Alfabeyi öğrenmekten bahsetmediğimi tahmin ediyorsunuzdur. Popüler kültürün fotoroman kılıklı beyaz diziler ile çıktığı yolda, pazarlama harikası iç gıdıklayıcı isimlere sahip kişisel gelişim kitapları ile iyice gözümüze soktuğu yazarlık mesleğinin dejenerasyonu ile ilgili düşünüyorum bir süredir.
Ortalık kitap ve yazardan geçilmiyor. Herkes yazmak istiyor. Hayatını, gezilerini, anılarını, hayallerini… Yazarlığın ise bir onay makamı, diploması olmadığına göre, isteyen istediği şekilde yazabilir tabi ki. Pekiyi, yazar kime denir? Yazar ve eleştirmen Hülya Soyşekerci, Onur Çalı ile yaptığı röportajda bu konuda bakın neler diyor. * Herkes bir şeyler yazabilir; makale yazar, haber yazar, rapor yazar, acemice de olsa edebiyat metni yazar. Onlar henüz “yazar” değil, “yazıcı” ya da “yazan kişi”dirler. “Yazar” sözcüğünde önemli bir fark görüyorum ben. Şöyle ki, yaratıcı olma, özgünlük ve deneysellik taşıma, aşınan formları ve klişeleri kırma, dile yeni dokular kazandırma, yaşama yeni bir perspektiften bakma gibi nitelikler taşıyanlar, gerçek anlamda yazardırlar bence. Her gün gördüğümüz gerçeklere, yaşam ayrıntılarına, sıradanlığa dönüştürdüğümüz ve aşındırdığımız kimi olgulara yepyeni ve farklı bir bakış açısıyla bakabilen; kendine özgü bir üslup içinde dünyayı yeniden anlamlandıran, metin içi yaratıcı unsurları ve estetik dengeleri iyi kuranlar, işte onlar gerçekten “yazar”dırlar.
Bu tanımdan yola çıkarsak, gerçekten yazar statüsünde ulaşmak için yazmak, öğrenilebilir mi? Bu soru nereden aklına geldi diye düşünenlere, Soyşekerci ile yukarıdaki röportajı yapan Onur Çalı’ya ait. 19.02.22 tarihli bir tweetten, yanıtını vereceğim. ‘İyi yazmanın tek koşulu iyi metinler okumaktır. Atölye yapan herkes sahtekardır. Bi daha: Atölye yapan herkes sahtekardır.’ yazmış Çalı. Sonrasında gelen tepkiler üzerine özür dileyerek geri adım atsa da, fikrinde net olması, edebiyat alemindeki al takke ver gülüm ekibinin ne söyleyeceğini veya aforoz edilmeyi umursamaması hoşuma gitmişti okuduğumda. Bizim gibi ülkelerde, bu tip tartışmaları açmak cesaret istiyor çünkü. Halbuki, tartışmadan doğru sonuçlara ulaşmak mümkün değil: Barika-i hakikat müsademe-i efkardan çıkar.**
Çok küçük yaşlardan beri yazma ve okuma eylemlerini hayatının merkezine koyan ve hayatını yazarak kazanan biriyim. Ancak, yazı atölyelerine hiç katılmadım. Katılan çok arkadaşım oldu. İçlerinde daha sonra kitapları yayınlananlar da var. Naçizane tespitim, o kurslara gittikleri için kitaplarının basıldığı yolunda değil. Çünkü eğer sadece atölyelere katılmakla yazar olunsaydı, şu anda ortalıktaki kötü kitapların yüzdesi şaşırtıcı derecede artmış olurdu.
Başa dönersek, pekiyi; sadece iyi kitaplar okumak iyi bir yazar olmak için yeterli midir? Yeterli diyenlere sözüm yok. Ya değilse? Bir yazar kendini nasıl geliştirebilir. Nasıl daha özel, farklı, estetik ve yaratıcı metinler üretecek altyapıya sahip olabilir?
Yazar ve eleştirmen Semih Gümüş bu konudaki bir röportajında, “Bu tür atölye çalışmalarında yaratıcı yazarlık öğrenilmez, ben bunu hep söylüyorum. Ama yaratıcı yazarlığa giden yolların yordamların öğrenilmesi, yaratıcı yazının bazı sağlam ipuçlarının kavranması, yanlış alışkanlıkların yerine doğrularının konması, bakış açılarının değişmesi ve en önemlisi, doğru bir okuma biçimi edinmenin yollarının görülmesi pekâlâ sağlanabilir.” diyor.
Haydi bunları öğrendiniz, pekiyi iyi yazmak öğrenilir mi? Artık şunu biliyoruz ki, bir okuldan mezun olmanız o mesleği hakkıyla icra etmeniz için yeterli bir kıstas değil. Hatta okullu olmayı, yaratıcılık için gereken özgür bakışı baskılayarak çerçeveye aldığı ve çeşitli kalıplara soktuğu için muteber bulmayan pek çok değerli sanat eleştirmeni var.
Gerçek şu ki; Kan, ter, gözyaşı ve sabrın üstünde yükselen yeteneğinizi sürekli geliştirmediğiniz, yenilenmediğiniz müddetçe sanatın hangi dalı olursa olsun, ortaya çıkardığınız eserler daima çaresizce eksik kalacaktır. Pekiyi, yazma atölyeleri bu çabanın mutlak bir parçası olmalıdır?
Atölyenin eğitmenleri arasında Ursula LeGuin, Margaret Atwood, Neil Gaiman gibi şahane isimlerin olduğunu varsayarsak sorumuz haliyle yersiz kaçabilir. Kaçımız bu isimlerle bir araya gelme şansına yani maddi gücüne sahibiz? Zira, ismi büyük yazarın atölyesine katılım bedeli de o oranda büyük olacaktır.
Burada sorum şu, atölyeyi açanlar kimler olmalıdır? Her işin bir ehli varsa, bu işin ehillerine nasıl karar verilmeli? Yazar, eleştirmen, akademisyen, yayıncı…. Kimler atölye açacak ve eğitim verecek yetkinliğe sahiptir? Ve bu yetkinliğin kararını verenler kimlerdir? Bu noktada, atölyeyi açan isim/isimler ve katılımcılara verilen vaatler, atölyenin işlevinden önemli diye düşünüyorum. Evet yazarlar da para kazanmak zorunda, ancak sadece maddi kazanç sağlamak için değil ‘yazarın edebi yolculuğa çıkan bir kahraman olarak’ gelişimine katkıda bulunmayı önceliğine alan her türlü çaba, bana hem daha samimi hem de faydalı geliyor.
Kimler atölye açmalı ve biricik satış önermeleri ne olmalı? Suistimale açık, popüler kültüre ait isim ve ürünlerinin pazarlama yolu ile iyice köpürtüldüğü, aslında pek dar edebiyat dünyamızda, işini doğru ve iyi şekilde yapmaya çabalayan ve bu yolda acı çeken herkesin bu sorunun cevabını bildiğini düşünüyorum.
*https://parsomenfanzin.com/2022/04/11/hulya-soysekerci-ile-soylesi-edebiyatin-toplumu-ve-insani-donusturucu-gucune-inanan-biri-olarak-umutluyum/?fbclid=IwAR2md_eicToJmhdFpb_MhG9tWn0Azyh0ftsnKZ5yDAbQYfRW1SfngIaX4yA
**Hakikatin ışığı fikirlerin çarpışmasından çıkar.