hatırlamak, sembolik olarak ölüyü diriltmektir. Onları anlattıkça, hafızamızda canlanırlar. Böylece hatırlananların muhafaza edilmesi olasılığı artar. Muhafaza edilen nedir peki? Bana göre, kadim hikâyelerin sembol örtüsüyle örttüğü değerler, erdemlerdir. İnsanlığın en eski mektebidir kadim hikâyeler.”

İSMET YAZICI: Bir ‘hikâye anlatıcısı’ ile karşı karşıya kalınca söze, özünden başlamak istedim; “masumiyet” kavramıyla giriş yapalım diyorum. Bu kadim gelenek, sanki bize çok derinden bir şeyleri hatırlatmak için var olmuş; kalplerin kuytusunda bir yerlerde saklı kalmış özü, “masumiyeti” hatırlatmak için seyran ediyor; çünkü okunu, kalplere atıyor…
NAZLI ÇEVİK AZAZİ:Nasıl güzel bir açılış yaptın öyle, İsmet. Âşık oldum. Anlatı sanatına hiç böyle bakmamıştım. Masumiyet, senin de isminle akraba olan, bu güzel kavram, hikâye anlatma sanatı üzerine birlikte düşünmek için, ne güzel bir ufuk açıyor. Masumiyet deyince aklıma çocukluk geliyor. Çocukluğumuzun masum coğrafyasında, derinlerine daldığımız düşlerimiz, hayallerimiz… Anlatma sanatı hayal kurdurma, düşleri yeşertme sanatı olduğuna göre, bizi çocukluğumuzun masumiyetine bağlıyor, evet. Dolaysız bir bağlantı bu. Güçlü ve bize içimizdeki o saf parçamızı hatırlatan bir sanat. Hayallerimizi ve umudumuzu yeşerten abı hayat suyu.
İSMET YAZICI: Masallar, meseller, rasyonel aklın dışında farklı bir uyandırış dizgesi sunuyor; içerikleriyle olduğu kadar anlatıcının yaptığı giriş girizgâhından başlayarak alışık olduğumuz lineer zaman çizgisinin dışına çıkarıyor bizi; örneğin: Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken… En sevdiğim giriş girizgâhlarından; her bir vurgu için nasıl derinlere dalınabilir; tercih eden için “gerçeklik” varsaydığımızın sorgusunu başlatabilir…
NAZLI ÇEVİK AZAZİ:Bu giriş tekerlemesini her söylediğimde dinleyicime sorarım, “Düşünsenize annem beşikte yatan bir bebek ve ben onun beşiğini sallıyorum. Olur mu? Olur. Neden olmasın.” Anlatı geleneğimizin çok önemli bir parçası olan tekerlemeler, daha masal başlamadan, dinleyicisini fantastik coğrafyanın varlığına alıştırıyor. “Öyle bir hayal katmanına ineceğiz ki, orada develer berber, pireler tellal olabilir. Annemin bebeklik halini kucaklayabilir, ninemin beşiğini sallayabilirim,” diyor. Tekerlemeler, rasyonel aklın sınırlarının ötesindeki mümkünler diyarına yolculuğa çıkmadan önce, anlatıcı ile dinleyici arasında yapılmış sessiz bir mutabakat adeta. “Hazırsanız gidelim. Bakalım ve görelim. Hayal gücünün kanatları bizi nerelere uçuruyor?” demenin bir başka şekli.
Uçup, konduğumuz yer, masalın diyarı. Burada, tıpkı başlangıçtaki tekerlemenin vaat ettiği gibi, her şey mümkün. Hayal ettiğim her şey kendi gerçekliğine kavuşabilir. Bilimin araştırma konusu olan fiziksel dünyanın yasaları burada hükmünü yitirebilir. İrrasyonel aklın hüküm sürdüğü bu diyarın kendine has yasaları vardır. Örneğin; bir anne ölmeden önce oğluna, “Ben ölünce mezarımda biten mavi çiçeği al. Bundan sonra sana o yol gösterecek. Sakın korkma. Yaşam maceranda mavi çiçek senin yoldaşın olacak,” diyebilir. Öyle söylediği için de öyle olur. Kurt bir kızı yutabilir ve kız üç gün sonra yutulduğu yerden, canlı olarak çıkabilir. Masalın iç aklı buna izin verir.

