Pazarlama sözcüğünün anlamsal ve kavramsal karşılıklarını, günlük yaşamdaki etkisi dolayısıyla hırpalamayı seviyoruz. Bu tasarının yaşamın tüm ayrıntıları içinde kaçınılmaz karşılıklar bulmuş olması sinirlerimizi alt üst ediyor. Sabah gözünüzü açmanızla beraber tümüyle size dayatılmış ve bedeli size ödetilmiş bir yaşamın içinde kendinizi bulduğunuzu düşünüyorsanız değiştiremeyeceğiniz şeyleri kanıksamayı reddediyorsunuz demektir. Tecavüz ve keyif arasındaki ilişkiyi betimlemeyi düşünmüyorum. Boşuna zorlamayın.
Yaşam standardı dediğimiz edinimleri bize dayatan arkadaşlarımız, elbette her günümüz için ayrı bir çaba harcayarak tüm ömürlerini tüketmek isteyemezler. Bir yerden sonra kendi başımıza hareket etmemiz ve onlara kazandıkları parayı harcayacak zaman bırakmamız gerekiyor. Bunun için bulabildikleri en kısa yol “özel gün” dedikleri satın alma faaliyetlerini dayatan katalizör paketi… Kimilerine göre vazgeçilmez bir güzellik, kimilerine göre şarlatanlık olarak tanımlanan özel günlerin ne amaçla üretildiğiyle ilgilenmeyi sürdürüyorsanız mazoşizmin pençesindesiniz demektir. Buna hiç gerek yok. Kaldı ki özel günlerin her zaman özel bir anlamı olması gerekmiyor. Çünkü özel gün genetik kodlara sonradan eklenen bir ihtiyaç…
Sevgililer gününün başta çok heyecanlandıran, ardından mali gerekçelerle bir kâbusa dönen tüm özelliklerini o güne yalnız girme korkusu değiştirir. Tüm özel günlerde o günü size ait hissetmeme korkusunun sonradan eklenen ama yerleştiği yerden çıkmayan bir yanı var. Bu özel günlerden bazıları bilinçlenme süreciyle varlığını sürdürmeye başladığından her zaman varmış ve hep var olacakmış gibi bir intiba yaratır. Doğum günü kutlamayanlar bunu yapmaya başladıkları ilk andan itibaren geçmişte kutlamadıkları doğum günlerinin üzüntüsüyle buruk bir kutlama gerçekleştirir. Sürekli kutlayanlar hiç kutlamayanların yaşamının kâbustan farklı olmadığını düşünür. Dört kişilik normal bir ailenin yıllık kutlaması gereken özel gün sayısı on ikiden fazla ve bu da ayda en az bir adet özel gün kutlamak anlamına gelecektir. Hafif kafayı kırmış bir ailede her hafta kutlanacak bir şey bulmak mümkün.
Özel günlerin özel anlamları çoğunlukla kişisel yaşanmışlarla biçimleniyor. Birinin gereksiz bulduğunu diğeri çok önemli bulabilir. Bunda toplumu bölecek bir karmaşa yok. Birini çok heyecanlandıran doğum günü diğeri için anlamsız olabilir. Doğum günü kutlamamayı prensip haline getiren de gördük, bugünü unutanı yaşamından silenleri de. Ancak bazı günlerin herkes için çok özel anlamlar taşıdığını unutmamak gerekiyor. Özellikle anneler gününden söz edebiliriz.
Anneler gününü özel yapan ayrıntılar kişiden kişiye değişebilir. Ama anneler gününü önemsemeyen birini gördüğünüzde bunu normal karşılamayın. Çünkü altından kalkınması imkansız bir travmayla karşı karşıya olabilirsiniz. Anneler günü herkes için özeldir ve bugünün dayatmalara ihtiyacı yoktur. Ancak ‘anneler günü’ dediğiniz şey diğer günlerin karşılıklarından farklı sancılar da içerebilir. Sevgililer gününe yalnız girmişseniz diğer sevgililer günü bunun telafisi söz konusu olabilir. Doğum günü dediğiniz şey asla elinizden alınamaz. Mesela 21 Mayıs doğum gününüzse her zaman öyle kalır. Değişmez ve 21 Mayıs ölmediği sürece doğum gününüz elinizden alınamaz. Evlilik yıl dönümüz ölebilir. Ama yenisini edinebilirsiniz. Anneniz öldüğünde anneler gününüz de sonsuza kadar ölür. Bir daha anneler günü kutlama şansınız olmaz. Annenizin gıyabında kutladığınız şey anneler günü değildir. Olsa olsa anmadır ve aynı şey değildir.
Şu anneler günü reklamlarınızı gözümüze soktuğunuzda çok ağır hakaretlere uğradığınızı unutmayın. “Anneler günü sloganı üreteceğim…” diye ütü, tencere, koltuk takımı, takı ve benzeri şeyler satarken büyük bir kinin tohumlarını attığınızı unutuyorsunuz. Çünkü annesini yitiren biri reklamlarınızı herkese kızarak, gücenerek, incinmeye engel olamayarak geçiriyor. Annesini yitiren “anne” sözcüğü dilden silinsin istiyor, bunu bilmiyor olabilir misiniz?
Sosyal medyayı yasaklamayı kafasına koymuş birileri bu metni tarihi bir fırsat gibi de görebilir tabi ki. Sosyal medyayı yasaklatmayın. Buna karşı direnin, savaşın. Bu alanın elimizdeki son sosyal yaşam alanı olduğunu unutmamak zorundayız. Ama annenize sarılmak neyinize yetmiyor? Ona sarılışınızı gözümüze sokmak zorunda mısınız? Tam da böyle zamanlar bir soru beliriverir: Biz annemizi yitirdik diye siz de bunun sıkıntısını yaşamaya mecbur musunuz? En çok bu soruya bayılıyorum. Evet, mecbursunuz. Bizim bir daha annemiz olmayacak. Ama siz bizim bulunduğumuz kulübün üyesi olacaksınız, bu kaçınılmaz. Bir şeyi anlamak için yaşamak zorunda değilsiniz.
“Gidip annenize doyasıya sarılın. Onunla her anın tadını çıkarın, güzel anılar biriktirin. Bol bol resim çektirin. Ama bunlarla yetinin…” demek geliyor içimden. Sonra insanın mutluluğunu paylaşma ihtiyacını elinden açmaya çalışan bir tutumun içinde buluyorum kendimi ve beni oradan söküp almak istiyorum. “Nasıl biliyorsanız öyle yapın o zaman” desem de inanmayın…