Yetmişli yıllarda doğmuş insanlar için olanaksızlıkla anılan zamanlardan en yüksek olanaklara erişilen dönemlere geçiş hızının ve bu sürece tanıklık etme zorunluluğunun oldukça yıpratıcı karşılıkları var. Ama olanakları yaratmakla ilgili tutumlar ve simgeler pek değişmiyor. Çünkü her dönem için olanakları yaratmak babaların görevidir ve bu süreci işletmek de annelere düşmekte…
1987 yılı benim pek de iyi andığım bir yıl olmadı. Ardı arkası kesilmeyen hastalıklar ve kısıtlı olanaklar sebebiyle zorlaşan süreç, eğitim hayatıma da olumsuz yansıyordu. Bir türlü teşhis edilemeyen bir rahatsızlığım vardı. Bir sonuca varmayan çabalardan sonra kardeşim de farklı bir rahatsızlık geçirince Antakya’nın küçük bir ilçesi olan Samandağ’dan umudu kesen ailem farklı seçenekler aramaya başlamıştı. Antakya’daki hastaneden umduğumuzu bulamayınca bizim için tek seçenek Adana’da yeni kurulan Balcalı Araştırma Hastanesi’ydi. O günün koşullarında Adana’ya gitmek, orada barınmak oldukça meşakkatli ve maliyetli işlerdi. Doktorlar en az üç gün kalmamız gerektiğini söylediği için gitmek büsbütün zorlaşmaktaydı.
Ancak annelerin cesareti her zaman olduğu gibi babaları yıldırmıştı ve yola koyulmaya karar vermiştik. İlk yolculuğumuz olduğu ve yolları da pek bilmediğimiz için biraz sıkıntılı bir yolculuk yaşamıştık, ancak sağ salim varmıştık. Muayene, testler ve teşhis derken işimiz iki günde bitmişti. Kardeşimin teşhisi konmuştu ve ameliyat olacaktı. Benim sonuçları açıklanmayan bazı tahlillerim için sonraki hafta telefonla iletişim kurmamız istenmişti. Bu şekilde Adana’dan Hatay’a garip duygularla dönmüştük. Bir hafta sonra benim de ameliyat olmam gerektiği söylenmişti ve iki ameliyat için tekrar Adana’ya gidecektik. Yaklaşık iki hafta sonra yeniden yola çıkarken bu defa biraz endişeliydik. Annem hüznünü gizleyemese de babam ortamı neşelendirmeye çalışıyordu. Yol boyunca diğer arabalara sataşıyor, annemi kızdırmaya çalışıyor ve o korku atmosferini bastırmaya çalışıyordu. Beyaz Hacı Murat’ımızla yolların tozunu atıyorduk. O bir Hacı Murat’tı. Ama bu durum babamın her otomobile kafa tutmasına engel olmuyordu. Babamı sollayanlar ağır küfürlerle uğurlandıklarını fark edemiyordu. Çünkü babam küfrederken gülümsüyordu. Ayrıca bizi sollayanların bunu yapabilmesini de sürekli gerekçelendiriyordu. Rakip şoförün şeref yoksunluğu, henüz kimseden dayak yememiş olması, hadsizliği ve daha pek çok gerekçeyle bazı araçlar bizi solluyordu. Ama bu konuda ne şoförlüğüne ne de beyaz Hacı Murat’a asla söz söyletmiyordu.