Yunan mitsel öykülerindeki iki farklı zaman algısını anlatan tanrıları biliyoruz. Kronos ve Kairos. Kronos adı üstünde kronolojik zamanın, Kairos bengi zamanın tanrısıdır. Rasyonel aklın sınırlarının bittiği yerde, irrasyonel düşünmenin başladığı, masal diyarının zamanı. Kronolojik zaman duyusal dünyanın dizgesel zamanını gösterirken, Kairos içsel dünyanın döngüsel zamanına işaret ediyor. Geçmiş ve geleceğin şimdide toplandığı, zamanın ve mekânın bir de buluştuğu o mahal, Kairos’un hükümdarlık alanındadır. Annemin beşiğini kronolojik zamanda sallayamam. Çünkü burada her şey sırayla olur. Annem benden önce doğmuştur ve o bebekken ben henüz doğmamışımdır. Lakin Kairos’un; yani rüyaların, masalların, hayallerin, düşlerin zamanında, annemi kucağımdaki bebek olarak tanıyabilirim.
Öte yandan masal, kronolojik zamana tabii duyusal gerçekliğin dünyasından da bağımsız değildir. Gerçek yaşamda gördüğümüz, bildiğimiz; padişahlar, sultanlar, krallar, kraliçeler, çocuklar, genç kadınlar, delikanlılar, atlar, yılanlar, dağlar, bu liste böyle uzayıp gider, masallarda da karşımıza çıkar. Alemde olan her şeyin örneğine masalda da rastlarız. İç dünyamızın duyularla algılayamadığımız hakikatleri, masallarda, dış dünyadan ödünç alınmış imge elbisesini giyerek bilinç alanımıza çıkar.
Masallar bize; gizli saklı iç varlığımızın, karanlık kıyılarımızın, keşfedilmemiş coğrafyalarımızın sedasını taşırken; içle dışı, Kronos ile Kairos’u, akıl ile hayali, düş ile gerçeği birbirine bağlar. Varlığımızın aksi sedasını bulduğu anlatılara dönüşürler. Bu sebeple masallar iki dünya arasındaki çekim alanında zuhur eder.
Masalların en sevdiğim yanı, varlık hakikatlerini apaçık ortaya sermemesi. Gizleyerek, örterek bilinç alanımıza sunması. Hakikatlerin örtüsü masalların içindeki arketiplerdir. Arketipler, bizi keşfe davet eder, sembol örtüsünün altındaki hakikate temas edebilmek için emek vermeye çağırırlar. Kendi anlamlarımızı inşa etmeye davettir bu. İcabet edip etmemek bizim kararımıza bağlı.
İSMET YAZICI: “Hikâyeler anlatıldıkça yaşar…” diyorsun; sanıyorum bu sözünle aslında kastettiğin yalnızca bir zamanlar anlatılmışların tekrar hatırlatılması değil, insanın binlerce yıldır oluşturduğu ortak hafızanın can bulup hatırlanması. Bu kadim geleneğin yeniden diriltilmesine katkı koyanlardan biri olmanın bir nedeni de bu gibi…
NAZLI ÇEVİK AZAZİ: Hatırlamanın şekillerinden biri de anlatmaktır. Anlattıkça hatırlarız. Hatırladıkça da paylaşmak, anlatmak isteriz. Hatırlamak, sembolik olarak ölüyü diriltmektir. Unutulan hikayeler bir nevi ölmüş sayılır. Onları anlattıkça, hafızamızda canlanırlar. Böylece hatırlananların muhafaza edilmesi olasılığı artar. Muhafaza edilen nedir peki? Bana göre, kadim hikayelerin sembol örtüsüyle örttüğü değerler, erdemlerdir. İnsanlığın en eski mektebidir kadim hikayeler. Bu mektepte insan olma maceramızda yaşayacaklarımız gözümüzün önüne serilir. Seyran ederiz. Çıktığımız masal seferinde şahit olduğumuz insan halleri bize unuttuğumuz evrensel insanlık değerlerini hatırlatabilir. Hatırlamak eyleme geçmenin, değerleri yaşama katmanın ilk adımıdır. İyiliğin, doğruluğun, adalettin ve merhametin insanlar tarafından pratiğe döküldüğü bir hayat güzel bir hayattır. Bunun için eğitim şart. Fikrimce, kadim hikayeler bu eğitimin en önemli parçasıdır.
