‘’BULUTLARIN İÇİNDE YÜZER ANNEM

BİLİRİM BENİ NE ÇOK SEVER… ‘’

diye yazıp ben uyurken yatağımın başucuna kalplerle dolu bir kağıda not şeklinde bırakan altı yaşında Masal isminde bu hayattaki en büyük zenginliğim dediğim bir kız evladına sahibim. Bu dünyayı yazarak keşfetme yolculuğuna çıktığımdan beri edebiyatın eşittir samimiyet olduğunu anlamada gecikmedim. Ve de çocuğa eğilen edebiyatın önce içindeki çocuğu sevmekle başladığını… İnsan o çocuğu sevdikçe büyüyor, gelişiyor ve hayatını anlamlandıran her şeyi en saf haliyle gösterebilmenin bilgeliğiyle donanıyor. Sevmenin de sevilmenin de hakkını teslim edebiliyor hem kendine hem sevdiklerine… Yaşadıklarımdan süzüleni hayal gücümle birleştirdiğim, çocuk dünyasına ışınlandığım, maceradan maceraya koşarken, eğlendiğim, hüzünlendiğim, sığındığım, kaçtığım, saklandığım, açığa çıkıp yakalandığım, korktuğum, cesaretlendiğim, yenildiğim, güçlendiğim her duygunun ışığıyla yazma cesareti bulduğum çocuk edebiyatı, içsel yolculuğumun özgürce dışa vurumu, benim için engel olunamaz bir gerçeklik, uzatmalı çocuk hissiyatımla buluşma alanıdır. Bu edebiyat sonsuza açılan ışıl ışıl, rengarenk büyülü bir kapıdır. Ve bu kapıdan girmek isteyen herkese açıktır. Sınıfsal ayrımcılığın, ırksal ayrımcılığın, cinsel ayrımcılığın olmadığı herkesin eşitlendiği bir kapıdır. Bu kapının üzerinde kız veya erkek kitabı diye yazmaz. Çocuk kitabı diye yazar. Bundan sadece çocukların arasında geçen olaylar anlatılır zannediyorsanız orada durmalısınız. Pekala yetişkinleri de içine dahil edebilen bir dünyadır çocuk kitapları. Sadece çocukların okuduğu kitaplar sanıyorsanız orada da yanılıyorsunuz. Bu kitaplar her yaş okuru içindir. Herkesin bu dünyada eşit haklara sahip olabildiğini anlatabildim umarım. Haydi gelin o halde çocuk edebiyatında çocuğun durduğu yeri anlamaya çalışalım.

Bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik evrelerini oluşturan 0-18 yaş arası insan yavrusu tanımlamasıyla II. Dünya Savaşı sonrası Batı’daki eğitim sisteminin çocuğa bakış açısını sorgulayıp, çocuğu nesne konumundan özne konumuna geçirerek evrensel çocuk anlayışına gitmesi ‘Aydınlanma ve Sanayileşmeyle’ birlikte yeni sosyal ve ekonomik ilişkiler, ahlak ve eğitim seviyesindeki gelişmeler, çocukluk kavramını ve çocuğun toplumdaki yerini belirleyen etkenlerdir. 18. yy.’ın ikinci yarısında Batı’da başlayan modern çocuk edebiyatı çocuğa görelik ilkesiyle 19. yy.da daha saygın bir edebiyat alanı haline gelirken bir yandan da dinsel ve ideolojik yönelimlerin olduğunu, klasiklerin yazıldığı çocuk ve gençlik kitaplarının yanı sıra didaktik kitapların da fazlaca yer bulduğunu söylemek mümkündür. II. Dünya Savaşı’nın ardından aşırı didaktik ve tek tip insan yaratma anlayışının çökmesi üzerine yeni geliştirilen eğitim ve edebiyat sistemi, okura metni sorgulama olanağı tanıyan eleştirel okuma kültürünün baş gösterdiği süreç olurken aynı zamanda hem çocuğa kendi gerçekliği içinde yaklaşmış hem de kadın erkek eşitliğini öncüllemiştir.

