
Özlem Tezcan Dertsiz: Sevgili İlkiz Kucur, ilk kitabınız 1990 yılında yayımlanan Ama Ben İlkiz’im adını taşıyor. Bu yıldan sonra yalnızca bir kitap daha – biri yeniden basım yapsa da- yayımladınız. Bu durumu nasıl açıklarsınız? İnce eleyip sık dokuma durumu mu, küsmeler-barışmalar hâli mi? Attila İlhan’la araladığınız şiir kapısını kapatmak mümkün mü? Sizin için şiir dün neredeydi, bugün nerede, yarın nerede olacak?
İlkiz Kucur: Sanırım yanıtlamakta en çok zorlandığım soru bu oluyor. Neden bunca yıl şiire uzak kaldım.
İnce eleyip sık dokumak dersem önce kendime yalan söylemiş olurum. Ama Ben İlkizim yayınlanmadan önce dergilerde görünen bir isimdim. Kitabın gerek okur gerekse edebiyat çevrelerinde ses getirdiğini ise çok uzun yıllar sonra ilk şiirimin Varlık’ta yayınlanması ile öğrendiğimi söylemem ise çok garip değil mi?
Şiire küsmem de söz konusu değildi. Bu sorunun doğru yanıtını ben de bilemiyorum sanırım. Kitap yayınlandıktan sonra sanki yazacaklarım bu kadarmış gibi bir duyguya kapılmış olabilirim. Ama okumayı hiç bırakmadım. Dergileri izlemeyi edebiyat dünyasında olup bitenleri uzaktan izledim. Gerçek anlamda uzakta idim. Hiçbir etkinliğe katılmadım. Kitap Fuarları hariç, gariptir hiç de özenmedim. Okur olmayı sevmiştim. Attila İlhan’ı son yolculuğuna uğurlamaya Ankara’dan günübirlik İstanbul’a gidip onunla yıllar sonra vedalaşınca dönüş yolunda ona verdiğim sözden çok onun beni yüreklendirmesine haksızlık ettiğimi düşündüm. Kendimi yeniden yazmaya yüreklendirdim. Elbette bu kolay olmadı. Hadi şimdi şiir yazayım diyerek yazmaya başlayamıyorsunuz.
Bir akşam herkes uykuya daldığında balkonda oturmuş çayımı yudumlarken apartmanlardan birinde bir kadının uğradığı şiddetin sesleri geliyordu. Adresini bulamadığım bu sesler bana hemen orada “Gün Kurudu” şiirimi yazdırdı. Uzun süre şiir yazmadığım için yazdığımın şiir olup olmadığından emin değildim. Varlık dergisine gönderdim. İki gün sonra şimdi saygıyla andığım Enver Ercan’dan şiirin yayın programına alındığını belirten ileti geldi. Bir sonraki sayıda da yayınlandı. Yayınlanır yayınlanmaz da inanılmaz güzel tepkiler aldım. Hem okurlardan hem de yazın dünyasındaki arkadaşlar bana yürekten hoş geldin dediler. En önemlisi de yeni şiirler ardı ardına geldi. Önce Ama Ben İlkizim’in genişletilmiş ikinci baskısı iki yıl sonra da Eflatun Gölgeli kadınlar yayınlandı. Ardından dergilerde çok sık olmamakla birlikte şiirlerim yayınlanıyor

Anlıyorum ki şiir kapısını kapatmamışım. Şiir geçmişte olduğu gibi bugünde var olmayı sürdürüyor. Geçmişte de umarım benim için var olur. Olmasını da umuyorum.
Özlem Tezcan Dertsiz: “Kadın” şiirlerinizin baş izleği diyebiliriz. Kitap adlarınızda bile bunu hissediyorsunuz. Ama Ben İlkiz’im ve Eflatun Gölgeli Kadınlar… Otuz yıl önce yayımlanan kitabınızda dile getirdiğiniz kadın sorunları hiç eskimemiş, geride kalmamış… Kadını, yani kendimizi yazdığımızda artık özgürlükten, eşitlikten, yaratıcılıktan söz edebilecek miyiz? “ Susmak öğretilmiş isyana küs/ kalbime” diyorsunuz. Artık dayatılanların dışına çıkabilecek miyiz? İsyanı öğrenebilecek miyiz?
