Aslıhan Tüylüoğlu
DIŞTA KALMAK
yine başlıyor ürkek ve uzak
ilk sıcaklarla daha şimdiden yorgunca
ne elleri ne kimseler böylesine çaresiz
denkleştirmek mi ama neleri
bu çocuk kavgaların adamı değil
belli etmeden renk vermeden dirense bile
vuruldukça sarsılmıyorsa düşmüyorsa güç
ve ağzında kan gibi bir karanfil
belki de karanfil gibi bir kan dudaklarında
sonra yalnız bırakıp herkes bir yana kaçamak
üstelik şüpheli iğrenç saygısız
sana ne kimsin ki
sığınmak bir kadına bile acıma gibi
yollara düşse mi düşmese mi
ardından yuh gibi bir kalabalık kaygısız
dön geri ve taşlara vur kendini (1)
1963
Giriş
Eray Canberk, edebiyatımızın çok yönlü bir kişiliği, şairliğinin yanında çevirmenliği, denemeleri, öyküleri, inceleme ve eleştirileri ile de tanınmakta. Afşar Timuçin ile Kavram Yayınlarını kurmuş yönetmiş, çeşitli çocuk dergilerinde çalışmış, ansiklopedi ve sözlüklerde konu yazarlığı yapmış, çeşitli antolojiler hazırlamış bir şair. Edebiyatımıza bir hayali emek vermiş. Bütün bu yoğun çalışma atmosferinde, şiirden kopmayarak ,“Kuytu Sular”a, “Yüreğin Burkulduğu Zaman”a, “Eskimiş Yalnızlığa” ait ne varsa “Bindokuzyüzkırktan Kalma Bir Çocuk” olarak, çağını, siyasal ve toplumsal açmazlar içindeki insanın günlük yaşantısını, ilişkilerini, bireysel durumlarını, küçük insanın yaşama kavgasını dile getirmiş. Şiirlerindeki yalınlık ve doğalık bazı şiirlerindeki sözcük seçimi ve ele aldığı insanın orta halli vatandaş oluşu Eray Canberk’i Behçet Necatigil ile buluşturmuş. Refik Durbaş, “Canberk’in şiiri duru bir su misali. Uzaktan uzağa Behçet Necatigil şiiriyle akrabalığı da bundan olsa gerek.”(2) sözleriyle dilin kullanımı açısından bir akrabalık buluyor iki şair arasında. Ama Canberk ile Necatigil arasındaki akrabalık daha yakındır. Canberk’in şiirlerine topluca bakıldığında kolayca görülüyor bu. “Dışta Kalmak, Duygu-Yorum, Sorular, Çiçek, Erteleme, Örtük Yorum, Biriken, Sanı, Bilardo… gibi şiirleri hem tema, hem duyarlılık, hem yapı bakımından Necatigil şiiri tadı verir okura. Bu iki şairin ruh akrabalığı ile açıklanabileceği gibi geleneği bilen bir şairin, kendinden önceki bir şairin, şiir diline getirdiği olanağı kullanması olarak da nitelendirilebilir. Zaten Canberk bir söyleşisinde bu durumu daha da belirgin kılarak “Ben Necatigil ve Cemal Süreya burcundanım”(3) diyor. Bu şiirlerin arasındaki temel fark ise Necatigil’in şiirinde ket vurduğu lirizmin, Canberk’te işlerlik kazanmasıdır. Necatigil, katı bir kabukla, soğutulmuş bir külü yazarken Canberk’te köz hala diridir.
Canberk’in Necatigil şiiri ile tanışmasını anlattığı şu cümleler ise daha açıklayıcıdır bu ilişkiyi: “Necatigil’i şiirle ciddi ciddi uğraşmaya başladığım yıllarda keşfetmiştim. Bundan elli yıl kadar önce… Şiirlerine yansıttıkları benim oluşmakta olan dünyamı anlatır gibiydi. Şairimi bulmuştum. Söyleyişindeki tutumluluk, yalın gözükmesine karşılık barındırdığı derinlik beni etkiledi. ‘İşte ben bunu anlatmak istiyorum’ dediklerimin karşılığıydı şiirleri. Konu çeşitliliği, göndermelerdeki ustalık, çağrışım zinciri zenginliği Necatigil’in şiirlerinde beni etkileyen öğelerdir.”(4) Canberk’in Cemal Süreya burcundan oluşunu ise iki şairin şiirlerinde ortak payda olarak İroni ve humor bulunması diye açıklık getirebiliriz. Şair-i Azam şiirini de bir örnek olarak verebiliriz burada.
