Gülçin Sahilli: Şiirinden önce Erkan Karakiraz’ı okuyalım. Durduğun yerçekimsiz zemin, şiirinin durduğu zemini sevdi mi? Yeterince dize kaybettin mi gövdeli anlamlar kazanabilmek için? Yoksa birbirini bazen çocuk şımarıklığında bazen de canhıraş koşarak takip eden dizelerin gibi ruhun da bir kovalama oyununda mı asılı?
Erkan Karakiraz: Kitaplar, şiirler, metinler birer durak ise o duraklar arasındaki mesafede boşlukta salındığımı, yönümü tayin etmekte zorlandığımı, süresi/biçimi değişkenlik gösteren safhalar yaşadığımı söylemem yanlış olmaz. Her birim (metin/şiir ya da kitap ölçeğinde), katedildiğinde, elde edilen sonuç öncesindeki benzer süreçler, aranışlar, karın ağrıları yeniden başlıyor; menzile varıldığındaki memnuniyet, sevinç kısa sürüyor, diyebilirim. Yani o bahsettiğin zemin, hep değişken, kaygan, tehlikeli, belirsiz. (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz)’da merkeze şair-ben olarak kendimi koyduğum algısının uyanmasının nedenleri, her insan gibi doğuştan homo-ludens olmamda her türden oyuna karşı kendiliğinden ortaya çıkıp gelişen eğilimlerimde aranabilir. Huizinga’ya kulak vererek her şeyin oyun olduğu fikrine yaslanabilirsek de şiirlere tek tek bakıldığında her birinde dile geleni, içerden konuşarak sahiplenen özneler, dikkati çekecektir. Bu anlamda, kitabın adındaki Erkan Karakiraz, tam bir özneden çok nesneleşmeye başlamış eksik bir figüre işaret ediyor. Kendinin dışına çıkmış, başkası hâline gelmiş, meseleyi dile aktaran, olay mahallinden ses veren bir varlık olarak orada. Zaman zaman da okurun hep aklının bir yerlerinde, dönüştürülmüş terimsel anlamıyla bir nevi yabancılaştırma efekti.
G. S.: İçgeçit’le başlayan Gürült.’le süren ve bugünlük nihayetine (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz)’la eren, gerçekaltı, dehlizli ve zifir seven şiir diliyle kurduğun, yer yer kontrast tılsımlar da taşıyan dize dizilimlerine bu eksantrik yolu aralayan nedir?
E. K.: İlk şiir kitabım İçgeçit’ten sonra, onu -tamamen değilse de- yüksek oranda reddeden bir kitapla, Gürült.’le, çıkagelmiştim. Haziran 2021’de Pikaresk Yayınevi tarafından yayımlanan üçüncü kitabım (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz), İçgeçit’in distopik analog-yavaşlığından, Gürült.’ün suslar, boşluklarla bölünen aksak ritminden çok uzakta ve kitabın, evet, soluk soluğa, ayakları zemine dahi temas etmeden koşturan, hınzır, fakat ciddi söylemlere sürüklenen/sürükleyen bir yapısı var. Her şiir ölçeğinde birbirinin peşinden giden şiirler bunlar ve -biri hariç- her şiir, zıddıyla var oluyor kitapta. Okurda o kontrast duygusunun oluşmasını buna bağlayabilirim; ancak kitaptaki şiirlerin benzerliklerinin zıtlıklarından daha fazla olduğunu söylemem gerekiyor. Yazılma aşamasında, her ne kadar tek ve biricik şiirler olarak vücut buldularsa da zaman içerisinde benzerlikler ve teğet geçtikleri ya da temas ettikleri irili ufaklı unsurlar, onları bir araya getirdi.
G. S.: Neden “bkz.”? Tamam, genel tanımlar ve kaynaklardan sonra bir “ayrıca bkz.” ahvali daima söz konusu olsa da Erkan Karakiraz’ın yeryüzü arası söz dizilimlerine bakarken şiirin sırma tutmaz handikabından azat olup nasıl özellemeler bulacağız?