İlkiz Kucur: İsyan her zaman şiirimin kız kardeşi. Tarihte kalan izlerini takip ederek kimi zaman yalnızlığın gölgesi olarak, kimi zaman tozlu toprak yollarda bıraktığımız ayak izlerinde. Şiire ilk başladığım yıllarda edebiyat ortamında kadın şairlerin sayısının azlığında bir kadının neden şiir yazdığına şaşkın bakan gözlere verdiğim yanıtlar da aslında bu isyanımın bir parçası idi. Çok yüksek sesle bağırmadan yazdığım dizeler ile öğreniyordum dayatılanların dışına çıkmayı… Duygularını estetik kaygılarla aktarabilmeyi unutmadan, okuyarak, farklı disiplinlerle şiiri ortaya çıkarmak en çok önem verdiğim yazma içimini hiç ihmal etmemeye özen gösteriyorum. Küçük harflerle yazılmış, okuyanda iz bırakmasını istediğim için hem yazan hem de okuyanı yaşadıklarına farklı açılardan düşünmeyi bunu yaparken de duygularına gem vurmamayı hedefleyen şiirlerle öğretmek değil belki ama farkına varmalarına yardımcı olabiliyorsam ne mutlu bana diyorum.
Özlem Tezcan Dertsiz: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne de değinmek istiyorum. Bir vitrinde gördüğüm reklam beni çok yaralamıştı: “ 8 Mart Nedeniyle İndirimli Abiye” Birçok şeyin içini boşaltmaya çok meraklıyız ama bazı şeyler daha da acıtıyor insanı. Tüketim toplumu olarak her şeyi tüketmeye, ya da olanlara seyirci kalmaya alıştık. Bir yılda dört yüzü aşkın kadın cinayeti işlenen bir ülkede yaşıyoruz. Hem şair hem kadın olarak bu gidişe dur diyebilmek için ne yapabiliriz? Şiirimiz güçlü bir silah olabilir mi bu savaşta?

İlkiz Kucur: Şair olarak öldürülen, taciz edilen kadınları yazdığım şiirlerim sanırım Eflatun Gölgeli Kadınlar’ın temel izleği oldu. N.Ç için yazdığım şiirim” Neden çocuk oldum ben anne/bir çığlık bile olamazken hayata” diye bitiyor.
Öte yandan kitabın diğer şiirlerinde yaşamda adı neredeyse yok sayılan kadınların sessizliği, unutulup gidişleri, kadın cinayetleri kendilerini dizelerimde buldular. En azından unutulmasınlar diye yazıldılar. Bir kadının sessiz kalmadığını şiirle aktarmaya çalıştım. Öldürülen, taciz edilen, evlerinde yok sayılıp öldüklerinde bu ülkenin kayıtlarından silinip giden her kadının acısının çığlığı olmak istedim. Benim yakaladığım fırsatları yakalayamayan kendi varlığının farkında olmayan/oldurulmayan kadınlara bir borcum var. Bu borcu ödemek zorundayım. Önce kadınlar olmak üzere toplumun tüm aydınları kadınlara insan olduklarını anımsatmalı. Kendi değerinin önemini anlamayan kadınlar yüzyılların onlara biçtiği zavallılık duygusundan kurtulmaları için ayağa kalkmalarında yanı başlarında olmalı. Medyanın, özellikle de reklam sektörünün kullandığı eril dilin değişmesinden tutun da gündelik yaşamda kullanılan dile kadar kadını aşağılayan sözcükler, atasözleri, çocuk öykülerine kadar değiştirilmesi gereken bizi biçimlendiren kısıtlardan kurtulmakla işe başlayabiliriz sanıyorum.
Kadın şairlerin kendi dillerini bulmaları sanırım onların en güçlü silahları olacaktır.