Bir Öneri veya Zorunluluk Olarak “Dışta Kalmak”
“Dışta Kalmak” şiiri Eray Canberk’in ilk kitabı “Kuytu Sular”daki şiirlerinden biri. Üç birim ve on altı dizeden oluşuyor. İlk bakışta okuru yakalayan, kendini saklamayan, anlaşılması kolay bir şiirmiş gibi duruyor bu şiir. Okuyucu, şiirin öznesiyle şair arasında kolay bağlantı kurduğundan, samimiyeti, duygudaşlığı kolayca duyumsayabiliyor. Bu nedenle Doğan Hızlan, Eray Canberk için “Duygusallık, şiirinin cibinliği olmuş. İnsana, okuruna karşı hep dürüst kalmış. Onu şaşırtarak, onu aştığı duygusunu yaratan okur avlaklarından hep kaçmış…Şiirde eşsiz düşünceleri arayanlar, anlaşılmayana anlamadıkları için saygı duyanlar, onun şiirlerinden uzak dursun”(5) diyerek uyarma gereği duyuyor okuru. Bu şiirin yazıldığı yıllarda, Türk şiiri, İkinci Yeni’nin anlamı ve sentaksı (sözdizimini) allak bullak ettiği, soyutu- kapalıyı öne çıkardığı, şair ile şiiri arasındaki bağlantıyı zayıflattığı bir dönemi henüz geçirmiştir. Ama Canberk’in şiirini soyuta çok fazla yaslama gereği duymadığını, bütün şiirlerinde gözettiği yalın ve duru anlatımı koruduğu görülüyor. Bu onun şiirin merkezine insansılığı koymasından geliyor. Onu tanıyanlar şiirlerini kişiliği ile de ilişkilendirebiliyor. Mehmet Kemal, “(Canberk) Edasında, biçeminde, davranışında nasıl yumuşak bir görüntüde ise yazılarında, şiirlerinde de öyledir.” diyerek, bunu ilk keşfedenin yakın dostu Afşar Timuçin olduğunu söylüyor ve Afşar Timuçin’in “ şiirinde yumuşak anlatıma ve ılımlı yargılara öncelik verir.”(6) sözlerini aktarıyor.
Gerçekte de şiir, şair kişiliğin bir ürünüdür. Bu şair kişilik tutarlı bir şekilde kurulmuş ve tüm yönleriyle şiire yansımışsa, şiir de okuyucuyu etkileyen tutarlı bir üsluba ve yapıya bürünür. Şiiri yazdıran bir nevi, şairin düşünce duygularından çok öznel algısı ve duyarlılığıdır. Yine şiirin özgünlüğü ile bir yerde bu şair kişiliğin özgünlüğü arasında paralellik vardır. Aksi halde şiir, söz, imge, benzetmelerden oluşan bir yığına dönüşür. “Bir şiir düşünün… Sözcükler yerli yerinde, imgeler özgün, çağrışımlar zengin, değiş kusursuz… Ama şiir değil… Nedir bu şiirde eksik olan? Şairin kişiliği…”(7) dediğine göre Canberk’in kişiliğini şiirine bilinçli olarak koşut tuttuğunu söyleyebiliriz.
Burada ‘şairin kişiliği’ ile ‘şair kişilik’ arasında bir ayrıma gitmek de gerekli gibi. “ Şair kişilik” şairin şiirlerinden de çıkan duyarlılığın bir ürünüdür. Çünkü şair kendi yaşamının, ideoloji, gözlem, duygu, düşüncelerinin ve deneyimlerinin dışında, başka yaşantılara da kendi yaşamışçasına empati yapabilir. Başka yaşantıları kendinin kılabilir. Dahası şair kendini olduğu gibi şiirine yansıtmayabilir. Çünkü sanat bir seçme ve eleme ve yeniden kurma işidir. Ama sahici, tutarlı bir kurmadır bu da. Canberk’te ise şairin kişiliği ile şair kişilik örtüşür, tutarlı, uyumlu, samimi ve sahicidir.
