“Düşünmek, bir dünya yaratmak istemektir
her şeyden önce.”
Albert Camus
Camus’un ölümünden yarım asır geçtiği halde, kendisinden sonraki kuşaklar tarafından böylesine bilinmesi, onun düşüncelerinin, yaklaşımlarının belleklerle sınırlı kalmayıp insan yaşamında geçerliliğini sürdürmesinden kaynaklanır. Sisifos Söyleni, Camus’un 2. Dünya Savaşının ortalarında yayımlanan felsefi denemelerinden oluşur. Orijinal adı, le Mythe de Sisyphe’dir. (Sisifos Efsanesi-1942) Kitap, adını Yunan Mitolojisinden alır. Yaşamı ve intiharı sorgularken, saçmayı başka bir deyişle uyumsuzu anlatır. Savaşın, karamsarlığın, umutsuzluğun altında yazılmış olan ve kitaba adını veren efsanede anlatılanlar aradan neredeyse 80 yıl geçmesine rağmen hâlâ günümüzde birey ve toplumsal açıdan yaşananlarla büyük benzerlik gösterir.
Efsaneye göre;
Korinthos Kralı Sisifos yunan mitolojisinde kurnazlığı ile tanınır. Homeros’a göre de ölümlülerin en bilgesi, en uyanığıdır. Tanrıları hafife alır, onların gizlerini açığa vurur. Tanrıları kandırmak suçundan bir gün cezaya çarptırılır. Cezası, kocaman bir kayayı iterek yüksek bir tepeye çıkarmaktır. Sisifos kayayı tepenin üstüne oturtunca cezası sona erecektir. Güneş doğduğunda işe koyulan Sisifos, tam tepeye varmışken güneş batar ve kaya gerisin geriye yuvarlanır. Sisifos, ertesi gün, daha sonraki ve daha sonraki günlerde aynı şekilde tam tepeye varır ama kaya yeniden aşağı düşer. Tanrıların, hep yeniden aşağıya yuvarlanacak olan kayayı tepeye çıkarmakla cezalandırdıkları Sisifos, cezasını bilinçli olarak kabullenmiştir, tekrar yuvarlanacağını bildiği halde taşı tüm gücüyle yukarı taşımaya hep devam eder.
Camus’un Saçma Kavramı
Camus saçma kavramını işte bu noktada tanımlar. Sisifos, boşuna olduğunu bildiği halde her seferinde kayayı sanki ilk kez tepeye yuvarlıyormuş gibi direncini yitirmez ve tüm gücüyle yineleyerek eyleme devam eder. Bu bir başkaldırıdır, tanrılara, düzene. Neden mi? Çünkü Sisifos varoluş nedeninin gösterdiği bu çaba olduğunu kabullenmiştir.
İnsan öncelikle varoluşuyla kendisi arasındaki uçurumu kapamalıdır. Camus, insanın kendisi, hayatı ve dünyayla uyumsuz hâlde olmasına denemesinde şöyle yer verir: “Burada, yalnız kocaman bir taşı kaldırmak, yuvarlamak yüz kez yeniden başlanan bir yokuşu tırmanmasını söylemek için gerilmiş bedenin tüm çabası görülür; kırışmış yüz, taşa bastırılmış yana, balçık kaplı kitleyi yüklenen bir omzun, onu indiren bir ayağın desteği, kollarla yeniden toparlama, toprağa batmış iki elin tümüyle insansal güveni görülür.” (Camus, 2016, s.138)
Camus, Sisifos’un uyumsuz kahramanlığını, tutkularıyla olduğu kadar sıkıntısıyla da uyumsuzluğunu, başına gelen bu işkencenin, yeryüzünün tutkuları için ödenmesi gereken bir ücret olduğunu, derinlikten yoksun zamanla ölçülen bu uzun çabanın sonunda amacına ulaştığını söyler. Taşın aşağı inişi, yeniden tepelere doğru çıkarılması, tekrar ovaya inmesi, tekrar çıkarılması… Camus, Sisifos’un bu dönüş, bu duruş sırasında ortaya koyduğu çabayı bilincin saatine benzetir: “Bu adamın ağır, ama eşit adımlarla sonunu göremeyeceği sıkıntıya doğru inişi gözlerimin önüne geliyor. Bu saat, bir soluk alışı andıran, tıpkı yıkımı gibi şaşmaz bir biçimde geri gelen bu saat, bilincin saatidir. Tepelerden ayrıldığı, yavaş yavaş tanrıların inlerine doğru gömüldüğü saniyelerinin her birinde, yazgısının üstündedir. Kayasından daha güçlüdür.” Kayasından daha güçlü olmak ifadesi, gücünün farkına varmak, bilincinde olmak, yenilgiyi tüketmek gibi pek çok açıklamaya karşılık bulur. Camus: “Bu söylen “trajik”se, kahraman bilinçli olduğu içindir,” der ve ekler, “Sisifos, düşkün durumunun tüm enginliğini bilir, inişi sırasında bunu düşünür. Bunalımını oluşturan açık görüşlülük aynı zamanda yengisini de tüketir. Horgörünün aşamadığı yazgı yoktur. Kimi günlerde dönüş böyle acı içinde geçiyorsa, sevinç içinde de geçebilir. Bu sözcük fazla değil. Gene Sisifos’u kayasına dönerken getiriyorum gözlerimin önüne, acı başlangıçtaydı. Yeryüzünün görüntüleri usa fazla takıldığı zaman, mutluluğun çağrısı fazla ağır bastığı zaman, insanın yüreğine keder yükselir: kayanın yengisidir bu, kayanın ta kendisidir.” (Camus, 2016, s.139)
Kitabın Fransızca aslından Türkçe’ye çevirisini yapan usta edebiyatçı Tahsin Yücel’in okuma öncesi kitapta yaptığı açıklamada aynı noktaya işaret eder: “Bu çeviride sık sık karşılacakları “uyumsuz” sözcüğü okurlara biraz bulanık gelebileceği için küçük bir açıklama yapmakta yarar var. Bu sözcük, sözlük anlamı usa, mantığa uymayan, abes, saçma, boş, anlamsız olan absurde sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmıştır. Ama Sisifos Söyleni’nde absurde sözcüğü bu anlamı aşar, insan ya da düşünce sözcüklerinin sıfatı olduğu zaman, insan açısından evrenin mantığa aykırılığını, tutarsızlığını anlamış, her şeyi olduğu gibi gören, bilinçli insan ya da düşünceyi belirtir.”