E. K.: Her şiirin sonunda, parantez içinde, “Ayrıca bkz.” ile başlayan, kitaptaki bir başka şiire gönderme yapan birer not var ve bu notlar bütünüyle rastlantısal değil kesinlikle. Gönderme yapılan şiirde, o şiirin içeriğindeki unsurlarla ilgili az ya da çok ilgiler, benzerlikler bulmak mümkün. Daha açık ifade etmek gerekirse her şiirin bir siyam ikizi var. Bu fikir, ilk kitabım İçgeçit’teki şiirlere çalışırken de vardı aklımda; hatta o kitabın en başına alınlık niyetine koyduğum “ekinoks” başlıklı ilk şiirimde, şiir:// dehşet/ siyam ikizim// omzumda sonlanan diyordum. Bende o sıralar karşılığını bulan, yazma süreçlerini dehşete dönüştüren şiirin, benden ayrılamaz bir parçam, siyam ikizim olması düşüncesiydi. Zaman içerisinde, kendiliğinden gelişen bir dürtüyle, aralarında kan bağı olan şiirler yazmış/yazıyor olduğumun ayırdına varmamın itkisiyle, birbirini referans gösteren şiirler düşüncesiyle yer değiştirdi.
G. S.: Kitaptaki şiirlerin her birinin sonundaki “ÂMİN”ler, bir zamana, hayata ve yazıya dair otokontrol kabulü mü? Yoksa şiir suyunu kıdemakıllı bulandırıp yüzeye çıkan deneyimlerle, keşifsiz bir deniz elde etmek için atılmış beşgen bir mihenk taşı mı?
E. K.: Evet, her bir şiir “ÂMİN.” diye bitiyor; ancak her âmin aynı niyetle, aynı sesle, aynı içerikle söylenmiyor orada. Şiirlerin tam merkezinde, çoğunlukla zorlu tecrübelerden geçmiş, bunun sonucunda da türlü gözlemler edinmiş ve o tecrübelerin/gözlemlerin sonucunda kendi “âmin”lerini anlamlandıran, değiştirip dönüştüren farklı farklı özneler var. Bunların her biri belki de kitabın adındaki Erkan Karakiraz’ın birer parçasını, uzvunu, yapı taşını, hücresini vs. oluşturuyorlar. Galiba biraz da tecrübelerimiz var ediyor bizi. Buna bağlı olarak kitaptaki hiçbir şiirde, sona eklenen hiçbir “ÂMİN.”, gerçek anlamıyla, inanç ekseninde ya da bir teslim oluşla kullanılmıyor. Çoğunlukla birer karşı duruşu, mizahı, ironiyi, bir çatışkıyı, cevapsız bir beklentiyi, sonunun nasıl biteceği çok iyi bilinen bir çağrıyı, bireyin oyun oynayan sanata sığınan yanını… vs. imliyorlar. Bir taraftan da kitabın, kendi bütününde ve şiirler ölçeğinde, dayattığı biçimdeki döngü motifini yoldan çıkarmayı, sekteye uğratmayı, engellemeyi hedefliyorlar. Ben kendi adıma, onları, senin de dikkat çektiğin üzere, o depara kalkmış şiirler arasında, koşu mesafesinin içine yerleştirilmiş engeller olarak görüyorum.
G. S.: Şiirin her okunduğunda ruh haline göre farklı tat verdiği klasik ifade düzeneklerini bozmuşsun. Zaten iskeleye tırmanmadan düzyazıyı dizeye boyamak meselesizliği azami yorucudur. Kitabındaki şiirlerin organelleri başlangıçtan sona sondan başlangıca, kaostan kozmosa dönmekle bitmeyecek bir metafor çıkmazında. Sadece kitabın genelinde değil. Aynı şiirin içinde de yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya, akıp duran bir ifade ihtişamı söz konusu. Yorumlardan bağımsız sonu başına, başı sonuna bağlanan şiirlerle hadisenin A’sı neydi?
E. K.: (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz)’ı okuyanların ilk dikkatini çeken unsurlardan biri dikey, yatay ve dairesel olarak döngüler barındırıyor olması. Ekofeminizm okumaları yaparken dikkat kesildiğim konulardan biriydi bu döngü meselesi. Gaia ve Doğa Ana fikirleri odağında, kendi yazdıklarımda varlığını gözden kaçırdığım döngüleri görmeye başladım. Kitaba son hâlini verir, işlediğim temaları temellendirirken döngü fikri kendini dayatarak tekrar gündeme geldi o yüzden. Şiirlerin bir kısmında ele aldığım, sanatta tarihselliği olan tekrarların, yanı sıra değişimlerin bir aradalığıyla ortaya çıkan döngünün de etkisi var hadisede tabii.
