Yıllar önce ‘‘Türkiye: Ne Yaşanabilir Ne Terk Edilebilir’’ eserini yazmıştım. Kitabın adını beğenenler çıkmıştı. Sanırım, fark etmeksizin birçoklarının ortak derdine tercüman olmuşum… Bu ülke yaşanması hayli zor bir yer; akıl sağlığınızı yitireceğiniz noktaya getiriliyorsunuz. Bütün bir yığın birleşmiş denli deli bir karabasan gibi sanaldan sokaktan, özelden genelden üstünüze geliyor. Çekirge istilasının sembolik düzlemliğinin tarifi bu coğrafya olabilirdi diye düşünüyorum. Aile, akrabalık, devlet, sokak, belediye, meclis, eğitim kurumları, bankalar, memleketliler, sanat ortamı vd. her yere sinmiş yapay bir gösteriş, baskı, mutsuzluk, tatsızlık hâkim… Bu tırtlığı hissedenlerin hemen hemen çoğu da susuyor, kimisi bundan yandaş ya da karşıt biçimde nemalanıyor. Ama önde herkes kendi muhitinin aslanı veya ciddiyeti kesiliyor. Tamamen parodi görüntüler… Acı birer parodiler!!! Farkında mı değiller, bilerek mi yapılıyor, bazen ayarı sorguluyorum. Kim aslında gerçekte, ne kadar, ne?!
Tatsız tuzsuz, peksimeti andıran günleri yaşıyorsunuz. Her gün bir idealiniz sönümleniyor, bir ya da birkaç çürüme haberine karşın sinirlerinizi muhafaza etmeye gayret gösteriyorsunuz. Narsistlerin gitgide yaygınlaştığı noktada, yukarıdan aşağıya herkes gösterişini cilalıyor. Ülke, iyi ve nitelikli şeyleri kabul etmiyor, adeta geri kusuyor. Ortalama sularda akış düzenli…
Bu noktada, sanat ortamının da tıpkı meclis ortamına benzeyerek, oportünist bir cümbüşün parçası olduğunu imleyebiliriz. Sürekli aynı gösterimler, aynı etkinlikler, benzer kitap isimleri, yetersiz içerikler arasında dönüp duruyoruz. Kalıp sabunlara atılan cilalar… Her adım dünyanın birkaç boy gerisinden geliyor. Alternatifliliğin, yeniliğin cılız bırakıldığı noktada, sanat alılmayıcısı da ortalamanın üstüne çıkamıyor. Sanat alılmayıcısı içi boş bir coşkuyla, arabesk bir söylemle, buzdolabı ciddiyetiyle, yurt dışı yakalalığıyla; karmakarışık bir çöpler yumağı içinde, sunulan neyse, itirazsız onu tüketiyor. Ülkenin derinlikli bir entelektüel krizi var, entelektüeli de pek yok.
Bu topraklarda sanat bir hakikat yaratmaktan, sarsmaktan çok; tanıtıma, reklama, para kazanmaya, toplu iletişime yarayan bir tüketim aracı şeklinde aşırı sevinçle (!) karşılanıyor. O kadar ağır koşullarda, o kadar hengame içinde, çileyle taşınılan bir sanat, nasıl bu kadar çabuk bir coşkuya, topluluk histerisine dönüşüyor, onun da ülkenin insan potansiyelinin patolojisiyle ilgisi var, sanırım. Sanki, insanlar market raflarına yerleştirilmiş sanat eserlerini birer birer sepete atıyorlar, vitrinden gülümseyen karton sanatçıları birbirlerine benzercesine izliyorsunuz. Ortam kızıştıkça, sanatın onu ters yönde harlaması gerekirken, ülkenin sanatçıları ya iktidarla yakınlaşıyorlar ya da iktidar karşıtlıklarını eski argümanlarla veya yurt dışı taklitçiliğiyle savunuyorlar. Karşıt denilen organizma gruballiği de, çevre etkisiyle içleri boşaltılan balona benziyor. Bir yerde duvar, diğerinde balon… Peki, bunun arası yok mu? Bir şeyler için çabalamıyor muyuz?

