Mesut Kara ile Sinema Üzerine / Özgür Sinema
Türk sinemasının başarılı yazarlarından sevgili Mesut Kara ile sinema ve hayatı üzerine konuştum. 1961 yılında İstanbul’da doğmuş olan Mesut Kara, uzun yıllar grafik tasarım alanında çalıştı. Edebiyat çalışmalarının yanı sıra, 90’lı yılların başından beri sinema yazarlığı yapıyor. 1985’de yazdığı Yitik adlı öyküsü Gökyüzü adlı dergide yayımlandı. Reklam alanında Sanat Yönetmeni olarak da çalışan Mesut Kara, televizyonlara sinema programları da yaptı.

“Artizler Kahvesi”, “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler”, “Pendikli yıllar ve sinemasal anılar”, “Sinema ve 12 Eylül” ve “Yeşilçam Hatırası”, “Mülksüz Çıplak”, “Benim Sinemacılarım” ve son olarak Sanatlarıyla İz Bırakıp Geçtiler Hayatımızdan” adlı yayınlanmış pek çok kitap çalışması vardır. Birçok dergide yazarlık ve editörlük yaptı. Show TV’de yayınlanan CineShow adlı sinema programının metin yazarlığı ve danışmanlığını, Kanal 6’da yayınlanan Hayalet Mektebi adlı sinema programının da hazırlanması ve sunuculuğunu üstlendi. UÇ adlı edebiyat dergisinin yayın yönetmenliğini ve sayfa tasarımını yaptı. Klaros Yayınları’nda 22 kitaplık “Sinema Kitaplığı” serisinin editörlüğünü üstlendi. Birgün gazetesinde yazıları yayımlandı.
Ayrıca pek çok başka dergide yazarlık ve editörlük yaptı, gazetelerde yazıları yayımlandı. Işıyarak Yok Olan Aktör Erkan Yücel: Şimdi Geçti Buradan, Fantastiğin Sineması ve Unutulmayan Yüzler adlı belgesel filmlerin yönetmenliğini yaptı.
2008 yılında geçirdiği rahatsızlıktan sonra Kuşadası’na yerleşen değerli yazarımız halen Evrensel gazetesinde sinema üzerine yazmaya devam ediyor.
- Anladığım Kadarıyla sinema üzerine ilk yazmaya başladığınız dönemlerden itibaren özellikle Yeşilçam Sineması ilginizi çekmiş. O dönemi ve o dönemin sinemasını nasıl tanımlarsınız?
Diğer ülke sinemalarında olduğu gibi genel olarak Türkiye sinemasında özel olarak da Yeşilçam sinemasında da iki damar vardı, bugün de öyle. Bir yanda popüler gişe filmleri yapan tecimsel sinema, diğer yanda sanat sineması, toplumsal sinema, muhalif sinema yapan yapımcılar ve yönetmenler. Ben bütün olarak sevdim Türkiye’de yapılan sinemayı. Tecimsel gişe filmleri yapan damara eleştirilerim de oldu, diğer damara övgülerim de. Kişisel olarak çocukluğum yazlık ve kışlık salonlarda izlediğim melodramlarla, popüler filmlerle geçti. Sonrasında Yılmaz Güney, Lütfi Ö. Akad, Metin Erksan, Memduh Ün, Halit Refiğ ve filmleriyle tanıştım, 1960-65 arasında yapılan toplumsal gerçekçi filmleri izledim. Türkiye’de sinema bir avuç inançlı sinemacının büyük fedakarlıklarıyla olanaksızlıklar içinde karanlıkta el yordamıyla yapılıyordu. Sahiciydi, inandırıcıydı. Aydınların küçümsemesine rağmen Vedat Türkali, Kemal Tahir, Orhan Kemal, sonraları Selim İleri gibi aydın yazarların verdiği senaryo destekleriyle başyapıt sayılan filmler yapıldı. Daha çok popüler filmler yapan Osman Seden’in de benzer çizgideki yönetmenlerin yaptıkları arasında iyi filmleri vardı. Anlamak destek olmak yerine küçümseyip uzak durmak yanlıştı ve sinemanın olumlu yönde gelişmesini geciktirdi.
