Müşerrih 4
AHMET TELLİ, mim’ler’ ŞERH
Bir şairin bir şaire ayna tutması çooook zor; hele bir orta Asya Türk’ünün, bir Çerkes Türk’ünü anlatması daha da zor. Düşünün biri Hazar Denizinin kuzeyinden, biri Hazar’ın güneyinden geliyor; ikisi de asil kanlı olduğu için ‘barbar’ların soyuna mensubiyetle övünmektedirler. Aşka ve Barbarlara Dairadlı bir kitap yayımlamış (1995) olan Hüseyin Ferhat şöyle buyurmuş: “Niye saklayayım, Hikmet Kıvılcımlı’dan yüreğime musallat olan ‘barbar’ sözcüğünü Ahmet Telli’nin de kullanması, Şark’a, Asya’ya inancımı daha da pekiştirmiştir.” Usta yırlak Hüseyin Ferhad, yırlarıyla sadece Telli soydaşını etkilememiş, alçakgönüllülüğünden,Kavafoğlu’nu nasıl etkilediğini söylememiş!KavafoğluKostaninos, “Barbarları Beklerken” şiirini Hüseyin Ferhad’ın ufuk açıcı kitabına bakarak yazdığını CavcavTimes’e gururla anlatmıştır. Gerçi Kavafoğlu’nun barbarları Asya’dan değil de balkanlardan geliyordu. Bunun nedeni de Kıvılcımlı ustanın ilb’lerinin Asya’dan Balkanlara hücum edip medeniyet götürmelerini Türkçesinin kısırlığına bağlamak daha doğrudur. Buna rağmen barbarsız yapamayacağını söyler Kavafoğlu:
peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.
Yırlak Hüseyin Ferhad, yırlarıyla yalnız Kavafoğlu’nun yolunu açmaz, J. M. Coetzee’de(‘de ayrı olacak) Cazgır Times’a “Hüseyin Ferhad’ın kitabı iyi ki elime geçti, yoksa Barbarları Beklerkenromanını yazamazdım.” demiştir. Türk edebiyatı yırlak Hüseyin Ferhad’a bir binlik yeni rakı ve bir bidon boğma borçludur bu durumda; yırlakın alçakgönüllü oluşunu suiistimal etmemek gerekir.
Bu alçak gönüllüğünden dolayıdır ki yırlağımız, Enka Holding’in bütün hisselerini değil, sadece mansiyonuna rıza göstermiştir. Buna rağmen kimi şairler hasetlerinden çatlamışlardır. Sözgelimi Akif Kurtuluş adlı şair “yazmak istemezdim, Hüseyin Ferhad, 12 Eylül’ün holdingi Enka’nın şiir mansiyonunu alıyor. Belkemiğinin kırılmış olduğunu anlıyoruz”[1] Akif kurtuluş’un şom ağzı yüzünden, olur ya tefe koyar diye, Hüseyin Ferhad Doğan Holding ödülünden mahrum edilmiştir.
Hüseyin Ferhad, belkemiğinin kırılmış olmasına rağmen, Hun akıncılarıyla Kahpe Roma’nın üzerine saldırmış, papaya boyun eğdirmiştir. Böyle bir yiğidi analar doğurmamıştır. (Babalar doğurabilir, o başka!)
Hüseyin Ferhad, Telli’nin boyuna bakıp onu hep çocuk görüyor “ Ahmet Telli güncel, gündelik sorunlarla, çocuksu denilecek sorularla oyalanmış bir şair düşünürdür” Sayın yırlak, Telli’ninÇocuksun Sen kitabında hitap ettiği kişinin Ahmet Telli olduğunu şıp diye kavramış. Ferasetini kıskanmamak elde değil! Yaşa bakılmaz, tevellüdü senden önceyse de bu ‘çocuk’a abilik yapabilirsin bu yazıdaki gibi.
Güncel konu tehlikelidir, diye uyarıyorsun Telli’yi. 12 Eylül’de de bunu emniyet bodrumunda farklı şekilde uyardılar; ama çocuk olduğu için aklı başına bir türlü gelmiyor. Bu şair, sıkılmadan öldürülen arkadaşı için şiir yazıyor! Oysa Çerkes Türklerinin Mısırlılara piramit yapımını öğretmelerini destanlaştırsaydı piramitler gibi kalıcı olurdu. Ne demiş Telli? “Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum”. Çocuğun sesinde neden tipi var? Cevap basit: çünkü başkanlık sistemine geçemedik!
1971 yönetiminde şöyle yazıyor Telli:
Ses vermiyor
kesilmiş uğultusu dağların
söndürülmüş bütün çoban ateşleri
sanki hiç el vermemiş dostluklara
duymamış taze gelinlerin türkülerini
koyaklarında saklamış kuşları sanki
Tam kulağı çekilecek bir şair. Tutup 12 Mart karanlığını yazmış; o zaman hiç olmazsa seçilmiş bir ‘hökömet’ var idi. Tek adamlık yoğ idi. 12 Eylül’de de dört adam var idi. Halbusi tek adam olsaydı, uzaya bile gidebilirdik. Ama Telli inadına Tan olayını şiirleştiren “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim” diyen Nâzım’in izinden giderek böyle ‘gündelik sorunlarla’ uğraşıyor. Oysa Hüseyin Ferhad’ın şu dizeleri gibi yazsa dünyaya kazık gibi çakılır kalır:
Yelken açmadan durduk saf saf. Gövdemize sardık bayraklarımızı. Şarap ve kımız saçtık toprağa, ateşe. Mykene kirpiklerini kırptı; anamız Mykene.