Ben kadim hikayeleri geçmişi yad etmek ve geçmişe methiyeler düzmek için anlatmıyorum. Bu hikayelerin içindeki hakikat tohumlarını hatırlamak ve hatırlatmak için anlatıyorum. Tohum, potansiyel bir canlı olarak, şimdi ve burada yeniden yaşam bulabilir. Yaşanmış bitmiş zaman dilimlerinin toplamı olarak geçmiş geçmişte kalmıştır zaten. Kime ne faydası olabilir ki? Lakin şimdinin gerçekliğinde yaşayan geçmiş, geçmişin idraki, bizi öğrenmeye, ilham almaya ve harekete geçmeye davet edebilir. Masallar şimdide yaşayan geçmişin ve geleceğin tohumlarını saklar. Bizim işimiz ise daha iyi bir çiftçi olmayı öğrenmek.
İSMET YAZICI: Masalların beni çeken en kıymetli yanlarından biri de insanı kendiyle baş başa bırakıyor olması; herkes o masalda anlatılandan kendince bir okuma yapıp kendi meselini çıkarabiliyor; hikâye anlatıcısı aslında yarattığı o büyülü dünyanın içinde, her birimize bir özgürlük alanı bırakıyor. Bir yanıyla da direkt söylenmeyen, metaforlarla örülmüş o anlatı, aslında hem bireysel hikâyelerimizde hem de kolektif hikâyemizde bir yerlere dokunuyor. Atalarımızdan bize kalan bilgelik, sanki zamanın eskitmesinden muaf bir vakitten bize rehberlik ediyor.
NAZLI ÇEVİK AZAZİ:Evet, anlatılan her masal kendi sınırları içinde dinleyicisini özgür bırakıyor. Her dinleyici masalın imgelerini kendi muhayyilesinden diriltiyor. Burada dinleyicinin biricikliği, bireysel yaşam öyküsü masalı alımlama şekline etki ediyor.
Örneğin anlattığım bir masalda sultanın güzelliğini, Hafız’dan ödünç alınmış bir dizeyle tanımlayıp, ayın on dördünü kıskandıracak küpeli bir güzelmiş, diye tarif edebilirim. Masalın burada çizdiği sınır, bir sultan olduğu ve bu sultanın da çok güzel olduğudur. Her dinleyici güzelliğe kendi imgelem dünyasından bir suret biçer. Birisi sultanı kahverengi saçlı hayal ederken, bir diğeri kızıl saçlı, yeşil gözlü hayal edebilir.

Biliyoruz ki masalların imgeleri kendilerini gösteren işaretler değildir. Onlar birer semboldür. Sembolik imgeler, birçok anlamın kendisinde toplandığı bir kap gibidir. Masalların içi evrensel sembollerle, yani arketiplerle doludur. Sultan masalda bir arketip olarak yönetici dişilin arketipi olabilir. Her insanın ruhuna nakşedilmiş anima ilkesi. Eğer yorum bilimin alanına girmek ve masalın içselliğinden yola çıkıp, insan olma maceramızda kendimize yeni anlamlar inşa etmek istiyorsak, sultanın bu masaldaki varlığını, eylemlerini, seçimlerini ve macerasını anima arketipinin macerası olarak okuyabiliriz. İstemezsek; masalı kanatlanmış hayallerin macerası gibi dinleyip, keyif alıp, eğlenip, hayal kurup, bırakabiliriz. Dinleyicinin niyeti, masala yönelimi onun farklı anlam katmanlarının açılmasını belirleyen önemli bir unsurdur.
Anlam inşasını peşinde olan insanın baktığı her yer ayetlerle dolu değil mi? Hakikati işaret eden ve yorumlanmayı bekleyen semboller de bu ayetlerden. Yorumlamak ise bizim irademize bırakılmış.