G. S.: Şiirin adaletsizliği ve hırçınlığı her çağda baskındı. Dizenden yola çıkıp şiirine varırsak, Şiir seni hiç “gücendirerek tokatla”dı mı?
E. K.: Bahsettiğin ifade -kitabı sarıp sarmalayan döngü fikrinden bağımsız yaklaşabilirsek- kitabın en sonundaki “pilaki kalmadı efendim.” başlıklı şiirimin bitişine doğru bir yerde geçiyor. Tam olarak şöyle: en büyük yeteneğiniz gücendirerek tokatlamak. (s. 68). Hangi değerleri sahiplenirsek sahiplenelim -zaman zaman ya da gerçekçi olmak gerekirse her zaman- görmezden geldiğimiz gerçekler, tüm katılığı soğukluğuyla yanı başımızdalar. Bu şiiri ve bu dizeyi yazarken aklımda özellikle bu yoktu ama şimdi Jung’un “Normal insan, hayatta metafizik hiçbir şeyin olmadığı hayaline kapılınca tek bir metafizik olayı unutur: ölümünü.” sözünü düşündürüyor bana. O şiirin asıl meselesi, başkalarında beğenmeyip eleştirdiklerinin kendisinde de olduğunun belli belirsiz farkında olan bir özneye meydanı bırakmış olması ki eleştirdiklerinden biri de kimilerinin gücendirerek tokatlaması. Senin soruna gelince… evet, yazdığım bazı şiirler, kehanetin kendi kendini gerçekleştirmesi gibi gücendirerek tokatlamıştır beni. Zamanla şairin niyetini aşabiliyor dile getirdikleri ve kendisini şiirden/şairlikten soyutlayarak göstere göstere dolandırabiliyor. O şiirin meselesi bu değilse de daha sonra oraya dümen kırmayacağının garantisi yok. Kitaptaki baskın temalardan biri de sistematik faşizm ve yıkıcı etkileri. Bu sonucun, ateşini sistematik veya bireylerarası faşizmden alan ve psikolojik etkilerle kendini gösteren, kişinin kendi kendine uyguladığı faşizmle ilintisi olduğunu düşünüyorum. Aklımızın bir ucunda ve pratikte, sözünü ettiğim etkilerle, kendi kendimize yönelttiğimiz bir baskı düzeni var.
G. S.: Öğeleri cümlelerle, cümleleri dize katlarıyla toplamışsın. O toplamdan çıkan nedir? Şiirde noktalama işareti yerine toplama işareti kullanman, hayatın elde bıraktığı yekünü bulma ümidinden midir?
E. K.: Noktalama işaretlerini olduklarından başka bir varoluşa sürükleme düşüncesi, ciddi anlamda şiir yazdığım ilk zamanlardan beri var bende. Artı işaretini bir noktalama işareti olarak kullandığım iki şiir var (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz)’da. İlki “madik”, ikincisi de “yıkıntılarında” başlıklı şiirler. Her ikisi de hesaplaşma/yüzleşme ve sözel şiddet üzerine sesini yükselterek dikiliyor okurun karşısına. Yöntem olarak gerilimi yükseltme üzerine düşündüğüm zamanlarda yazdığım şiirlerden onlar. Ancak bunu pek de önemsemiyorum doğrusu. Pilava tel şehriye koymak gibi bir şey sadece. Orada, pirinç daha mühim.
G. S.: Bir erkek korosunun baş solistliğini giyinip, diğerleri adına farklı makamlı dizeler denkleştirmişsin. Kitap, erkek adalarının az parlak ve çok tozan doğasının her kıyısından bir dize koparmış kendine. Bu en baştan bir seçim miydi yoksa kalemin şartları mı o tabelanın işaret ettiği yerden gitmeni gerektirdi?
