Birçok dergide rastladığımız yazılarda, yapılan etkinliklerde, verilen yazma önerilerinde “genç edebiyatçı-şair” ifadesine genellikle denk geliyoruz. Bu kavramları ağzına alanlar ne var ki kendilerini genç görmüyorlar. Genç şair ya da genç şiir derken bir kast mı vurgulanıyor? Böyle bir kümelenme ya da tabaka yok elbette. Şiir üzerine yazılarda sıkça dillendirilen ‘genç’ sözcüğü çaylak bir bireyi mi yoksa şiiri gelecekte olgunlaşacak olan gelişime açık bireyi mi ifade ediyor? Belki de sadece yaşından dolayı genç diyoruz. Bu tartışmanın doğal olarak yapılması gerekir. Ancak genellemelerde konu geçiştirilince yazıların muhatabı oluşmuyor.
Genç şiirin ve genç şairin yaşla ilgili bir anlamını olduğunu kabul etsek bile bunun Türk Şiiri’nde oluştuğunu söyleyemeyiz. Genç şairlerin toplanıp beraber iş yapmalarına; dergi çıkarmalarına, yayınevi kurmalarına nadiren rastlanıyor; gençlerin, genç şiire ve genç şaire yönelik yazılar yazıp, böyle bir sorunsal oluşturup başlık açtığını pek görmüyoruz. Demek ki kuşaklar arası bir çatışmadan söz edilmiyor; ezilen, emeği çalınan, hakkı verilmeyen, kitabı basılmayan, ödülü gasp edilmiş gençler yok! Varsa da sosyal etki oluşturamadıklarını rahatça söyleyebiliriz. Gençleri savunmak adına söz söylemek; sesleri olmadığı, yardıma muhtaç oldukları, yazacak yazıları olmadığı, kırıp döken şiiri bir türlü oluşturamadıkları için maalesef anlamsız kalmaktadır. Gençler birbirlerini takip bile etmemekte, birbirlerini ötekileştirmekte, gençlerin çıkardığı Afro gibi kaliteli bir şiir dergisi de altıncı sayısını görmeden kapanmaktadır.
Günümüz tavrının aksine bana kalırsa genç derken kastedeceğimiz tek şeyin “genç ruh” olması gerekiyor. Farkında ve öfkeli olan, şiirin nabzını tutan, farklı sesleri arayan onlardır. Yirmili yaşlardaki biri fosil, ortalama şiirler yazabilirken yaşlı başlı şairler yeni ifade yöntemleri deneyebilirler şiirde. “efendimiz acemilik” diyen ve genç ruhu savunan “ozanların yaşı birdir”.
Türk Şiiri’nde Gençlerin Nüfus Planlaması
Şiirin bir yaşam meselesi olduğunun ayırdına varamayan şiir yazarı en başta aydın insan değildir. Aydın kime diyoruz? Düşünsel etkinliği ağır basan, eleştirel bilince sahip, her sorunu aklın ışığında irdeleyen, her zaman soru soran ve bu sorulara yanıt arayan, bilgisini artırmak için sürekli okuyan, araştıran tartan, insanın gelişmesine ve ilerlemesine inanan, değerlendirme yetisi gelişmiş kimseye aydın (entelektüel) diyoruz. Aydın her şeyden önce bir birey ve kişi olduğunun bilincindedir1. Aydının iktidar mantığında olamayacağı hatta onu sorgulamak sorumluluğunu üzerine aldığını görürüz. Günümüz şiir yazan-okuyan aydını ise şiirde bir iktidar oluşturmaktadır. Herkes birbirini çok seviyor, şiir gönderiyor, kitap sözü alıyor, ödül bekliyor. Kitapları gençlerin okuyacağı, tanıtımını onların daha iyi yapacağı, şiiri gençlerin sürdüreceği ortada. Bu yüzden gençlere ihtiyaç duyuluyor; gençler övülüyor, halbuki övgüler sahiplerine. Gençler de harika şiirler yazdıklarını düşünüyor, araştırma, inceleme yapmıyorlar hatta okumuyorlar. Gençlerin şiirle arası açılıyor, şiir felsefesinden gitgide uzaklaşıyorlar hatta işin magazin boyutuyla bile ilgilenmiyorlar. Artık şiirler mizanpaj aracı (dahi) olmuyor; dergiler yok oluyor, şiir kitapları okunmuyor; gençler ki gerçek okuyucu kitlesi onlardır; şiirle ilgilenmiyor; TV kanalları, Amerikan Filmleri, geyik muhabbetleri vb. ile boşluk dolduruyor, tüm bunlardan sıkılınca da şair olduklarına (olacaklarına değil) karar veriyorlar2. Bu tutum, şiir ihmalinden başka bir şey değil. Şiire yabancılaşmış bir şair düşünülebilir mi! Şiir yazarının isyan kültürü ile yoğrulması gerektiği bir yana güce boyun eğdiğini görebiliyoruz. Bu insanların yazdıkları şiir ne kadar özgür olabilir?