Kendi kültürümüze baktığımızda göçebe yaşanılan anaerkil dönemden itibaren çocuğa değer verilmiş. Sanayileşme ve kentleşmenin etkisiyle geniş aileden çekirdek aileye dönüşen yapı içinde çocuğa duyulan saygı korunmuştur. Meşrutiyet dönemiyle birlikte modern anlamda eğitim ihtiyacının doğması, çocuk edebiyatının önemini ortaya koymuş ve bu alanda yeni bir toplum yapısını gerekli kılmıştır.

Çocuğun dünya edebiyatında da yer alışını incelediğimizde Antikçağ’da ve Ortaçağ’da çocuğa dönük edebiyattan söz etmek mümkün değil. Feodal yapının bozulup da aydınlanma ve sanayileşmenin başlamasından 18.yy’ a kadar olan süreçte çocukların ve yetişkinlerin ortaklığında sözlü yazından ibaret bir edebiyatın varlığından bahsedebiliriz. O da önemli bir eğitim aracı, bilgi kaynağı olarak görülen masallardır. Aydınlanma döneminde matbaanın icadı yeni bir dünyaya açılan yetişkinlik kavramını ortaya koyarak yetişkin ve çocuk ortaklığını bozmuştur. Çocukta bu dönemde çocukluk kavramıyla tanışmış ve yetişkinlerin dünyasına dahil olabilmek için belli zorlukları aşmak zorunda bırakılmıştır. Bu aşılması gereken zorluklar için eğitimden yararlanmak gerekiyordu. Bunun için de edebiyat gerekliydi. Yani çocuk edebiyatı kendiliğinden değil de bir ihtiyaç neticesinde ortaya çıkmıştı.

İşte tüm bu süreçler çocuğun yetişkin gibi değil de çocuğa uygun davranmanın gerekliliğiyle çocuk gerçekliğinin ve çocuk eşitliğinin kavranması, çocuk edebiyatının dilsel, düşünsel, kültürel, estetik boyutundaki gelişimiyle anlam kazandı. Bizde ise Tanzimat Dönemi’yle başlayan çocuğa yönelik eğilim, çocuğa kendi bakış açısıyla yaklaşmanın gerekliliği Batılılaşma çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve kendi edebiyatımız yeterli bir gelişimi gösterinceye kadar çeviri edebiyat ön planda tutulmuştur.

Tüketim toplumuna geçmeye başladığımız 80’li yıllarda çocuk dolaylı da olsa edebiyatın öznesi olma yolunda gelişimini göstermesiyle dikkati çekmiştir. Yazılan ve çevrilen kitaplar çocuk gerçekliğinde kaleme alınmıştır.

İster dünya edebiyatında ister kendi edebiyatımız içindeki örneklere baktığımızda kız ya da erkeğin idealize edilmiş kahraman figürleri göze çarpar. Önemli olan yaratılan karakterin cinsiyeti değil kitaplarla ilişki kuran her bireyin, farklı yaşamlarla buluştuğu, kendisi gibi olmayanlarla tanıştığı, kendisi gibi düşünüp öyle davranmayanlara tanıklık ettiği, yeni ve farklı olanla buluştuğu, insanı, doğayı anlamlandırıp hayatın tadına vardığı, dilin anlatım olanaklarıyla kurgulanmış edebiyatın düşsel zenginliği içinde kendini bulmasıdır. Son olarak şunu da eklemek isterim. Bugün belki de çok yanlış olan; fakat hem Avrupa’da hem de bizde kız ve erkek çocuklarına göre kitap kapağı dizayn etme olayının da çok yaygın olduğunu ayrıca yurt dışında büyük kitapçılarda ticari yönden kazanç sağlayacak bir bağlamı görüyoruz. Mesela kız çocukları için sadece kızlara yönelik kitapların olduğu bölümler dikkat çekiyor. Bu doğru değil bunu hepimiz biliyoruz. Çünkü yenileyecek olursam çocuk edebiyatında cinsiyet ayrımı gündelik yaşamda da olduğu gibi yapılmamalıdır.

Paylaş:

Yoruma Kapalı Paylaşım.