Satır Başı sohbetleri genç şairlerle açılıyor. Fatma Yeşil, Emrullah Alp’le güncel yayıncılık anlayışını ve yayıncıların şiire bakışını konuştu…

Günümüzde yayınevlerinin, dergilerin, dağıtım şirketlerinin şiire ve şaire verdiği değer sonucu ortaya çıkan sorunlar neler sence? Gerçekten şiir kitapları mı basılıyor yoksa ben yazdım olducuların, parası neyse verip kitap çıkaranların bir hobisine mi dönüştü durum? Bunun karşısında ütopik de olsa bir çözüm önerin var mı?
Edebiyatta her çağın kendi sorunları vardı. Adlarını duyduğumuzda heyecanlandığımız kişiler kendi çağlarında “Bunun yazdığına şiir mi denir?”, “Buna şair mi denir?” diyerek dışlanıyor, kabul görmüyor ya da var olan şiir anlayışına uymadığı için sevilmiyordu. Cumhuriyet tarihinde de bu böyle olmuştur. Her kuşak bir önceki kuşak tarafından yadırganmış, kimisi Garip bulunmuş, kimisi yenilikçi, kimisi çağ dışı.
Sizin sorunuz ise dünyanın içinde bulunduğu bu çağ ile alakalı bir durum. Artık iletişim çağının getirisi olan hız ve kolay ulaşılabilir olmak beraberinde iyiyle birlikte kötüyü de getirmekte.
Paylaşılmak istenen yazı sınanma olmadan, yayınlanmak için beklemeden, hiçbir mercie ihtiyaç duymadan yapılabiliyor. Bu sınırsızlık herkese dilediği yazıyı paylaşma gücü veriyor. Bahsettiğiniz gibi dileyen parasını verip kitap çıkartma gücüne sahip ve artık dileyen yayınlanma mekanizmalarının değişiminden faydalanarak internet siteleri, sosyal medya araçları ile anında aklından geçeni paylaşabiliyor. Böylelikle sınırsız bir veri oluyor elimizde.
Veri diyorum çünkü yazılan şeyin şiir mi, düz yazı mı, aforizma mı ya da edebi bir eser mi olduğuna bakmadan kişi istediği gibi isimlendirerek paylaşabiliyor.
Değil yayınevleri bizler de kimleri okumalıyız ya da yayınlanan hangi kitabı, dergiyi, eseri almalıyız diye düşünüyor ve yetişme konusunda eksik kalıyoruz.
Sadece yayınevlerini suçlayarak bu işle baş edilemeyeceğini düşünüyorum. Hepimizin malumu büyük yayınevi diye adlandırdığımız kurumlar ve yine büyük yazar-şair diye adlandırdığımız kişiler öyle anlaşmalara imza atıyorlar ki duyuyoruz, birbirimize anlatıyoruz: “Falan yayınevi falan kişiye her yıl kitap çıkartması karşılığında şu kadar meblağ ödemiş.” diye. O ‘büyük’ şair-yazar bu anlaşmayı kabul ederek, o ‘büyük’ yayınevi bu anlaşmayı teklif ederek, okuyucu o büyük kişinin her yazdığını alarak ve överek suça ortak olmakta bence. O ‘büyük’ isimlerin böyle hamlelere ihtiyaçları yokken edebiyata yaptıkları haksızlığı ve edebiyatın içine de aldığımız kapitalizmi konuşmak soruna dair daha somut hareket etmemizi sağlar diye düşünüyorum.
Aklıma gelen pek de ütopik olmayan çözüm ise:
Edebiyat, eleştirisini yitirmiş durumda. Eğer büyük ve gerçekçiliği konusunda korkutucu olan bir eleştiri mekanizması olsaydı herkes yazdıklarını sunmaktan çekinir, bedelini göze alırdı. Eleştiri yazılarını, eleştiri yazarlarını tekrar kazanmalıyız.