İSMET YAZICI: Masalların vazgeçilmez motifi ‘kahramanlar’; onların yolculuğu ile diyârlar dolaşıyoruz. O kahramanlar sanki bize ‘insan’ olabilmenin talimlerini yaptırıyor…
NAZLI ÇEVİK AZAZİ:Masalların türlü çeşitli kahramanı var. Bazen saf, bazen tembel, bazen şaşkın, bazen cömert ve sevgi dolu, bazen hayalbaz, bazen cesur… Bu liste böyle uzayıp gider. Masal kahramanları insan olma deneyimimize dahil olan her halin taşıyıcısı gibiler. Masal kahramanların bu farklılıklarının yanında bir de ortak bir özelliği vardır. Hikâyenin başlangıcında yaşam deneyimleri yok denecek kadar azdır. Onlar dünyayla çocuksu bir masumiyet üzerinden bağ kurarlar. Kendi maceralarına atıldıklarında deneyimin çarkından geçerler. Macerayı yaşarken karşılarına çıkan rehberlerinden yardım almayı ihmal etmezler. Kahramana rehberleri yol gösterirken, o da kendi macerasına atılır. Evinden uzaklaşır. Dağları, tepeleri aşar. Serüvene atılırken halden hale geçer. Biz de ona macerasında eşlik eder, hayal ederiz. Onun yolculuğunu temaşa ederiz. Kahramanın yolculuğunun imgeleri bizim hayal dünyamızda canlanır. O halde hayal perdemizde izlediğimiz kimdir? İmge dünyamızda dirilen kahraman kimdir? Bana kalırsa bizden başkası değildir. Masalın aynasında kendi iç varlığımızın dirilen imgeleri bizi bize gösterir.
İSMET YAZICI: “Bazen kalbinin derinliklerindeki hazineyi bulmak için çok uzaklara gitmen gerekir.” derler; senin hikâyen de biraz böyle galiba, aslında ‘hikâye anlatıcılığı’ ile tanışman, coğrafyandan çok uzak bir yerlerde seni tekrar kendi coğrafyanla buluşturmuş; biraz bu yolculuktan bahsedebilir misin?
NAZLI ÇEVİK AZAZİ:İstanbul Üniversitesi, Veteriner Hekimlik Fakültesinde okurken kalbim sanat aşkıyla yanıp tutuşuyordu. O vakitler çok küçüğüm tabii, ne yapmalıyım, hangi yolu yürümeliyim, bilmiyorum. Kendimi ifade edebileceğim, bana en uygun sanat formu hangisi bunu da bilmiyordum. Bildiğim bir tek şey var, o da sanat yapma isteğimdi. Deneme yanılma yöntemiyle kendimi birçok kapıya attım. Tiyatro, dans, drama gibi farklı alanlarda eğitimler aldım. Bu alanlardaki mevcudiyetimi deneyimledim. Sonunda Berlin’e gitmeye karar verdim. Almanca öğrendim. Berlin Sanat Üniversitesi’nde Tiyatro Pedagojisi yüksek lisans programına başvurumu yaptım. Sınavları geçtim ve eğitimime 2008 yılında başladım. Okulda her sanat disiplininden dersler alıyorduk. Bunlardan biri de hikâye anlatma sanatıydı. İlk dönem, hikâye anlatıcılığı dersimizi hocamız Prf. Dr. Kristin Wardetzky yürütüyordu. Kristin, her hafta profesyonel bir anlatıcıyı derse davet ediyordu. Gelen anlatıcılar bize masal, mesel, mit gibi hikâyeler anlatıyordu. Hikâye anlatıcıları ile ilk karşılaşmam böyle oldu. Bu sanata o zaman tutuldum. Sanki yıllardır anlatma sanatını arıyormuşum ve bulmak için çok uzaklara gitmem gerekti. Daha sonra anlatıcılık alanında eğitimler almaya, projeler yapmaya devam ettim. 2013 yılında Türkiye’ye geri döndüğümde bu alana odaklanmak, tüm bilgi birikimimi ve deneyimimi hikâye anlatıcılığı alanına entegre etmek istediğimi biliyordum. Nitekim öyle de oldu. Kristin’in bir cümlesi hep aklımda. Bana derdi ki, “Nazlı, biz bu işi sizden öğrendik. Sende geldin, bizden öğreniyorsun.”