Yırlak Hüseyin Ferhad, yırını yırlarken, derin tarih bilgisini de okurun önüne seriyor. Afet İnan anamızdan el alıp Mykene uygarlığını yelken açmadan, yüzerek Girit’e gidip Minos uygarlığını iptal edişlerini anlatıyor. OysakinemTelli’nin bunlardan haberi bile yoh! (Dedim kımız içen mi, söyledi yohyoh!) Hüseyin Ferhad ona ‘çocuksun’ demekte haksız mı? Yırlak, bu dört dizemsideyerli ve milliolduğunu sergiliyor.
Bu ordunun Orta Asya’dan geldiği nereden belli? Bir kere şarap ve kımız saçıyorlar toprağa, ateşe! (Sevgili okur, ‘saçtık’ sözcüğünde dizgi hatası yok, ‘a’ yerinde kullanılmıştır, onu ‘ı’ diye okuma!) Demek ki Aka Türkleri bolluk bereket içinde yaşıyorlarmış ki şarabı ve kımızı ortalığa serpiyorlar! Milli oluşunun bir göstergesi de Arapların insanlığın başına bela ettikleri arakı, Rusların votkası yerine yüzde yüz yerli ve milli olan şarabı ve kımızı saçıyorlar ki insanlık neler içeceğini öğrensin.
Yırlak, şarabı Türklerin Pers aşiretinden Cem’in icad ettiğine de işaret etmiş oluyor. Kapıkulu şairleri bu sebepten ‘câm-ı cem’ demişlerdir. (Uyarı: Buradaki Cem’in İsmail Cem ile hiçbir alakası yoktur! İsmail Cem, Orta Asya’dan değil Sveydiye’den gelmiştir! Hesaba katamayız.) Kımız’ı ise ünlü akıncımız Süttiğinicad eylemiş, gönüllerimizi hoş etmiştir. (Ruhu şad olsun!)
Telli, tarih ilminin künhüne varaydı, göz kırpmaz, Mykene anamız, Dor babamız gibi kirpik kırparpardı! Bu demektir ki Türk Tarih Tezine iyi çalışması gerekir!
Yırlak Hüseyin Ferhad, çok isabetli bir teşhiste bulunuyor:
80 Kuşağı poetik serüvenimizin en romantik kuşağıdır, tekâmül zincirinin en naif, diğerkâm halkası. Aynı şey, 70 Kuşağı için geçerlidir. 80’lı yıllarda ürün veren, hizasını en gençlerle yoklayan evvelsi kuşaklar için de.
80’li yıllar deyince 1680/1780/1880 yılları gelmemeli aklınıza. Şarabı kımızı yere ve ateşe saçtı ama Türkçeyi tasarruflu kullanıyor. Çünkü bütün dünyaya Güneş-Dil Teorisi hükmünce dil öğretecekti, heybede biraz kelime kalmalıdır, yedek olarak. Sözgelimi Adana Türkleri Avusturalya’yı keşfettiklerinde karşılarına çıkan yerlileri görünce ‘abovv cin’ diyecekler böylece âleme ‘Aborjin’ adını hediye edecekler.
80 Kuşağı derken de karatede kuşak kavramını Japon Türklerinin icad eylediğine bir gönderme yapıyor. Ayrıca Kuşak doğurtmada Bâki Efendiye posta koymaya çalışıyor! (Bâki’nin tekvandocu olduğunu unutuyor Hüseyin Ferhad! Aman mabadını iyi kolla!) Ayrıca bu Kuşak ‘halka’lı oluşu bakımından öbürlerinde ayrılıyor. 80 Kuşağı ‘en romantik’, 70 Kuşağı ‘en en romantik’ oluyor bu durumda. 90 Kuşağı da ‘romantizmin karesi’ olsa gerek.
Yazılan her şiir [güncel sorunlara takılmamak şartıyla! S.K.] bir ‘değer’dir, poetik serüvenimize renk katar, yeni yivler, arklar açar. Dağarımız daha bir varsıllaşır. Bu filler mezarlığına gömülü ürünler için de geçerlidir.
Hüseyin Ferhad’ın parmak bastığı yara hâlâ kanıyor. Yırlak, Türkiye özgür bir ülkedir, herkes istediğini söyleyebilir, hiçbir kısıtlama olamaz, Reyiz’i övmek şartıyla! Bu kadar özgürlük şairlerin gözüne dizine dursun, onlar da kalkıp yanlış yola sapıyorlar. Hüseyin Ferhad da bu nedenle yazıklanıyor: “ şahsen ben, o yıllarda şiir yazan, şiirleri fabrikalardan, bulvarlardan taşan şairlere hep yazıklanmışımdır. Çoğu, zamanla, kırklara karışmayı yeğ tuttular çünkü.” (Çoğu (…) tuttular, bir Hun Türkleri Türkçesidir!)
İnsanın “Mehdi misin be mübarek!” diye haykırası geliyor. 70 Kuşağınınçoğuşairinin buharlaştığının Telli farkında değil, iyi ki Yırlak gözümüzü açtı. Oysa Telli “Biz kimleriz?Biz Altay’dan gelen erleriz;/Çamlıbel’de uğuldarız,coşar gürleriz,” gibi dizeler yazsaydı, Orhun Anıtları gibi dimdik ayakta kalırdı. Bakın, 1930 Kuşağı’ndan çoğu dimdik ayakta (buraya gülücük ikonu gerekli). İnsanın Hüseyin Ferhat gibi kılavuzu olacak ki…
Yahya Kemal teşhisi iyi koymuş aslında: Bir Tel(li) kopar âhenkebediyyen kesilir!
[1] Molla KasımzadeBilgin Şehzade için not düşüyorum: Edebiyat Dostları, S.1, gol:1, Mayıs 1987