- Bir sanatçı muhalif duruşuyla, sanatını özgün ve özgür bir şekilde üreterek özerk kalabilir. Yılmaz Güney bu meseleye ilişkin bir değerlendirmesinde şöyle diyor: “Benim anladığım sanat, sınıf mücadelesinin en etkili ve ihmal edilmez silahlarından birisidir” Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Sinema iktidarların olduğu kadar muhaliflerin de ideolojilerini, siyasi inançlarını yansıtmaya çabaladığı bir alan. Sanat ve kitle iletişim araçları aynı zamanda her türden iktidar ve muhalefetin mücadele ettiği alanlar olarak da var olur. Sinemanın ekonomik, ideolojik ve estetik olarak üç temel işlevi olduğu düşünüldüğünde bu işlevlerin ana akım ve muhalif sinemaların yapısını/içeriğini belirlediğini söyleyebiliriz. Statükocu teoriler iktidarın, eleştirel kuramlar muhalefetin yol göstericiliğini yapar.
İktidarlar hayatın her alanında olduğu gibi kültür alanında da ideolojik egemenliğini oluşturmak, yeniden üretmek için sanatı ve kitle iletişim araçlarını kullanırlar. Sinema da hem sanat olarak hem de yaygın/etkili bir kitle iletişim aracı olarak, egemen ve muhalif ideolojiler açısından toplumların kültürel yaşamlarında önemli bir yere sahiptir. Muhalif sanat dünyayı, içinde yaşadığı toplumu, her anlamda iktidarı sorgular. Yalnızca sorgulamayla yetinmeyip dönüştürmeyi de önerebilirler.
Egemen ideolojinin kitleleri yönlendirme işlevi gören egemen/ana akım sinema bunu fark ettirmeden yapmayı seçtiğinden, siyasetle ilişkisi de dolaylıdır.
1978 sonrasında sinemaya genç yönetmenler gelir, daha ayrıksı filmler yapılır. Bu yenilenmeyle birlikte 1980’li yıllar boyunca ve sonrasında farklı sinemanın yolları aranır, Yeşilçam sinemasında tabu sayılan, dokunulmayan konularda filmler üretilir. Var olan sinemanın/Yeşilçam’ın üretim ilişkilerinde, üretim biçiminde 80 sonrasında yaşanan köklü değişimler, yapımcıların ortadan kalkmasıyla yönetmenleri sinema dışı kaynaklara, destekleyicilere yöneltir. Sinemacılar/yönetmenler üreteceği filmlerin parasal kaynağını ya kendi olanaklarıyla oluşturuyor ya da destekleyicilerden alıyordu. Kısıtlı imkânlarla, küçük bütçelerle bağımsız yapımcılık ürünü filmler yapılır, 1980’li yıllar ve sonrasında. Bu kişisel çabalar sinemanın yeni oluşumlarına da öncülük eder, yolunu açar. Fakat küçümseyip uzak duranlar bu süreci de Lütfi Akad’, Metin Erksan’ı da muhalif sinemayı da görmezden geldiler, sonradan keşfettiler.
- İçinde bulunduğumuz son 20 yılda hem ülkemizde hem dünyada faşizm güç kazandı. Yasakların arttığı dönemlerin ardından genellikle sanatsal alanda hareketlenmeler yaşanıyor. Aynı Franko döneminin ardından, yasakların kalkmasıyla birlikte; yenilikçi, yıkıcı ve bağımsız bir İspanyol Sinemasının ortaya çıkması gibi. Ayrıca günümüzde sinemada politik film çeken yönetmenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Son yıllarda bu konuda parlayan yönetmenlerimiz elbette var; Emin Alper, Mahmut Fazıl Coşkun, Kıvanç Sezer, Ezel Akay gibi yönetmenlerimiz var. Ancak günümüzde genellikle bağımsız filmler çekiliyor. Sizce bu durum siyasi konjonktürden ve baskılardan mı kaynaklanıyor?
Geçmişin film yapma koşulları koşulları günümüzde yok çünkü artık yapımcısektörü yok. Şimdi film yapmak çok daha zorlaştı. Film yapmak isteyen yönetmen filminin yapımcılığını da üstlenmek, gerekli parayı bulmak zorunda kalıyor. Bu durum da film üretimini olumsuz etkiliyor. Yaşadığımız ekonomik koşullarda üretilen film sayısının düşük olmasının bir nedeni de bu. Projelerini hayata geçiremeyenlerin çoğunluğu da yenilikçi, bağımsız sanat sineması ya da toplumcu filmler yapmak isteyen sinemacılar. Baskıdan çok ekonomik koşullar engelliyor bu çabaları günümüzde.
90’lardan bu yana öne çıkan, önemli filmler yapan Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Handan İpekçi, Ezel Akay, Kazım Öz, Hüseyin Karabey, Yüksel Aksu, Ömer Uğur, Sırrı Süreyya Önder, Emin Alper, Özcan Alper, Orçun Benli gibi yönetmenler farklı bir kulvarda filmler ürettiler.
