Sinema, yapısındaki “fiziksel gerçekliği” güçlü yansıtabilme özelliğinden dolayı izleyici ile kurduğu kolay ilişki, onun geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Bu da sinemayı, sosyoekonomik katmanlar arasında en geçirgen sanat dalı hâline getirdi.
Genç bir sanat disiplini olarak, etki alanının büyüklüğü başarılı olduğu kadar bir handikaptı. 20.YY başlarında sinemayı gerçek bir sanat dalı olarak tanımlayabilmek için teorik temelli kuramlar oluşmaya başlamıştı. Birçok sinema insanına göre sinema sadece bir eğlence aracı değil, işlevsel bir disiplindi. Bu kuramlar sinemanın izleyici ve toplumla olan gerçeklik bağını sorgulama üzerineydi ve bir anlamda sinemanın etik yapısını oluşturuyordu.
Üzerinde özellikle durulması gereken sinemanın kitleyle kurabildiği kolay ve etkili iletişimin manipülasyona açık olmasıydı. Oluşturmak istenen entelektüel çaba ise bunun önüne geçebilmek içindi. Bu süreç gerçekleşirken sinema kendi varlık alanındaki ayrışmayı oluşturuyordu. Gelinen noktada, sinema ya bilgi taşıyan ya da insan duygularına hitap eden iki farklı biçime evrildi. İlki, sinemanın insanı aydınlatmak için pozitivist bir şekilde güncellenen yönüydü. Her insanın ulaşamadığı ve algılayamadığı olgular ile içinde olduğu ama fark edemediği toplumsal yapının açılımlarını ona taşıyan bilgiydi. Buna belgesel sineması denildi. İkincisi, izleyicinin duygusuna, ruh hâline yönelik olan, günlük yaşantının dışına çıkartıp güldürerek ya da hüzünlendirerek hoşça vakit geçirtebilme üzerine kurulu olan eğlence sinemasıydı. Her iki türün ortak yönü gerçeklik olgusu taşıyor olmalarıydı. Belgesel sinema, öznel bir kavram olan gerçeği sunarken, eğlence sineması kurgusal gerçeklikle oluşturuldu..
Yukarıda belirtildiği üzere sinemanın izleyiciyle kolay ilişki kurması, gücü olduğu kadar zayıflığıydı da. Bir süre sonra bu, sinemanın kitle ilizyon aracı olarak kullanılmasına neden oldu. Siyasallaşan sinema, gündemi belirlemek isteyen üst aklın bazen direkt bazen de bilinç altına yaptığı göndermelerle kitleyi domine ettiği bir silâha dönüştü. Baskıcı ve totaliter sistemlerde propoganda yönü sakınılmadan kullanılan sinema, Nazi Almanyası ve Mussolini İtalyası’nda, keza Ekim Devriminden sonra Sovyet Rusyası’nda bunun bariz örneklerini vermiştir.
Ancak, eğlence amaçlı üretilen sinemanın da bir siyasi yönü vardı; bu anlayışla yapılan sinema; totaliter sistemlerde her şeyin ne denli mükemmel olduğu algısı barındırırken, diktatörlerin ülkelerinde mükemmeli yarattıkları masalını anlatır. Bunun en güzel örneği 1937 yılında Benito Mussolini tarafından, “IL cinema é l’arma Piu Forte.” (sinema en güçlü silâhtır) sloganıyla kurulan Cinecittá Film Platosu’nda çekilen Beyaz Telefon filmleridir. İşin ironik yanı, sinemada bir kült olan İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bu yapının içinden çıkmış olmasıdır. Rusya’da propoganda sinemasından sağlam argümanları olan Devrim Sineması denilen önemli bir sinemasal alan oluşması gibi.
Sinemanın siyasal amaç taşımadığı algısı oluşturularak, totaliter olmayan ülkelerde de benzeri amaçla kullanılmaya devam etti. Sinemayla insanların yapısal bozukluktan kaynaklanan sorunlardan uzaklaştırılması sağlanarak, apolitik bir kitle oluşturuldu.
Bir başka ve çok incelikli duruma ise ülkelerin kendi manevra alanlarını halka empoze etmek için sinemayı kullanmaları oldu. Bunun okuması Hollywood üzerinden yapılabilir. Hollywood ABD politikalarıyla uyumlu, içinde Amerikan yaşam kodlarının olduğu, Amerikan ahlâk anlayışını normalleştirdiği filmler üretti. Bu filmlerde; biz iyiler ve o kötüler, biz demokrasi havarileri ve o demokrasi düşmanları, biz heteroseksüel beyazlar ve o uyuşturucu satıcısı zenciler, biz iyi kovboylar ve o ilkel kızılderililer gibi subjektif kavramlarla kitlelerin içselleştirdiği mutlak bir haklılık algısı yarattı. Bu filmlerde iyiler çok iyi ve çok güzel, kötüler çok kötü ve çirkindirler.
İkonik karakterlerin hâkim olduğu filmlerde psikolojik derinlik, bireyin iç dünyası ve minimal durumlar üzerinde durulmaz. Liberalizmin ortaklaşmayı, paylaşımı, kollektivizmi dışladığı bir sistemde, başarı ve başarısızlık gibi durumlarda bütün suçu bireye yıktığı bir sistematiği kurgular izleyicisine. Bunu yapar, çünkü WASP ideolojisinin amiral gemisi olan Hollywood, büyük bir Amerikan propoganda endüstrisidir.
Burada bir şeyi belirtmemiz gerekiyor. Sinemanın kitle üzerindeki etkisi nedeniyle, bir simülasyon aygıtı olarak kullanılması bütünü kapsayan bir durum değildir. Çünkü sinema kesintisiz bir bütünlük içinde ilerlememiştir. Yaratıcı, özgün, bağımsız, eleştirel karşı sinema, yine sinema içinden kendini yaratmıştır. “İtalyan Yeni Gerçekçilik”, “Fransız Yeni Dalga” ve “Bağımsız Amerikan Film Hareketi” gibi. Dünyanın birçok yerinde benzer anlayışla filmler çekilmektedir. Hatta Amerika’da McCarthy döneminde bile cesur sinemacılar çıkmıştır ve hala çıkmaktadır.
Yedinci sanat hayatı yeniden oluştururken – taklit ederken, sinemayı kullanmak isteyen güçler daima olacaktır. Ancak her sanat disiplininde içkin olan özgürlük ve yaratıcılık dinamikleriyle, sinema insanlık vicdanı ve aklı için nitelikli filmler üretmeye devam edecektir.
1 Yorum
Tebrik ederim. 👏📚👍✍️