Seksen kuşağının önemli şairlerinden W. B. Bayrıl’ın yeni kitabı Rosa das Rosas, Mühür Yayınları tarafından okura takdim edildi. Bayrıl’ın beşinci kitabı olan Rosa das Rosas şairin devinim halindeki şiir kuşatmasının devamı niteliğinde.

Şairin Mühür Yayınları’yla ilişkisi uzun süredir devam ediyor. Adının Vural Bahadır Bayrıl olduğu yıllarda da aslında sıklıkla rastlanan ama bazı çevrelerce değişkenlik gösterdiği öne sürülen şiir evreni, aslında şairin edebiyatla ilgili genel karakterini yansıtıyor. Şiirini diller ve kültürlerarası bir çizgide konuşlandırdığı düşünülen şairin aslında yaptığı şey tam olarak bu değil. Şiirini dillerin ve kültürlerin üzerinde elit bir çizgide tasarlayan şairin bu tutumu şiiri ve şairi tüm unsurların üzerinde bir yerde konuşlandırma çabasını ortaya konuyor. İyi bir şiir mimarisi oluşturmak için ihtiyaç duyduğu tek şeyin şiiri yazmaya karar vermek olarak ortaya koyan şairin edebiyat ortamında gereksiz anlam yüklenen ve içi boşaltılan kavramlarla alay ettiğini söylemek mümkün. Ortada şiir olmadıktan sonra ne söylendiğinin, hangi sözcük ailesinden tercihler yapıldığının, hangi dile hizmet edildiğinin ve kişinin adeta tapındığı imzasının hiçbir anlam taşımayacağını ortaya koyan şair, şiiri farklı altyapılardan ve kültürel geçişlerden hazlar ile donatıyor. Böylece herkesin kendine bir şey alabileceği kendi doğal evrenini oluşturan bir şiirle bizi tanıştırıyor.
Rosa das Rosas 2008 – 2020 yılları arasında yazılan şiirlerden oluşuyor. Kitap yine bir ithafla başlıyor ve Orhan Veli tarafından çevrilen bir Baudelaire şiiriyle derin bir giriş yapıyor. Şiiri anlamdan tamamen koparmanın yeni bir anlam oluşturma arayışı arasında Latin kökenli ifadelerle yapılan geçişler “Simli çığlıklarla örülü elişi bir sema” gibi gizemli bir dizenin daha fazla öne çıkmasını sağlıyor.
Bir şairin hangi yaşanmışlıklardan sonra “Kadın, sev beni.” demeye başlayacağını anlamak için de şu dizelere kulak kabartmak önemli:
“işaretleri izle!” diyor ses.
Bakıyoruz. Kadın ve ben.
İki ruh kardeşi.
Seksen kuşağı şairlerinin birbiriyle ilişkilerini çözümlemek neredeyse imkânsız… Birbirlerini seviyorlar mı, yoksa hiç mi hazzetmiyorlar, bunu anlamak mümkün olmayacak. Ama şairlerin bir önceki kuşağı yadsıyarak kendini var etme savaşını seksen kuşağı şairlerinin bitirdiği görüşünün haklılık payı varsa, Lale Müldür’ün onu betimlerken kullandığı kompliman yüklü ifadeler edebiyat tarihi için daha anlamlı hale gelebilir. Çünkü herkes Müldür’ün şiir beğeni düzeyinin ne denli yukarılarda olduğunu gayet iyi bilmekte.
Bayrıl, Rosa das Rosas’da şairliğin süreklilikle ilişkisini öyle belirgin hale getiriyor ki her şairin belli bir sayıdaki şiiri bir araya getirip kitap oluşturma hastalığını bertaraf etmeden kendini var edemeyeceğini her kitabıyla yeniden kanıtlıyor. Zamanla askıya alınmış bir dalga kıvrımı ya da çok uzaklarda çatırdayan bir ufkun nabız atışları… Eğer istersek şairin klişe kavramıyla savaşına omuz vermek için daha fazla sebep bulabiliriz.
Rosa das Rosas – W. B. Bayrıl – Mühür Yayınları – 2021 – 64 Sayfa