Camus, insanın hayatın anlamını aramasının ve mutlak peşinde koşmasının faydasızlığını ve yaşamı absürd (saçma, uyumsuz) olarak niteler. Dünyayı akla aykırı görür. Dünyanın nesnel (reel) olarak var olduğunu ama insan bilincinin öznel kaldığını ve “uyumsuzluk” bilinç ile dünya arasındaki gerçeklikten kopukluktur, diye bahseder. Başka bir deyişle absürd olan ne insandır, ne de dünya. Absürd olan ikisi arasındaki ilişkidir.
Yaşam yaşamaya değer mi?
Kitap, intihara yönelme, yaşamın saçmalığı, absürt kavramı; mitolojiden ve tarihten örneklerle anlatılır. Yazarın öne sürdüğü duygu, tema felsefenin de en temel konusu olan “Yaşam, yaşamaya değer mi?” sorusudur.
Kitap “Gerçekte önemli olan tek bir felsefe sorusu vardır; intihar.” cümlesiyle başlar. (Camus, 2016, Uyumsuz ve İntihar, s.21) Hayata kendi isteğimiz dışında gelip, öleceğimizi bildiğimiz halde, yaşamaya devam etmemiz gerektiğidir ve bu da absürt kavramını ortaya çıkarır. Sonunun hiçbir şekilde önemi olmayan ve kesinlikle kalıcı olmadığımız bir dünya üzerinde yaşamaya çalışmak bir saçmalıktır, mantıklı olan intihar gibi görünür. Fakat Camus, bu olumsuzlamayı olumlamaya vardırır, eğer her şey bu kadar saçmaysa saçmalığa saçmalıkla cevap verilmeli yani yaşanmalıdır ve bu başkaldırı umudu, yaşama sevincini, mutluluğu getirecektir, yani Camus’un anlatmak istediği; gerçek başkaldırı intihar etmek değil, yaşamaya çalışmaktır. Bu onun varoluş biçimidir.
Sisifos’un her gün canhıraş kayayı itmesi gibi insan da aynı şekilde yaşamını her şeye rağmen dirençle sürdürmeli. Bu bilinç, edinmiş olduğumuz değerleri sorgulamaya, iyimserlik algımızı çoğaltmaya ve anları belki de yeniden düzenlememize neden olacaktır.
Godot’yu Beklerken
Becket’in Godot’yu Beklerken (Fransızca: En Attendant Godot: İngilizce: Waiting for Godot) oyunundayine benzer bir durumla karşı karşıya kalırız. 2. Dünya Savaşı sonrasında yazılmış olmasının etkileri esere bir şekilde yansır. İnsanların gelecekten hiçbir beklentisi kalmamıştır, savaş sonrası umudu beklemek, Godot’yu Beklerken’in ana teması olmuştur. Varoluşçuluk felsefesinin, belirgin bir şekilde ele alındığı gözlemlenir.

Becket’in marjinal görünümlü iki karakteri Vladimir (Didi) ve Estragon (Gogo) için dünya, kendini ha bire tekrar eden bıkkınlık verici bir aynılıktır. Oyunda, Uyuyor muyum ben başkaları acı çekerken? Yarın uyanınca veya uyandığımı sandığımda, bugün hakkında neler söyleyeceğim? Doğduğumuza pişman olmak gerekir mi? Kurtuluş yok. Kendimizi assak mı? diye konuşurlar. Aynı şeylerin yaşamda sürekli tekrarı, varoluşun anlamını yok etmiştir. Buna rağmen intihar etmezler, hayatın kendisini daima yenileyeceğini bile bile bilinmeyeni beklerler. Beklemek umuttur, hatta belki mutluluk.
Kaynakçalar:
Camus, A. (2016). Sisifos Söyleni, Tahsin Yücel (Çev.) İstanbul: Can Yayınları
Yusufoğlu Yalçın, Albert Camus, Bugünden Edebiyat Der. Sayı:9
Görseller:
https://www.wannart.com/godotyu-beklerkenin-karakter-analizi/, (20.05.2019)