Edip Cansever, şiirimizin en özel kıyılarından biri. Onu özel kılan hususlardan biri şiiri iş edinme lüksüne sahip olmasıydı belki. Felaket gibi görünen Kapalı Çarşı yangının ona sunduğu halden anlar ortak sayesinde yıllarını şiire vakfedebildi. Elbette bu tek başına yeterli bir gerekçe olamaz ama zemini oluşturabilir. Cansever, -belki biraz da bu imkanla-ne kendinin ne de mevcut şiirin sınırlarına takıldı. Her yeni kitabında sanatın her alanından, toplumdan, teknolojiden faydalanır bir biçimde çıktı okurun karşısına. Benim en sevdiklerim öykünün, tiyatronun – şairin tabiriyle ‘anlatı’ nın- şiirine açtığı olanaklar… Hem de şiirin kimyasını hiç bozmadan… Edebiyatımızda öncesinde de vardı anlatının şiire girdiği, mesela manzum hikayeler… Ancak bana kalırsa Edip Cansever, şiiri anlatıya teslim etmeden bunu yapan çok ender bir şairdi. Anlatının tüm unsurları onun şiirine yol oldu ama şiir hem derinde hem yüzde gürül gürül devam etti akışına. Üstelik bu defa daha görkemliydi.
Ben Ruhi Bey Nasılım, Tragedyalar, Oteller Kenti, Bezik Oynayan Kadınlar, Dökümcü Niko ve Arkadaşları… Her biri bahsettiğim türden şiirleri Cansever’in. Bu yazı ise bunlardan biri olan Umutsuzlar Parkı’ndaki kişilere değinmeye çalışacak.
Cansever’in şiirlerinde mekanlar, kabın suyu bir arada tutuşu gibi şiirin kişilerini bir arada tutuyor gibi gelir bana. Ayrıca mekanlar bir araçtır da onun şiirlerinde, karakterlerin iç dünyasını okura sunabilmek için bir dekor… Umutsuzlar Parkı’nda da böyle olmakla birlikte farklı olarak soyuta evrilmiş bir mekân buluruz bu şiirde. Umutsuzlar Parkı sıradan bir park değildir çünkü. Şairin de dediği gibi toplumda olup biten tüm olayların kişiye yansımış şeklidir. Burası sıkıntıda duranları imleyen bir mekandır. Yalnızlıktan yapılmış kişilerin meskenidir. Dahası kağıt parçasına günaydın deyip karıncayı selamlayan bu insanların saklandığı yerdir bu park. Çünkü kalabalığa açık yerler en kullanışlı saklanım alanlarıdır. Varlığı gizlemeye hatta var olarak kendini yok etmeye elverişlidir. Zaten neresinden baksak varoluşsal çatışmalarla örülü bir yapıdır elimizdeki şiir.
Umutsuzlar Parkı, mekânsal özelliklerinden çok bir araya getirdiği insan tipleriyle dikkat çekicidir. Çünkü Umutsuzlar Parkı bu insanların yansımalarıyla kurulmuş bir aynalar alemi gibidir. Bahsi geçen insanların özellikleriyle mayalanmış, ete kemiğe bürünmüş, karakter kazanmış bir yerdir. Öyleyse daha iyi anlamlandırabilmek için şiirin kişileriyle mekânlarını birlikte değerlendirmek gerekir. Peki nasıl kişilerdir, kimlerdir bu parkın umutsuzları?