Genç dediğimiz kişiler bazı olanakların sunulması için yaş haddini, bir nevi emekliliğini beklemektedir. Günümüzde otuz yaş ve üzeri kişilerin genç şair olarak tanıtılmasının başka sebebi burada aranmalı. Genç şair olmak için birkaç dergide görünmek yeterli olur. Birkaç dergi sahibi, yayıncı arkadaş edinilirse size bir yer hazırlanır. Her insanın, her ideolojinin kendini besleyen unsurları yani kendinin devamı olabilecek unsurları desteklediğini görürüz. Dolayısıyla belli şairler de belli şairlerin kaleminden çıkmakta belli büyükler belli gençleri desteklemektedir. Bir şekilde nüfus planlaması yapılmaya çalışılıyor: babadan oğla, ustadan çırağa…
Bu günün gençleri ilerde şiirde tekelleşme yolunu seçmeyecek mi? Muhtemelen seçecek, bu anlayış kuşaklar arasında devam eden bir durum. Gencin iktidar gömleğini reddetmesi açısından şiir dışında başka ilgi alanları, tutkuları olmalıdır. Bazı gençlerin zamane ruhuna diğer şairlerden daha fazla adapte oldukları görülüyor. Döngüyü kabulleniyor kendine yol açmaya çalışmıyorlar. Ne kadar şiiri putlaştırsalar da şiir adına hayata tutunabilecek iki elin parmaklarını geçmeyecek genç vardır 90’lılardan. Şimdilik dergilerde yer aldığınıza sevinmeyin, kitabınız olduğuna, ödüllü olduğunuza sevinmeyin. Şiiri putlaştırmak şiirin kendi amacına ters düşer. Şiir ulaşılmaz değil. İşte elinizde tuttuğunuz okuduğunuz üretim olan yüzyıllardır insanları etkileyebilen edebi metin. Tanrı değil! Yaşamda sarılacağımız birçok şey olmalı: insan, teori, hayal, rüya, inanç. Böyle düşünmüyorsak önce şiiri sonra kendimizi putlaştırmaya kalkarız. İçini doldurmadan, yaşamın kendisini bir bütün olarak anlamaya çalışmadan şiire el sürmeyelim. Yaşamsal beklentiler (ilişki, iş, bilinmek v.s) için şiir yazmayalım.
Bülent Ecevit’in şiirlerini zayıf bulsam da onun hayat ve şiir hakkındaki görüşlerine çok değer vermiştim. Bugünkü siyasetçilerin ise entelektüel formdan ne kadar uzak olduklarını, kendilerini ifade edecekleri, insana dokunan ilgi alanları olmadığı için insancıllıktan uzaklaştıklarını söyleyebiliriz. Siyasetteki kindarlık gibi şiir camiası içinde de bir kindarlık hakim. Şairin sadece şiire odaklanması hem şairliğine hem de insani kimliğine ket vuracaktır. Spor, bilim ya da başka sanat dalları şairin içinde rahat nefes alabileceği damarlardır. Ayrıca neden hiç sporcu şair yok? Bizim işçi şairlerimiz yok muydu, onlar yazı yazmıyor, eleştirmiyor muydu? Neden şiir eleştirisini gitgide akademisyenlere bırakıyoruz? Görünen o ki edebiyat öğretmenleri, öğrencileri, öğretim görevlileri yazıyor şiiri. Şaire “şairlik” meslek olarak giydirilmemeli. Yayıncılara baktığımızda şiir; parayı ver kitabını da basalım tanıtımını da yapalım diyerek ticari boyuta ulaşmış durumda. Uzmanlaşma ayrışmayı gerekli kılıyor. Uzman, çoğu zaman yetenekli değil, pohpohlanmış, ilişki ağıyla ve karşıdakinden bilgisini saklayarak uzman olmuştur. Meraklı olmalıyız, öğrenmeliyiz doktor, mühendis, öğretmen, psikolog, avukat… olmalıyız ki şiirimiz hayata bütünüyle müdahale etsin. Kariyerizm yarışı tetikliyor. Halbuki şiir; mürit, takipçi ve sermaye kıtlığı nedeniyle kariyer yapılacak son alan. Yarış: kim daha fazla şiir yayınlayacak, kim daha fazla kitap çıkaracak, kim daha fazla sövecek, kim daha fazla ilişki kuracak. Bu yarışın gençler arasında arttığını söyleyebiliriz. O yüzden sesi olanlar; şiire elimizle, gözümüzle bulaşmalıyız.