- “Benim Sinemacılarım” adlı kitabınızda Müjde Ar’ı yazdığınız bölümde onun ve 1980 sonrası izlediğimiz Kadın filmlerinin öneminden bahsettiniz. Atıf Yılmaz ve Müjde Ar ile başlayan, toplumda tabuları yıkmaya yönelik Kadın filmlerinin sizce neden devamı gelmedi ya da yeterli olmadı?
1960-65 yılları arasında yapılan toplumsal gerçekçi filmler de 70’lerin başına Yılmaz Güney’e kadar sürmemişti. Yaşanan koşulların, tepkilerin ürünleriydi onlar. 80 sonrası Atıf Yılmaz’ın yaptığı Müjde Ar’lı kadın filmleri de dönemin, yaşanan koşulların, öncesinde yaşanan farklı bastırılmışlıkların tepkisi ve ürünleriydi. Öncesinde kadınlar da sanatçılar, sinemacılar da farklı baskıların, dayatmaların yasakların basıncı altında duygularını, isteklerini, haklarını baskılamak zorunda bırakılmışlardı. 80 sonrası oluşan boşlukta bir tepki, itiraz ve başkaldırı olarak yeni keşiflere açılan kadının yolculuğu yansıdı o filmlere. Sonraki yıllar ise hepimizin yaşayarak gördüğü başka ve daha kötü bir dünyaya evrildi, başka bir süreç yaşandı. Yeni dönemin sineması da yeni koşullara göre filmler yapmaya yöneldi.
- Yeni çıkan “Sanatlarıyla İz Bırakıp Geçtiler Hayatımızdan” adlı kitabınızda pek çok değerli sinemacıya yer vermişsiniz. “Benim Sinemacılarım” kitabınızda da çok değerli portreler var. Kitaplarınızda henüz yer vermediğiniz sinema sanatçıları var mı, varsa onları hangi kaygılarla yazmadınız? Onları da bir gün yazmayı düşünüyor musunuz?
Cahide Sonku, Sezer Sezin, Ayhan Işık, Belgin Doruk gibi benden önceki kuşakların perdede izlediği, benim yetişemediğim, tanıma olanağı bulamadığım sinemacıları “Yeşilçam Hatırası” adlı kitabımda yazmıştım. Çok popüler olan ve kendine medyada sürekli yer bulan, haklarında kitaplar yazılan Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Fatma Girik, Kadir İnanır gibi sanatçıları farklı bir çalışmada değerlendirmek düşüncesiyle söyleşi yapmayı, yazmayı hep sonraya bıraktım.

- İzleyerek, yaşayarak, yazarak, değişik biçimlerde hayatına pek çok film sığdırmış olan Mesut Kara’nın en çok en sevdiği filmi ve yönetmeni sormak istiyorum?
Türkiye sineması var edenlere sevgiyi tek bir filmle, bir yönetmenle açıklamak olanaklı değil. İlk 10 bile deseniz bunu sıralamak çok zor… Belki uzun bir liste olacak ama şöyle sıralayabilirim sevdiklerimi:
Kanun Namına (Lütfi Ö. Akad, 1952), Üç Arkadaş (Memduh Ün, 1958), Gecelerin Ötesi (Metin Erksan 1960), Kırık Çanaklar) Memduh Ün, 1960), Otobüs Yolcuları (Ertem Göreç, 1961) Şehirdeki Yabancı (Halit Refiğ, 1962), Yılanların Öcü (Metin Erksan 1962), Şehirdeki Yabancı (Halit Refiğ, 1962), Üç Tekerlekli Bisiklet (Memduh Ün, Ö. Lütfi Akad, 1962), Susuz Yaz (Metin Erksan, 1963), Suçlular aramızda, (Metin Erksan, 1964), Kızgın Delikanlı (Ertem Göreç, 1964), Karanlıkta Uyananlar (Ertem Göreç, 1964), Hızlı Yaşayanlar (Nevzat Pesen, 1964), Gurbet Kuşları (Halit Refiğ, 1964), Bitmeyen Yol (Duygu Sağıroğlu, 1965), Sevmek Zamanı (Metin Erksan 1965), Sevmek Seni (Cengiz Tuncer, 1965), Kuyu Metin Erksan, 1968), Vesikalı Yarim (Lütfi Ö. Akad 1968), Umut (Yılmaz Güney, 1970) Arkadaş (Yılmaz Güney, 1974), Endişe (1974 Şerif Gören, 1974), Sürü Zeki Ökten, 1978), Yol (Şerif Gören, 1981), Piano Piano Bacaksız (Tunç Başaran, 1991), Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (Ahmet Uluçay 2002), Sonbahar (Özcan Alper, 2007)
Ayşe Özgür Aydoğan