Öncelikle bu kişileri ortak bir paydada buluşturan genel bir çerçeve çizerek başlamak istiyorum. Parkın kişileri geleneklerden sıyrılmış ve belki de bunla ilgili olarak toplumla ve onun yapılarıyla bağlantılarını yitirmiş insanlar. Cansever’in şiiri yazdığı yılları ölçüt alırsak çağdaş bir sorun olarak varlığını, var oluşunu yeni yeni anlayan ve sorgulayan insan merkeze alınmış. Yeni bir topluma yeni bir insan olarak dahil olmaya çalışan insanın varoluşsal çabası şiirin tüm zeminine yayılmış. Yeni bir toplum dememin sebebi o dönemde ülkenin içinde bulunduğu süreçle yeniden şekilleniyor oluşundan. Bir yandan tek partili dönemin bitişi ile başlayan Demokrat Parti dönemi , öte yandan 27 Mayıs darbesini ve onun özgürlükçü anayasasını hazırlayan toplumsal ve siyasal yaşantılar… II. Dünya Savaşı’nın sonuçlarıyla yüzleşmeye çalışan dünya ve bunun memlekete yansımaları… Güçlenen emek hareketi, diğer taraftan utanç vesikaları olarak 6-7 Mayıs olayları… Hızlı kentleşme ile bocalayan ‘yersiz yurtsuz’laşan halk… Daha da listeyi uzatmak mümkün. Yani demem o ki tüm bu etkenler toplumu ve insanı “yeni” bir biçimde şekillendirirken buna kayıtsız kalamayan, bunların iç sıkıntılarını üstlerine emanet bir paltoymuş gibi sarınan insanlar yer bulur Umutsuzlar Parkı’nda. Bu sıkıntı öyle soğuk bir kalkan olur ki çevrelerine diğer insanların arasına isteseler de karışamazlar. Taşıdıkları sıkıntı, bir tür görünmezlik vermiştir sanki; yalnızlıkları bundandır. Böylesi karakterler çoğu şiirinde karşımıza çıkar Cansever’in. “Ben Ruhi Bey Nasılım”da da şöyle demiyor muydu: kim görürdü o yolcuyu, yani kim fark ederdi beni/ sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan/ oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan bu kımıltısız gövde / görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi. Ancak Umutsuzlar Parkı sakinleri bunca umutsuz değil şaire göre. Edip Cansever Asım Bezirci’yle yaptığı bir söyleşide “ Umutsuzlar Parkı’ndaki kişileri umutlarına yön arayan kişiler olarak bellemek daha doğru olur.” diyor. Şiirin zamanla şairinden bağımsızlaştığını da unutmadan yine de eklemek isterim ki bence şairin bu sözleri az önce belirttiğimiz toplum şartlarındaki insanın bocalayışını ve arayışını destekliyor.
Şiirin kişileriyle ilgili en dikkat çekici noktalardan biri bence çeşitliliktir. Cansever’in büyük başarılarının temel direklerinden biri insan psikolojisine vakıf oluşu ve onu toplum sosyolojisine başarıyla yerleştirebilmesidir. Bu, ona öyle bir güç verir ki her kesimden her cinsten insanı olanca gerçekliği ve tam isabetle bize aktarır. Bu şiirde de bunun örnekleri vardır. Mesela “Çoğullama” olarak adlandırılan bölümde söz hakkı kadınlardadır ve ben her okuyuşumda bir erkeğin kadını ve onun dünyasını böyle anlatmış olmasına hayranlıkla şaşarım. Çok farklı kişiler boy gösterir şiir boyu: gemici, kemik taciri, aile babası, çocuk… Tüm bunların yanında başka büyük bir yapıt olan Ruhi Bey’den el sallamalar görürüz ara ara şiirde. Ruhi Bey şehirde çıktığı gezintide belli ki Umutsuzlar Parkı’na da uğramıştır. Bunu şiirde geçen ve Ben Ruhi Bey Nasılım şiiri ile ortaklığı olan şu dizelerden anlamak mümkün:
Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini
(Umutsuzlar Parkı VIII)
Beni ne sandınız! – evde mi?- hayır! limonlukta
Ve hemen kalktınız, bir yangın yeriydi orası
( Umutsuzlar Parkı XI)
Sonuncu yazdığım alıntı bire bir Ruhi Bey’den alıntı değil fakat okumuş olanlar eminim Ruhi Bey’in meşhur limonluktaki yangınını hatırlayacaklardır.
Bence Umutsuzlar Parkı’nı güçlü kılan özelliklerinin başında – elbette şairin ifade gücüne ek olarak- bireyin üzerinde özellikle dururken onu canlı kılmak, toplumda yerini/yaşayışını göstermek isteyişi var. Çünkü hiçbir zaman rehberliğe soyunmadan, didaktik bir parmak sallamaya dönüşmeden yapıyor bunu şiir. Yalnızca yaşamaları saptamakla ilgileniyor. Başarısını da umutsuzluk kabuğundan umudu doğuruşunu da buna borçlu. Üstelik bu saptamaları yaparken bir sanat eserini klasikleştiren unsurlardan “yerelden evrensele” ulaşan o yolu taş taş kurmayı ihmal etmiyor. Merkezine kendi toplumunu ve bu toplum içindeki insanın çağdaş meselelerini alıyor. Ancak bunu yaparken dünyanın başka toplumları içindeki insanları ve onların farklı koşullarını da bilerek yaptığından ele aldığı insanı küresel bir çerçeveye yerleştirebiliyor. Cansever bu eserinde de kendi çizgisini koruyor ve “ ben’i fazlalaştırmaya çalışıyor.” Elbette biçimsel imkanları ve dilin anlam sınırlarını genişleterek…