salih aydemir

           zamanın bizde bıraktığı izlerle yol alıyor düşler… ağaçlara ve yollara tanınan şans zaman aşımında… camiler, kiliseler, müzeler ve parti amblemleri modernitenin gölgesinde avuçluyor yüzlerimizi…

            ne kadar çok benziyor insan insana…

            ayrıcalıklar ve güçler; yer ve zaman sınırları içinde çoğalıyor seçtiğimiz sözcüklerle…

            en çok kimi görmeye alışık insan?.. kendi hayatını, hayatları, hayatsızlığını mı?.. kimde görülmek istiyor insan?.. ben’de, başka’da, öteki’de mi?..

            sözcüklerin gerçek iletisi nedir?.. dil düşünceye eşlik eden şeyse, dili aktarımın aracısı olduğunu düşünenler neler söylüyorlar şimdilerde…    oysa sözcükler varolduğundan beri yanıltıcı olduklarını anlamak çok mu zor?.. bunun farkına varan bir tek şairler olduğu için mi sevilmiyorlar ya da ciddiye alınmıyorlar?.. oysa şairler hiçbir insanın (felsefeciler hariç) yapamadıklarını yapıyorlar; çünkü onlar yaşamları boyunca sözcükler ve imgeleriyle hep bir iç diyaloga işaret ederler… gönderecekleri ve gönderdikleri iletiler her zaman dibin akıntısındadır… akış içinde yakalayan ve yakalanan gizli akıntıları izlerler… hayatın uyumundan çok iç uyumun boyutlarına sevecen yolculuklar yaparlar…

            sözcüklerin dişlerini beynine geçirmeye çalışan ve yakıcı gözleriyle gövdelerine tutunan şairlerden başka kim var ki?..

            “şair sürekliliği olan gelecekle kesişecek bir dili, bir düşünce tarzını önceden bulmak zorundadır.”

            bir şair en çok neyi görmek ister; şiiri mi, şiirini mi?..

Paylaş:

Yoruma Kapalı Paylaşım.