“Bu bitmek bilmez bir can çekişmeden ibaret olan yaşamımla ilgili olarak şunları söyleyebilirim:
Ben uçmak isteyip de uçamayan bir kuş gibiydim .”
Yaşamı boyunca büyük acılar çekmiş olup acılarını resimlerine başarıyla ve büyük bir tutkuyla yansıtmış bir kadın olan Frida Kahlo’yu konu alan biyografik filmi yine başarılı bir kadın yönetmen, Julie Taymor çekmiş. “Across the Unıverse” filmiyle adını duyuran yönetmen, filmi grafik ve kuklacılık yetenekleriyle de süslemiş.

2002 yılı yapımı film, Frida Kahlo (Salma Hayek) ve Diego Rivera’nın (Alfred Molina) aşkına odaklanıyor. Film, Frida’nın Diego ile ilk diyaloğunu yaşadığı sahne ile başlıyor. Henüz genç bir yaştayken ağır bir tramvay kazası geçiren Frida, yaşamı boyunca topallamak zorunda kalır ve bu kaza yüzünden 32 ameliyat geçirir, büyük fiziksel acılar çeker. Ancak asıl acıyı kendisi gibi Meksikalı olan ve kendisinden 20 yaş büyük, ünlü ressam Diego’ya âşık olduğunda çekmeye başlar. Frida, 1929 yılında Diego ile evlendiğinde, Diego’nun kadınlara ne kadar düşkün olduğu konusunda yeterince bilgi sahibi değildir. Ancak Diego’yu tanıdıkça; onun tek eşli olmayacak kadar kadınlara düşkün olduğunu fark eder. Başlarda oldukça masum olan Frida’da zamanla Diego’ya sadık kalmayacaktır. Hem başka erkeklerle birlikteliki olur, hem de kadınlarla eşcinsel ilişkiler yaşar. Biseksüel olan Frida, bunu saklamaya gerek görmediği gibi resimlerine de yansıtmıştır. Frida, Diego’dan sadakat değil dürüstlük istemiştir. Ancak Diego bunu başaramaz. Yine de Frida’nın Diego’ya olan aşkı hiçbir zaman bitmez. Frida Kahlo, bu nedenle çektiği acılar için şu yorumu yapar: “Yaşamımda iki büyük kazadan dolayı acı çektim. Bunlardan biri üzerimden geçen tramvaydı. Diğeri Diego oldu.”
Frida ve Diego’nun paylaştıkları tek şey aşk değildir. İkisi de Meksika Komünist Partisine üyeydiler. (Daha sonra, önce Diego arkasından Frida partiden ayrılacaktır.) Frida politikayı yakından takip eder ve koyu bir feministtir. Doğal olarak filmin politik bir tarafı da var. Film, Diego ve Frida’nın 1930-31 yıllarında ABD’ye yaptıkları geziyi de seyirciye aktarıyor. Nelson Rockefellar, Diego’dan Rockefellar Merkezine duvar resimleri yapmasını ister. Ancak Rockefellar’ın Diego’dan yaptığı duvar resimleri arasındaki “Lenin” portresini çıkarmasını istemesi üzerine Diego bunu reddeder ve Meksika’ya geri döner. Aslında yönetmen burayı yeterince vurgulamamış. Diego’nun kapitalistlerin başını çeken Rockefellar’a karşı dik duruşunu daha net vurgulamalıydı. Çünkü Frida ve Diego sadece aşklarıyla değil, sanatlarıyla, dik duruşlarıyla ve politik görüşleriyle de daima ses getirmişlerdir. Kahlo, A.B.D. yaşamını hiçbir zaman sevmemiştir. Orada kaldığı süre boyunca memleket hasreti çekmiştir. “Elbisem orada asılı” adlı tablosunda çektiği memleket özlemini resmetmiştir. Ne yazık ki yönetmen fime Frida’nın kapitalist A.B.D. düzenine karşı duruşunu ve eleştirilerini aktarmamış.
Frida ve Diego 1933’te Meksika’ya geri dönerler. Ancak Meksika’da Frida hiç beklemediği, kendisine büyük acılar yaşatacak olan bir sürprizle karşılaşır. Diego ile beraber taşındıkları evde kocasını kız kardeşiyle birlikte görür. Pek çok kadınla aldatılmış ama yine de dayanmış olan Frida buna dayanamaz ve Diego ile ayrı yaşamaya başlarlar. Aradan zaman geçer. Aynı görüşte oldukları hatta hayranlık besledikleri Lev Trotskıy’in (Geoffrey Rush) Meksika’ya gelişiyle yeniden bir araya gelirler. Frida, Diego ve Trotskıy çifti birlikte zaman geçirirler. Trotskıy, bir dönem Lenin’in sağ kolu olarak çalışmış ancak Stalin ile ters düşmüş bir kişidir. Diego’da Stalin’in sanata müdahale eden görüşleri nedeniyle onunla ters düşmüş ve bu nedenle Meksika komünist partisinde ki aktif görevinden ayrılmıştır. Frida ve Diego, Trotskıy’e destek olmaktadır. Bu süreçte Frida, Trotskıy (Geoffrey Rush) ile kısa süren bir ilişki yaşar. Daha sonra, Trotskıy, Stalinist ajanlar tarafından suikaste uğrayacaktır. Ancak yönetmen bu filmi çekerken çokta suya sabuna dokunmamış ve önemli olmasına rağmen bu tarihi ve politik olayları ıskalamış. Böylesine dolu bir yaşamı çok daha etkileyici aktarabilirdi.
1940 yılında Frida Kahlo ve Diego tekrar evlenirler. 1953’te sağ bacağı kesilen Frida 1954’te yaşama veda eder. Sadece Diego’dan çocuk sahibi olmak istediğini söyleyen Frida, 47 yıllık bu kısa yaşamında hamile kalır ama çocuk sahibi olamaz. Bedeni buna izin vermez. Film de Frida’nın ceninli oto portresi düşük yaparken çektiği acılarını yansıttığı bir başyapıt olarak önümüze çıkıyor. Zaten Frida Kahlo’nun en ünlü portreleri aynı zamanda en çok acı çektiği dönemlere ait. Aylarca bedenini kaplayan bir alçıyla yatağa bağlı kaldığı dönemde Frida , tavana astırdığı bir aynaya bakarak portrelerini yapmıştır. Resme olan tutkusu nedeniyle vücudunda ki alçısının her yerine resimler çizmiş ve böylece kendi bakışıyla bu vaziyetini bile güzelleştirmiş, anlamlandırmıştır.
Dünyada hem başarılı bir sanatçı, hem politik ve dik duruşuyla tanınan Frida’nın filmde en çok aşkından söz ediliyor. Elbette ki Frida’nın Diego’ya olan aşkı çok büyüktür. Ancak Diego’nun sadakatsizliği ve Frida’nın biseksüelliğine fazladan vurgu yapılmış. Bununla beraber pek çok tarihi olay, önemli kişiler ve siyasi olaylar filme yansıtılmamış. Yine de büyük bir aşkın, tutkunun ve acının anlatıldığı; latin müzikleriyle ve muhteşem resimlerle harmanlanmış bu film izlemeye değer.
Yönetmen : Julie Taymor
Oyuncular : Salma Hayek, Alfred Molina, Geoffrey Rush
Tür : Biyografik, Dram
Ülke : ABD, Kanada, Meksika