Öyleyse şiirlerine girmek için Canberk’in kişiliği hakkında biraz daha açıklama gerekmekte. Alova: “Şairlerin, daha genişletirsek, edebiyat âleminin şairidir aynı zamanda Canberk. Bu bakımdan, eski şairleri hatırlatır. Birbirine nazireler, tazminler, taşlamalar yazan, benzekler yapan Osmanlı-Babıâli-Edebiyatı Cedide çizgisinin belki de son İstanbullu şairidir o, Şiirimizin son çelebisi, son çilecisi, son Aksaraylısıdır. Hâlâ ebrulardan, Zekai Dede’den, Necati Bey’den başı dönen bir metro ‘katılgan’ı.”(8) diyerek tarif ediyor Eray Canberk’i. Haydar Ergülen, Canberk’i şiirimizdeki İstanbul Beyefendilerinden sayıyor ve “Şiir, incelik ve iyilikle beraber anılıyorsa, bu biraz da Saba ve Canberk gibi şairler nedeniyledir. Türk şiirinde ‘iyiliğin dörtlüsü’ değince aklıma Ziya Osman Saba ile başlayıp Behçet Necatigil ile süren onlardan da Cemal Süreya’ya ve Eray Canberk’e ulaşan bir gelenek gelir. İlk ikisini tanımak için son ikisi doğrusu çok yerinde isimlerdir.”(9) sözleriyle Canberk’in ruh akrabası olduğu şairleri genişletiyor.
Dışta Kalmak şiirine baktığımızda anlatıcının (şairin), “ürkek, uzak, ilk sıcaklarla daha şimdiden yorgunca, hiç kimsenin olmadığı kadar çaresiz, kavgaların adamı olmayan, bir kadına bile acıma gibi sığınan, ardında bulunan yuh gibi bir kalabalığın kaygısızlığından şikayet eden” kırılgan, naif bir özne olduğu çıkarılabiliyor. Bu özne kaba kavganın adamı değilse de “renk vermeden direnmesini bilmekte, vuruldukça sarsılıp düşmemenin güçlülüğünü taşımakta ve ağzında kan gibi bir karanfil ya da karanfil gibi bir kan taşımaktadır.”
Eray Canberk daima toplumun içindeki insanı önemsiyor ve onun toplumsal-siyasal yaşam karşısında içi ve dışı arasında yaşadığı çelişkiyi duyduğu yalnızlaşmayı anlatırken toplumcu olmak ile toplumsal olanı anlatmanın farkını gözetiyor. Çünkü nasıl insan toplumdan soyutlanamazsa, toplumsal olan da bireylerin eyleminden doğar, “toplumsallık zorunlu bir durumdur insan için.” Toplumculuğun ise bazı şartları vardır. O, insana dıştan bakmaktan onu ideolojik koşullanmayla anlatmaktansa, “insanın özünden gelen dokunaklığı, bireyin insansılığını” göz ardı etmeden kurar şiirini. (10)
“Dışta Kalmak” eylemi ya bir zorunluluk ya da bir seçim olabilir. Bu bağlamda insan için hep bir iç- dış çatışmasından söz edebiliriz. Bu söz, birey- toplum çelişkisini çok iyi anlattığı için şiirin ismi olarak bilinçli seçilmiş olmalı. Çünkü insan doğası gereği hem bir topluluğa ait olmak ister hem de o topluluktaki diğer bireyler içinde kendi farkını üretmek onlara benzememek ister. Bireyin kendini gerçekleştirmesi ise ancak toplumun bireye sağlayacağı özgürlükle gerçekleşebilir. Ama bu özgürlük, katı ve bozuk toplumlarda katı kurumlar, katı bir eğitim sistemi ve ahlaki değerler ile sınırlandıkça bireyin çatışması ve uyumsuzluğu artar. Bu noktada birey, ya uymak istediği halde dışta kalır ya da uyumu reddettiği için dışta kalmayı seçer. “Dışta Kalmak” şiirinde anlatıcı, kimseye benzemediği için, başkaları gibi davranmadığı için kendini bu kalabalıktan ayrı/aykırı hissediyor, ama yine de insan olmanın verdiği, yalnız olamama, birlikte yaşama zorunluluğu nedeniyle bir ikilemin acısını duyumsuyor. “denkleştirmek mi ama neleri”, “yollara düşse mi düşmese mi”, “ dön geri ve taşlara vur kendini” dizelerinde görülüyor bu ikilem.
