Bir önceki yazım ‘Yazmak Öğrenilir mi?’ başlıklıydı. Edebi değeri olan, kaliteli ve yaratıcı içerikler sunarak okuyucuyu geliştiren eserler ortaya çıkarmanın yolları üstüne çeşitli fikirleri paylaşmıştım. Bu konuda farklı fikir ve yorumlar vardı evet ama herkesin ortak olduğu nokta, edebi değeri yüksek, yaratıcı ve kaliteli eserler okumadan iyi bir yazar da olunamayacağı yönündeydi.
Yazımın ardından konuştuğum bir yazar arkadaşım, bahsettiğim değerlerin edebiyat dünyasında artık geçer akçe olmadığını ve dolayısı ile bu fikirlerin okuyucu nezdinde muteber bulunmadığı, yayınevlerinin yazar tercihlerini sosyal medyadaki takipçi sayısına göre belirlediğini, zira parlatılmadığı için satmayan bir yazarın ticari açıdan büyük zararlar verdiğini söyledikten sonra ekledi: Sen bir kitabın basımının şu anda kaç liraya mal olduğunu biliyor musun?
Baskı fiyatını veya diğer pazarlama giderlerini bilmeme imkan olmasa da, izleyicisi yüzbinlere ulaşmış kitap tanıtımı yapan Tiktok fenomenlerinin okuyucunun tercihleri üstündeki etkisi ile ilgili bilgim vardı. Söz konusu haberin linkini sona ekleyeceğim.*
Üstad Roland Barthes meseleye herkesten önce uyananlardan olduğundan, Yazarın Ölümü denemelerinde metnin, yazarından tamamen bağımsızlaşmadan okurun serbest yorum yapamayacağını anlatırken der ki “Çağdaş kültürdeki edebiyat imgesi despotça yazarın kişiliğine, yaşamöyküsüne, beğenilerine ve tutkularına odaklanmıştır.”
Haydi burdan yakın!
Okuyucu yazarın özel hayatını bunca merak ederek kitaplarını da bu paralellikte satın almaya karar vererek değerlendiriyorsa, yazar seçerken takipçi sayısına göre seçim yapan yayın evlerini mazur mu görmeliyiz? Kapalı kapılar ardında dilediğince yaşarken pek de önemsemediği ancak medya/toplum önüne çıktığında kimi zihin ve toplulukları etkileyeceğinden emin olarak köpürttüğü politik duruşu ile puan toplayanların eserlerini bu karmaşada nasıl ayıklayacağız? Edebiyat dünyasına yön verebilecek güçte pazarlama becerisi olan yayın evlerinin bastığı değeri tartışmalı kitapların üstüne bir de bunlar şunlar. Tam bir commedia del arte** ortamı.
Oysa biz ne öğrenmiştik, metin kitap haline gelip de okuyucusuna ulaştıktan sonra artık yazarından bağımsızdı. Okur dilediğince sever, sevmez, yerer, öper, okşar veya tiksinir, çöpe atardı. Hem, Michel Foucault; Yazar Nedir adlı kitabında “Ölümsüzlüğü yaratmakla yükümlü bir metin, öldürme hakkına erişir ve nihayetinde yazarının katili olur” demiyor muydu? Şimdiki duruma bakıldığında, maddi varlığı ile gürül gürül göz önündeyken yazar, yarattığı hikaye ve karakterler kişiliğinden ne kadar bağımsız değerlendirilebilir?
İster dayatma ile ister kendi arzusu ile olsun sonuç farketmez: Yazar, görünmenin olağanüstü talep edildiği bu ortamda, eserlerinin değerinin idam sehpasını kuruyor olabilir mi? Sadece soruyorum: Yazarın sonu ne olacak? Ölmeyi kabul ederek eserini özgür bırakmaya razı mı gelecek? Yoksa, eserlerini ezen gösterişli kişiliği ile ön planda kalarak daima konuşulan olmayı mı tercih edecek?
https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-cumartesi/kitap-kurtlari-tiktoku-ele-gecirdi-41863208