Bizlere küçükken anlatılan masal tadındaki hikayelerin aslında gerçek yaşam öyküleri olduğunu fark ettiğimizde büyüyoruz galiba. Üstelik bu sarsıcı hikayelerde isimleri geçenler, kanlı canlı karşımıza çıktığında her şey daha bir yerine oturuyor. Hikayeler, masal romantizminden çıkıp geleceğimizi şekillendiren kâh can yakıcı, kâh gülümseten, ancak zihnimizi daima korkuyla uyaran karadeliklere dönüşüyor.
Bir önceki yazımdan hatırlarsanız, bu seferki konum için seçtiğim başlık ‘Kadınlar Aslında Balıktır’ idi. Asla unutmuş değilim. Sadece sırasını bekliyor.
Mübadelenin 99. Yılı olduğunu fark edince, mülteci, göçmen, muhacır; hangi iklimde adı her ne ise, türlü nedenler ile alıştıkları yerlerden kopan ve başkalarının topraklarında kök salmak zorunda bırakılan insanlar hakkında yazmak istedim. Çünkü farklı deneyimler içerse de, temelde ailemin iki tarafının geçmişinde de bu zorunlu göç kırılması var.
30 Ocak 1923 tarihinde Lozan Barış Konferansı müzakerelerin ardından, Türk ve Rum Ahalinin Değişimine Dair Türkiye-Yunanistan Arasında İmzalanan Sözleşme ve Protokol resmi adı ile yürürlüğe sokulan mübadeledenin yaraları, 99. yıldır suyun her iki tarafındakiler için de de hala kapanmış değil.
Mübadelenin en kötü taraflarından biri de, Osmanlı İmparatorluğu’nun millet sisteminin devamı niteliğinde Türk heyetinin öne sürdüğü azınlık kavramı benimsenerek ölçütün ırk ya da dil değil, din olarak tercih edilmesi. Konuştuğu dil ne olursa olsun inanç temel alındığından: Örneğin Karaman civarında yaşayan ve Türkçe konuşan Türk Ortodoksları ile Girit’ta yaşayan ve Yunanca konuşan Yunan Müslümanları mübadeleye dahil edilmişti. İstisnai olarak, İstanbul’da yaşayan Rum ahalisi ile Batı Trakya’daki Türkler mübadelenin kapsamı dışında bırakılmıştı.
Konferans devam ederken Osmanlı tebaasından Rum kökenli Hıristiyan vatandaşların bir kısmı, müslümanlığa geçmişti. Leyla Erbil Kalan romanında bu savı destekleyecek şekilde “üç katlı ahşap evimiz, Hacı Murat adlı bir Rum ustanın elinden çıkmadır’’ yazmıştır. Diğer taraftan son günlerin popüler Netflix dizisi Kulüp’te de, gazino patronu Orhan bey diye bilinen kişi aslında İzmir kökenli Rum bir ailenin oğlu Niko’dur. Konferans devam ederken, pek çok Rum kadınının alıştığı topraklarda yaşamaya devam etmek için Müslüman Türk erkekleri ile evlendiği de Ankara hükümetince fark edilerek bu tip evlilikler bir süreliğine yasaklanmıştı.
Ailemin iki yanında da göç kırılması olduğunu yazmıştım. Babamın annesinin ailesi Rodos’tan gelme. Muhtemelen meşhur Gülcemal transatlantiği ile getirelenler arasında olduklarını düşünüyorum. 1920 yılında Türk bayrağıyla İstanbul’dan New York’a yaptığı seferle bir ilke imza atan Osmanlı Devleti’nin ilk transatlantik yolcu gemisi Gülcemal aynı zamanda, 500 binden fazla Türk’ü Yunanistan’dan Türkiye’ye getiren gemidir de.
Babaannemin ailesinin Rodos’tan Fethiye’ye sürülme hikayesi, halamın ben çok küçükken anlattıklarından ibaret. Bundan 6-7 yıl önce Fethiye nüfus müdürlüğünde kayıtlarına ulaştım. Önümde kocaman kara kaplı bir defter açtıklarında, üstündeki ‘yabancılar’ ibaresi görünce içim cız etmişti. Tıpkı yıllar önce Atina’daki Pire limanına İzmir’den gelen Rumların çaresizlik hikayelerini dinlediğimde olduğu gibi.
Bizler 4. Kuşak olarak sadece hikayelerini dinlemiş olsak da: Başkasının toprağında alıştıkları renklerde coşkuyla açsın, boyunları bükük olmasın sevdikleri çiçeklerin diye, ailelerimiz çok büyük bedeller ödemiş. Mübadelenin 99. Yılında en büyük dileğim, dil-din-ırk fark etmez, bu acıların bir daha yaşanmaması. Anılarda yaşayan tüm büyüklerimizi saygı ve hürmetle anıyorum.
3 yorum
FtJZGWvuhfcLl
KXwHOxzmdpeZfT
gTpmPMHQLt