Çeşitli sebeplerle çok tartışmalı bir yolculuk yaptıysak da Adana’da tartışma süreci çok daha farklı bir boyut kazanmıştı. Çünkü Adana’ya kadar sürekli tabelalar yön gösterdiğinden gittiğimiz istikamet konusunda şüpheye düşmemiştik. Ancak Adana’da annemin yüreğine bir şüphe düşünce işler karışmıştı. Çünkü babam bir defa gittiği bir yolu asla unutmayacağına inanırken annem gittiğimiz yolun hastaneyle ilgisi olmadığını düşünüyordu. Babam hem bu durumu kendine bir hakaret olarak kabul ediyor hem de gittiği istikamette ısrar ediyordu. Ona göre sormaya bile gerek yoktu. Annem ise geri adım atmıyordu. Sonunda babam anneme dersini vermek üzere durup birine yolu sormaya karar vermişti. Gördüğü ilk insanın yanında duran babam camı indirip Balcalı istikametini sorduğunda adam bize tam tersi istikamette gittiğimizi söylemişti. Babam bu durumu kendine yediremediğinden kontağı kapatıp adamla tartışmaya başlamıştı. Adam “Balcalı aksi yönde” dedikçe babam “Kardeş, senin dünyadan haberin yok!” diyerek adamı haşlıyordu. Sonunda adam “Ne haliniz varsa görün” diyerek yanımızdan uzaklaşınca babam söylene söylene yola aynı istikamette devam ederken adamın ne cahilliğini bırakmıştı ne de şuursuzluğunu…
Annem korkusuzca iddiasında ısrar ediyordu. Babam dayanamayıp yeniden yol sorunca aynı cevabı alıp o kişiyle de kavga etmişti. Babama göre herkes aklını kaçırmıştı ve bunu kanıtlayacaktı. Sık sık “insan yaşadığı yeri bilmez mi” diye kendi kendine söyleniyordu. Sonunda evlerin ve yolun bittiği bir yere gelince annem de susmak durumunda kalmıştı. Babam bu kez Adana’nın yollarını yapanlara, şehir planlayıcılara ve yön tabelası planlayıcılara iyi dileklerini sunarak ilerliyordu. “göreceksiniz bu yol Balcalı’ya falan çıkmıyor” diye söylenerek ilerledi. Yolda dayanamayıp iki kişiye daha yön sorup bu kez doğru istikamette olduğunu öğrenince iyice çileden çıkmıştı. Ama en büyük tepkiyi Balcalı’ya vardığımızda gösterdi: “ulan memlekete bak. Ne yol yapmayı biliyorlar ne hastane yeri seçmeyi… Bir şeyi de doğru yapın be. Bir şeyi de…”
Dönüş yolu daha sıkıntılıydı. Arabada ameliyat olmuş iki çocuk vardı. Ama babam Adana’dan Samandağ’a kadar hastanenin yerini seçenlerle ilgili görüşlerini paylaşmaktan imtina etmemişti.
Bu anı uzun yıllar babam tarafından anlatılmıştı. Kardeşim ve ben sağlığımıza kavuştuğumuz için ortada üzücü bir durum yoktu. Ama anlattığı tek şey yolda solladığı Mercedes marka otomobildi. Geri kalan detayları asla anmıyordu. Neredeyse vefat ettiği zamana dek anlattı bu anıyı. Ancak olayın yaşandığı süreçten yaklaşık dört yıl sonra yaşadığımız bir sıkıntı bu anıyı da ona zehretmişti.
Evde sürekli görüştüğümüz dostlardan oluşan bir misafir heyeti vardı ve babam bir gerekçeyle yine o anıyı anlatmaya başlamıştı. Babam o anıyı anlatırken sürekli bana onaylattığı için yine öyle yapmıştı. O güne dek her seferinde “Nasıl geçtik oğlum, Mercedes’i?” dediğinde “perişan ettik” diyerek ona destek oluyordum. Ama o gün hoşlandığım kızın benden hoşlandığı çocukla konuşmak için yardım istemişti ve dünyam yıkılmıştı. Üstelik dışarıda da misafirlerin geldiği ve tüm mahallelinin etrafını sarıp dokunduğu çok fiyakalı bir Mercedes duruyordu. Eve girerken bana da sormuştu komşular. Misafirimizin aracı olduğunu söylediğimde bize saygıları bir nebze artmıştı. Aklım dışarıdaki Mercedes’e gitmiş olacak ki babam aracı solladığı anıyı anlatıp teyit etmem için bana “nasıldı oğlum Mercedes” diye sorduğunda “duruyordu baba” deyiverdim. Aslında ben dışarıdaki aracı kastediyordum. Ama beni babamın elinden zor aldıklarında ne olduğunu pek anlamamıştım. Sevdiğim kız bana kanka deyince bedelini babama ödetmiştim.