E. K.: Kitaptaki şiirlerin, farklı zamanlarda, farklı sebeplerle yazılmaları, kimi şiirlerin ortak izlekler etrafında şekillenmesine engel olmadı tabii ki. En baştan bir seçimle başlamadım yazmaya; o sıralar kafa yorduğum meselelere denk geldi bazıları yalnızca. Kitapta bir araya toplanmalarının sebebi de bu zaten. Şiirlerin hemen hemen hepsinde, bireylerarası ilişkilerde, kendini, eleştirdiklerinin dışında tutmadan hedefe koyan, iğneyi kendine batıran özneler söz konusu. Belki bir örnek vermek gerekiyor… brd hrks yr vr, tanrı parçacığı. sakatat yiyip şiir yazan canavarın tekiyim -hayvanların merhametinde bitimsiz bir kusur- sinsi, adi, ve orospuyum… ne dost ne baba ne koca oldu benden. (s. 34) diyor mesela öznelerden biri. Kendini soyutlamadan, içeriden bir eleştiri getirdiğini iddia edebiliriz. Tabela, bu topraklarda yaşayan tüm eril tahakküm uygulayanların sesini bünyesinde toplayan birine hız sınırını gösteriyor burada sadece.
G. S.: Kadın ve erkek bitmezi üzerinden şiirleri taşlarına oturtursak şiir erkek şairlerin kamuflajı mıdır gerçekten? Raflanmak istenen şair de olsa erkeklerin önceliklerinin değişmeyeceği olabilir mi? Şiirinizdeki et kokusu baharatları bastırıyor mu?
E. K.: “mmgelem” başlıklı şiirde, yüzümüzün yarısını kaplayan sahte bir gülüş kederimizi örtmeye yeter de artarmış bile. şiirimiz et kokuyormuş şimdi. şiir bizim kamuflajımızmış. (s. 63) diyor oradaki kişi. Bu soruyu sormasan da kitaptan vereceğim örneklerden biri de bu şiir olurdu büyük ihtimalle meseleyi değerlendirmek için. Şair ya da şiir bir erk alanında barınamaz. Şair yalvaç, tanrı, erk, patron, diktatör olmaya girişiyorsa -hatta Rubén Darío gibi, şairlerin tanrının kuleleri olduğunu iddia ediyor olsa bile- orada şiir varsa da eksiktir.
G. S.: “mmgelem” şiirine göre neden insan özetiyiz? Sayfalarca dökülen konu anlatımlarımıza ve örneklemelerimize ne oldu? Onca yaşanmışlıktan bir omurga yaratamadık mı?
E. K.: çoğu kez söz vermeyenlerdenmişiz. güvensiz yalancı kindar ketum inançsız kararsız tutarsızmışız. insan özetiymişiz. iş eldivensiz. (s. 62) böyle diyor(um) orada tam olarak. İki gruba ayrılabiliriz bu noktada: insanlıktan umudunu kesenler ve kesmeyenler olarak. İnsan özetiymişiz diyene kadar -belki klişe gelebilir ama- Sartre’ın Gizli Oturum oyununun sonlarına doğru Garcin’e söylettiklerini göz önünde bulunduruyordum: Hah! Yalnız iki kişisiniz öyle mi? Sizi daha kalabalık sanıyordum… Demek cehennem bu. Hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını… Acı, ateş, kızgın ızgara, hepsi sizsiniz demek… Ay! Ne gülünç şey… Kızgın ızgaranın ne gereği var: Cehennem başkalarıdır. Doğru, cehennem başkalarıdır; ancak insan özetiymişiz dedikten sonra iş eldivensiz diye ekleme yapıyorum “mmgelem”de. Bu, galiba, ben de pek emin değilim bundan, insana duyduğum sempatiden olsa gerek. Umudumu kesmemiş olmalıyım ki tüm o olumsuz özellikleri zorlayıcı bir nedene ya da nedenlere bağlıyorum. Yüzyıllardır yazıla gelen insanlıktan umut kesmediğimize dair güzellemelerin etkisiyle de olabilir bu yönde bir adım atmış olmam. Emin değilim gerçekten; hem de hiç. Şiir de böyle; asla emin olunamıyor.
***
Şiire ve Erkan Karakiraz’a teşekkürle…