İSMET YAZICI: 2015 yılında kurduğunuz SEİBA, faaliyet alanıyla çok önemli kuşkusuz; ama ben ada vuruldum. Sitenizden öğrendim: “Rivayet edilir ki, tüm canlıların aynı dili konuştuğu eski zamanlarda her yaştan ve her cinsten canlı SEİBA Ağacı’nın gölgesinde toplanıp, birbirine hikâyeler anlatırmış…” diye açıklamışsınız. Bu miti ve Anadolu’dan dallarını dünyaya açmış SEİBA’yı senden dinleyebilir miyiz?
NAZLI ÇEVİK AZAZİ:Kalbime, 2014 senesinde, yalnızca hikâye anlatıcılığı alanında faaliyetler yürüten bir okul açma niyeti düştü. Fikrimi önce yol arkadaşım A. Senem Donatan Mohan’a, sonra da Şeyda Çevik’e açtım. Bu hayali birlikte büyütmeye, yeşertmeye ve hayata geçirmeye karar verdik. Kısa bir sürede okul fikrinden uzaklaşıp, merkez kurma fikrine yaklaştık. Merkezimize isim ararken iki şartımız vardı. İlk olarak, kadim halkların yaşam ağaçlarından birinin ismi olması bizim için çok önemliydi. İkinci olarak da bu ağacın isminin, “a” harfi ile bitmesini istiyorduk. Önce Anadolu topraklarında yaşamış kültürlerin yaşam ağaçlarına baktık. Söylenmesi zor isimlerdi. Derken araştırmalarımız bizi Maya kültürüne götürdü ve Seiba ağacını bulduk. Ona vurulduk. Âşık olduk. Hem söylenmesi kolay, hem “a” harfiyle bitiyor hem de mitsel öyküsü çok güzeldi. Böylece merkezimizin kurucu miti ve ismi olarak Seiba ağacını seçtik. Seiba’yı çok sevdik.
Seiba ağacı Maya’ların yaradılış mitinin önemli bir parçası. Mite göre, başlangıçta yer ve gök birmiş. Yeryüzü sularla kaplıymış. Zamanla suyun içinden bir kaplumbağa kabuğu çıkmış. Kabuğun içinden çıkan ilk yaratıcı güç, Seiba ağacı fidanını dikmiş. Ağaç büyüdükçe yerle gök birbirinden uzaklaşmaya başlamış. Ağacın göğe uzanan dalları, yer altına uzanan kökleri, bu dünyada, yani gövdede buluşuyormuş. Böylece ağaç iki dünyayı birbirine bağlıyormuş.
Ağaç büyüyüp, serpildikçe, başlangıçta kendini korumak için ürettiği dikenlerinden zamanla kurtulmuş. Derken aynı dili konuşan hayvanlar, insanlar, canlılar Seiba ağacının gölgesinde toplanır olmuş. Bu gölgede birbirilerine hikayeler anlatır, hikayeler dinlerlermiş.
Seiba ağacı 2015 senesinin Ağustos ayından beri Türkiye’de kök salmaya devam ediyor. Hikayeler Seiba’nın gölgesinde gönülden gönüle yolculuğa çıkıyor ve isteyen herkesin yaşamına güzellik katmaya devam ediyor.
İSMET YAZICI: Hepimizin kendi masalımızın kahramanı olduğumuz, kendi hikâyelerimizle dünyada çiçekler açtığımız zamanlar gelsin; çok teşekkür ederim.
NAZLI ÇEVİK AZAZİ: Ben de çok teşekkür ederim sevgili İsmet.