Burada, Ömür Özçetin’in imtiyaz sahibi olduğu Pikaresk Yayınevi bünyesinde çıkardığımız ‘Pikara KADIN HAREKÂTI’ dergisinden bahsetmek istiyorum. Ulusal-uluslararası sanatçıların bir araya geldiği, ağırlıkla kadınlardan oluşan bu dergiyle, amacımız boşlukta kalan bir alanı aciliyetle doldurmaktı. O yönde, iki senedir aklımda dönen bir fikri, doğru kültürlenme süreciyle birlikte ‘anda’ ortaya çıkardım. Nitekim, şiirden tiyatroya, edebiyattan akademik dünyaya değin, her yandan taciz vakaları gelmeye başlamıştı. Bizim de kız öğrencilerimizin maruz kaldıkları kimi olaylar bile yaşandı. Birçok kadın buna karşı mücadele vermeye başlarken, ben ne yapabilirim diye düşündüm ve dergi sahipleri, yayıncıları, seçici kurulu vd. çoğunlukla erkeklerden ya da onlara arka çıkan kadınlardan oluşan bir ortamda, şiirden sıçrayarak bir hakikate yöneldim. Başka bir birliktelik modelini işaret etmeyi amaçlayan performatif bir dergi çıkardım. Birinci muhatabı kadın olan bir yüzey tasarladım. Adını da, ‘‘ev kadınlarından bir ordu kurmak istiyorum’’ dizesiyle bitirdiğim Kadın Harekâtı şiirimden yola çıkarak koydum. Türkiye’de kadın-erkek arasında resmen bir savaş yaşandığını düşündüğümden ötürü, artık ‘hareket’ kavramının karşı tepki düzleminde pek de yetmediğini anladım. Harekâtı başlattım!
Bu dergi şiirden sıçrayarak, diğer kılcallara yayılması bağlamında önemlidir. Performatif bir dergidir. Birçok disiplinle orta noktada buluşsa da, şiirin o saf, ilksel etkinliğini kâğıtlara, şahıslara, sokaklara yayması bağlamında da bir derinlik taşımaktadır. Dolayısıyla, ‘MERHABA’ sayısıyla 8 Mart 2021 tarihiyle çıktığımız yola devam edilecektir. ‘Kadın Harekâtı’ alternatif yayıncılıkla, kadınlara daha fazla yer açmak anlamında bir alt yapı hazırlığındadır. Ülkedeki sanat ortamında oluşan ağabeycilik, ablacılık, babacılık, annecilik, ortamcılık, çıkarcılık, isimcilik ilişkilerine de balta vurmayı amaçlamıştır. Dergide her yaştan, her gruptan (emekli, öğrenci, yazar, performans sanatçısı vd.) kadın ve LGBTIQA+ bireyi kendisini özgürce ifade etmeye başlamıştır. Hiçbir dergi görülmemiştir ki, protestolara, aktivistliklere, cinsel varoluşlara, içsel sıkışmalara, disiplinlerarası geçirgenliklere, sanatın çok sesli birleştiriciliğine böylesi etkin ve samimi biçimde neşter atıp, ortaya atlasın… Bu sebeple, yarattığımız heyecanın haklı gururuyla, ileri doğru bakmayı arzu ediyoruz. Sanat ortamı, dar bir yerde paslaşıp duran bir grup robokopun etkisinde… Aradan sıyrılarak, şimdiye dokunduğumuz ve geleceğe güçlü bir söz bırakmaya çalıştığımız için kıvanç duyuyoruz.