Poetik Denebilecek Bir Alanda…
Yeni gelen şiir kuşağı kaçınılmaz olarak eski şiir kuşağından farklılaşmalar gösterir. Bunun sonucunda da genç şair eski kuşağa kendiliğinden sorgulayıcı yaklaşması gerekirken bizde tam tersine bir etki ortaya çıkıyor. Söylenenleri genç ruhlular üzerine alınmasın. Hem okuyup hem yazarak şiirde poetik algıyı kim değiştirecek? Y ve özellikle Z kuşakları… Önceliği benim de içinde bulunduğum 90’lı yıllarda doğan ve sonrasında şiire bulaşmış gençlerde görüyorum. Çünkü bu kuşağın yaşamadığı enstantane kalmadı. Sokağı da mahalle maçlarını, kavgalarını da mavi önlükleri de aşkları da bozulmamış duyguları da sonradan sonradan hızlanarak interneti de sosyal medyayı da savaşları da bombayı ve bahçeleri de değişen sosyolojik yapıları da öyle ya da böyle darbeyi de toplulukları da bireyselleşmeyi de yeşili de betonu da kasabayı da şehri de kentsel dönüşümü de baskıyı da geziyi de evet’i hayır’ı da…. Bu kuşağı şiir içinde anlamlandırmak gerekiyor. Ayrıca onlar değişen dil’i ve dil algısını yaşayan önemli bir bölümdeler. Türkçe’yi yabancı sözcüklere çok bulaşmadan duydular, Türkçe’yi bugünkü haliyle de duydular, yaşadılar. Teknolojinin seyrini net bir şekilde takip etme şansları oldu. Bu şiirin dilini etkilemeli haliyle. Evet, hızlı yaşıyoruz, terk ediyoruz, kabul etmiyoruz kolay kolay. 90’lılar çabalarını öncelikle kendini anlamak için harcayabilse o zaman insanı ve zamanı yakalayabildiğimiz görülecek. Ancak yaşadıklarımızı şiirlerimize aktaramıyoruz. Bunu yapmak için değer yaratmak gerekiyor. 90’lılar hâlâ ergen lirikleri yazabiliyor. Lirizmi yorumlayamıyoruz. Buna Türkiye’de editörlük hizmetinin olmadığını da eklersek basılan kitapları, dergilerde çıkan şiirleri rahatça çözümleyebiliriz.
Aslında kitaplar üzerinden tartışılması gerekli bir konu olan genç şiir ve şair kavramları, ilk kitap çıkarmanın zorluğu nedeniyle askıda kalıyor. Daha çok dergilerden takip ediyoruz çoğunu. Çıkan kitaplardan bazıları değerlendirilemeyecek kadar kötü ya da yazanın genç olduğu hissedilemeyen kitaplar. Bazı kitaplarda da şiirler saf retorik, imge enkazı halini alabiliyor. Ontolojik boyutta değerlendirebileceğimiz şiirler ise bireysel bir ontolojik alan yakalayabiliyor “başkası” olmadan “kişi”nin anlamı kalır mı! Acemice sloganvari deyişler geliştirilebiliyor; feminizm ya da devrim naraları şiire ket vuruyor. Başarılı örnekler de elbette var ancak bu tartışma ciddiyetle yürütülmeli ve kitaplar teker teker süzgeçten geçirilmelidir. Bunun için henüz şair ve kitap ismi vermekten kaçınıyorum. İlerde bu tartışmanın devamı olarak kitaplar konu edilecektir.