NAZLI ÇEVİK AZAZİ HAKKINDA:
Hikâye anlatıcısı, tiyatro/dans pedagogu (Master of Art), eğitmen ve yazar…
Almanya’da 2017 “Thüringen Masal ve Efsane Ödülü”ne layık görülen Nazlı Çevik Azazi, unutulmaya yüz tutmuş bir sanat olan hikâye anlatıcılığının ülkemizde yeniden hatırlanması ve modern hayatın ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte yorumlanması için ulusal ve uluslararası düzeyde çalışmalar yürütmektedir. Akademik kariyerine İstanbul Üniversitesi “Veteriner Hekimlik” fakültesinde başladı. Üniversite yılları boyunca sanatsal çalışmalarına; tiyatro, dans ve yaratıcı drama alanında devam etti. Mezun olduktan sonra uzun yıllar çocuklarla ve yetişkinlerle yaratıcı drama ve yaratıcı dans çalışmaları yaptı.
2006 yılında akademik yolculuğuna Berlin’de devam etmeye karar verip, Almanca öğrenmeye başladı. 2008 yılında Berlin Sanat Üniversitesi’nde “Tiyatro Pedagojisi” Yüksek Lisans programına başladı, 2011 yılında yüksek lisansını tamamladı. 2011-2013 yılları arasında burslu olarak davet edildiği Berlin Sanat Üniversitesi’nde “Sanatsal Anlatım- Eğitimde ve Sanatta “Hikâye Anlatıcılığı” eğitimini başarıyla bitirdi. 6 yıl Berlin’de yaşayan Nazlı üniversitedeki eğitimlerinin yanısıra çağdaş Berlin’deki dans okullarından olan TanzTangente (2009-2010) ve Dock11’de (2010-2011) “Yaratıcı Dans ve Dans Pedagojisi sertifika programlarını tamamladı. Berlin’de yaşadığı süreçte her yaştan insanla sanatsal ve yaratıcılık çalışmaları yaptı; tiyatrolarda, müzelerde, okullarda, aile merkezlerinde ve sanat okullarında tiyatro, dans ve hikâye anlatıcılığı alanlarında profesyonel olarak çalıştı.
2013 yılında Türkiye’ye döndü ve yıllar içerisinde biriktirmiş olduğu bilgi ve deneyimlerinden ilhamla Hikâye Anlatma Sanatı alanındaki çalışmalarına yoğunlaştırdı. Türkiye’ye döndükten sonra çocukluğundan beri gizli aşkı olan ve yaşam serüveninde her daim kalbinde taşıdığı psikoloji, felsefe ve kadim gelenekler üzerine çalışmalarını derinleştirmeye karar verdi. Ekim 2018’de İstanbul’da başladığı Temel Varoluşçu Analiz Eğitimi’ni Haziran 2020’de tamamladı. Bu eğitimin hemen akabinde sanat terapisi yolunda derinleşme istediği kalbine düştü ve Şubat 2021’de, Expressive Arts Institude (EXA) İstanbul’da 2 yıl sürecek olan “Ruh Sağlığı, Eğitim ve Sosyal Değişim için Dışavurumcu Sanat Terapisi” eğitimine başladı. EXA’da başladığı yolculuğu yıllardır topluluklarla ve bireylerle yürüttüğü yaratıcılık çalışmalarını EXA ruhuyla farklı bir boyuta taşıdı. Şu günlerde yandan EXA’daki eğitimine devam ederken bir yandan da hikâye anlatıcılığı, sanat pedagojisi ve sanat terapisi alanındaki deneyim ve birikimlerini harmanlayacağı doktora çalışmasına hazırlanıyor.
Nazlı Çevik Azazi’nin hikâye anlatıcılığı alanında uzun yıllardır yürüttüğü çalışmalardan edindiği deneyim ve birikimden ilhamla yazdığı ilk kitabı; “MASAL: İki Dünya Arasındaki Aşk”, ikinci kitabıysa “Şifa Veren Masallar” ismiyle Doğan Novus’tan çıktı. Çocuklar için yazdığı üçüncü kitabı yakında Doğan Çocuk yayınlarından çıkacak. Ayrıca yetişkinler için Aşk Masalları ve Sembol Yorumu kitabı üzerine çalışmaya devam ediyor.
1 Yorum
İsmet Yazıcı farkını her alanda gösteriyor Değerli hocamızın her paylaşımı benim için çok değerli ve önemli.Kendisinin hayaranıyım idolüm 🌹❤️