Alternatif sanat, alternatif yayıncılık denilince, bir diğer konu da ‘SANATÇI YAYINCILIĞI’ üstünden seyreden yeni bir kulvar… İmgenin Çocukları Yayınevi çatısı altında, Arif Çimen’in desteğiyle başlayan bu yayıncılık türü de, Türkiye’de yeni bir pencere açmayı amaçlıyor ve ciddi düzlemde ilk kez deneniyor. Özgür sanatçının neredeyse hiç yeşeremediği bu kara parçasında, durumun aksine sınırsız bir tasarım imkânı sunuyor. Sanatçı Yayıncılığı, her şeyin maddiyatla, piyasayla, ilişkilerle ve gösterişle ölçüldüğü kuru bir sanat piyasasında, büyük bir alternatif yaratmayı amaçlayarak, sanatçıya kendi eserini aracı kullanmaksızın tasarlatma olanağı sunuyor. Editörlüğünü üstlendiğim bu alanda, öncelikli hedefimiz nitelikli, etkin ve yeni bir şeyler söylemeye çalışan dosyaları toplamak… Ardından bunların ekseninde sanatçının kendi eserini yaratması… Bu noktada, ISBN numarası alınarak, çoğaltılabilme özelliğine sahip olacak eserin yaratımı da sanatçıya ait olacak. Sanatçı eserini ister tahtaya oyacak, ister gergefe işleyecek, ister akordiyon misali hayal edecek. Kendi hayal gücünün sınırsızlığıyla, çekinmeksizin bu eseri tasarlayıp, bize ilettiğinde (tabii, dosyası onay aldıktan sonra), ortaya konulan malzeme yayınevi tarafından üretilip, satışa sunulacak. Bununla ilgili örnek bir çalışma görmek isteyenler, tuvalet kâğıdı benzeri bir kâğıda rulo biçiminde basılan ve yaklaşık 15 metreye kadar açılabilen şiir eserim ‘Sırasına Göre Keyfim Gayfe / Öte’anazi’ eserini edinebilirler. Koleksiyon değerinde bir yapıt tasarladık.
Şu anlamda, Türkiye’de sanat bağlamında bir şeylerin çok sıkıştığı kesin… Sanatın güç ve sınıf savaşlarına dönüştürüldüğü, banka yayınevlerinin/galerilerinin, isim yapan kişilerin, nüfuzlu insanların, belediyelerin, partilerin devreye girdiği bir sirk alanında; herkesin kendi küçük ortamında büyük gelişmeler yaratırcasına fink attığı da… Lakin, etkinin yitirilmeye başlandığına, çağın değiştiğine dair de bir korku hakim… Çünkü, karton kaleler ya komedi platolarına dönüşüyor ya da bir bir çatırdamaya başlıyor. Alternatifin, deneyselliğin, yenliğin, cesaretin olmadığı ve merkezi gelişmelerin her yeri kapladığı yerde, tarihe müdahale etmenin sorumluluğuyla, bazı kollardan filiz vermeye başladık. Yine, İmgenin Çocukları Yayınevi tarafından çıkartılacak ‘ART QUEER’ dergisi de, yeni bir ses olması bakımından basılacak. Bu dergiyle de, yazılamayanların yazılacağını, söylenemeyenlerin söyleneceğini düşünüyorum. Şiirleri sansüre uğramış, yazıları zaman zaman kesilmiş ya da kaldırılma mecburiyetinde kalmış bir sanatçı olarak, müdahalenin bulunmadığı ya da mümkün olduğunca az yapıldığı alanların nimet, vaha, kaçış noktaları şeklinde görülebileceği kansındayım. Çoğunluğun tek tipleşme furyası çerçevesinde (modern ya da gelenekselci) ilerlediği bir yerde, sapmalar, aralıklar, denemeler, kaliteli ama gerçek/vurucu derdi olan birliktelikler iyidir. Dolayısıyla, sanatın bir müdahale alanına da dönüşmesi gereken yerde, sanatı talep edeninin çıtasını yükseltmek ve bakış açısına vizyon katmak da gereklidir. Kan akışı!!! Sürekli uzayıp gevşeyen eprimiş don lastiğine benzeyenlerin ortamına indirilmeye çalışılan etkin bir darbedir.
https://www.shopier.com/ShowProductNew/products.php?id=6546571&sid=b3BDQjdJY2dZZFFvdmx1WTBfN18gXyA=
https://www.shopier.com/ShowProductNew/products.php?id=6452775&sid=UmduVGloMUxmRkF4YXdjVjBfMl8gXyA=