Şiir etkilenmeye ve kusursuz değişime hazır. Ne var ki genç konumunu şiir felsefesini belirleyememektedir. Burada geçmiş kuşaklardan etkilenme-etkilenmeme konusu ayrı olarak ele alınmalı çünkü etkilenmemek diye bir şey olamaz. Büyüklü-küçüklü, kuşe-holmen, yaygın, bakanlık destekli dergilerde görünen gençlerin birçoğu da ilerde silinip gidecek diye düşünüyorum.
Bugün yine güzel işler yapılıyor yapılmasına. Şiir-öykü karışımı çok farklı türler ortaya atılıyor. Görsel şiir gelişiyor. Takip etmekten şiirin gideceği yerleri kendimce tahmin etmekten çok hoşlanıyorum, kendim de buna benzer fikirler ortaya atıyorum. Neden ölmüş şairlerle söyleşi yapmıyoruz? Birkaç dergide bu girişimi gördükten sonra erken davranmadığımın üzüntüsünü yaşadım. Onların şiirlerinden ve eleştiri yazılarından yola çıkarak onlarla söyleşiler yapılması ne kadar ilginç olurdu. Bu kurmaca metinler de söyleşiye bir boyut verebilir. Ayrıca kitabı olmayan ama şiir yazan-okuyan, dergilerde görünen şairlere yönelik farklı çalışmalar planlıyorum. Bunlar şiir piyasasından ayrı bir yerde yer alıyor ve düşünceleriyle uzun zaman gidilemeyecek yollar ortaya koyabilirler. Bir de yoldan geçen, bu ülkede yaşayan herhangi bir insanın düşüncelerini de ben bir şiirsever olarak merak ediyorum. İnsanlar neden şiirden uzak duruyorlar, şiir okumamaya onları neler itiyor okuyorlarsa şiiri ne kadar, neresinden okuyorlar onlarla da bir dertleşme olabilir söyleşiler.
Ötekileştirme, Yer Bulma Telaşı
Bir genç ruh öncelikle şiirde ötekileştirilmeyi başarmalıdır. Bunu şimdilik yaşları gereği ya da ideolojik nedenlerle organik olarak başaranlar var ancak gerçek anlamda insan bunu bir seçim dâhilinde ortaya koymalıdır. Ötekileşmiş konumdaki insan diğerlerine göre daha özgür; bu şaire daha çok yakışır. Şair, sanatını; şiir iktidarlarının boyunduruğuna sokarsa şiirin kimyası bozulabilir. Çoğunluğa baktığımızda şairin de toplumda ötekileşmiş olduğunu ayırt edebiliriz. İnsan bu yüzden şair olmaz mı yani bu döngüde? Farkında olan, kurtarılmış bölgeler yaratır. Başarılabilecek mi? Yoksa yayıncı-editör-sayfa arasında sıkışıp “memur şair” mi olunacak?
Şairlerin şiir camiasındaki kavgalarına, sosyal medya üzerinden birbirlerine yüklenmelerine tanık oluyoruz. Bunlar okuyucuyu, şiiri yok saymaktır. Bunların içeriğinde şiir namına, hayat namına bir şey bulamazsınız sadece sövmeye varan kirli ve küflü çamaşırların ortaya dökülmesini izlersiniz. Magazinden uzak olanlar bulunduğu hayata ve edebiyata haykırmak zorundadır. Ne var ki yine gençler yazı yazamama durumuyla karşı karşıya. Şair poetikasını ortaya dökemiyorsa düşünmüyor, okumuyor demektir. Bir şiirin neden güzel olduğunu-neden olmadığını, şiirin gerektirdikleri içinde açıklayamadan şiir üzerine söz alamayız. Konuşulmuş, bitmiş konular üzerinde düşünmeli, güncel yazılar peşinde koşmalıyız. Şair yerini kendi belirlemeli (ideoloji, poetika vs) “senin yerin neresi” diye sorulacak olursa “tam olarak olduğum yerdeyim” diyebilmelidir.
1Nejat Bozkurt, Eleştiri ve Aydınlanma, Say Yayınları, 1994, İstanbul, s:19.
2Yusuf Alper, Şair Her Zaman, Çelikkol Yayıncılık, 2005, İzmir, s:29.
Bu yazı Koza Düşünce Dergisi’nin 26. sayısında yayınlanmıştır.