Ayrıca şiirin yazıldığı döneme, toplumsal ve siyasal olayların çok yoğun yaşandığı bu çalkantılı döneme kısaca değinmeğe gerek var: 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, son döneminde aydınlar ve halk üzerinde yoğun baskı ortamı kurar, buna bağlı olarak tırmanan siyasal ve sosyal gelişmeler, sağ-sol çatışması silahlı kuvvetler tarafından yapılan darbeyle sonuçlanır. Yeni ve görece olarak daha özgürlükçü bir anayasa kabul edilir. Bu dönemin yazılan şiiri etkilememesi olanaksızdır. Bir yanda tozu dumana katan siyasal kavga sürmektedir diğer yanda insanın iç dünyasına basınç uygulayan kentsel yaşam, aynı görüşü taşıyan insanlar arasında bile yozlaşan ilişkiler, yabancılaşma ağırlıkla hissedilmektedir. Bu noktada anlatıcı da yalnızdır. Verdiği kavga anlaşılmamıştır. Çünkü o kaba kavganın adamı değildir. Kavgasını kültürel boyutta vermeyi seçmiştir. “Belli etmeden renk vermeden direnir, vuruldukça savrulup düşmediği için güç anlaşılır bu direnci” . Bu anlaşılmadığı üzgündür. Yalnız bırakıp herkes bir yana kaçar, üstelik şüpheli iğrenç saygısızca davranırlar. Oysa anlatıcı belki de en samimi kavgayı vermektedir.“Ve ağzında kan gibi bir karanfil/ belki de karanfil gibi bir kan” dizelerinde görüldüğü gibi bu direnç ve verilen kavga karanfil ile benzeşmektedir. Anlatıcının kavgasını başkalarının gözüne sokmadan, gürültü patırtı etmeden sessizce ve incelikle sürdürdüğünü gösterir bu karanfil. Karanfilin kırmızısı, sessizce kavgaya girişenin, ağzındaki kanı incelikle gizlemesini sağlamıştır. Bu incelik bile anlaşılmamıştır.
Son bölümde anlatıcı bu ortamdan çıkmak yollara düşmek ister. Ama yuh gibi bir kalabalığın nereye gitse arkasından geleceğini de bilmektedir. Bu nedenle geri dönmek ve savaşmaya devam etmek gereği duyar.“Dön geri ve taşlara vur kendini” sözlerinde pişmanlık bildiren “başını taşlara vurmak” değimine bir çağrışım da vardır.
Sonuç
Dışta Kalmak, bir ayrışmanın/aykırı olmanın şiiri olarak, bireyin toplum tarafından eritilmesine bir başkaldırı şiiri olarak geliyor karşımıza. Aynı zamanda her eylemde bireyin kendi olması, kendi kalmasının gereğini öneriyor. Şiire hüzünlü bir söyleyiş ve sitem hakim. Dize yapıları, sözcük ekonomisi, çağrışımlarıyla Behçet Necatigil şiirine yakın durmasına rağmen, bir şairin bir başka şairin şiirini nasıl geliştirebileceğini göstermesi bakımından da önem kazanıyor. Ayrıca Canberk’in şiirlerine topluca bakıldığında görülen, kırılganlığın, inceliğin, içe kapanmanın yoğun olarak yansıtıldığı şiirlerden biri olması, açık, sade, yalın, dokunaklı bir anlatımının olması nedeniyle şairin poetik tutumunu (kendi değimiyle şiircesini) en iyi şekilde yansıtması açısından önem kazanıyor bu şiir.
Notlar:
(1)Eray Canberk, Kent Kırgını, Toplu Şiirler, YKY, 1. Baskı, İstanbul, Ekim 2012, Sy:14)
(2) Refik Durbaş, Eray Canberkten Şiirseverlere…,Milliyet Sanat 1 Ekim 1992, Sy:52
(3) Söyleşi, Hikmet Altın Kaynak, Şair Eray Canberk gönlünün iz düşümünü anlattı:
Ebrular” Finansal Forum Kitap, 15 Mart 1997
(4)Evrensel Kültür,18 Nisan 2012.
(5) Doğan Hızlan, Hürriyet, 3 Eylül 1992
(6) Mehmet Kemal, Yazı ve Şiir, Cumhuriyet, 7 Ekim 1992
(7) Şiir ve Şair Üzerine Aykırı Düşünceler, Sarmal Yayınevi, 1. Baskı, Temmuz 1992,S.12
(8)Alova, Hey Çocuk Duysana, Radikal Kitap,13 Ocak 2012, S.10
(9) Haydar Ergülen, Kent Kırgını, Cumhuriyet, 16 Ocak 2012
(10) Şiir ve Şair Üzerine Aykırı Düşünceler, Sarmal Yayınevi, 1. Baskı, Temmuz 1992,S.21