Eser Ceran Erdi
“Her gün yazın” demek, deneyimli yazarların standart tavsiyesi olsa da ancak bu ‘iyi niyetli’ ‘tavsiye’ hayatını sadece yazmaya adamış olanlar için geçerli bir öneridir diye düşünüyorum. İş, aile ve sosyal aktiviteler arasında yazı yazma alışkanlığını nasıl edinebilirsiniz? Bunu durmadan sorgulayıp duruyorum kendi kendime. Bu konu ne kadar da değişkenlik ve müthiş bir disiplin gerektiriyor, bunun farkındayım elbette ama her yazarın, şairin, romancının, öykücünün, denemecinin, oyun yazarının, yani, yazmak aşkıyla yanıp tutuşanların kendine ait yazma ritüelleri vardır. Kendi adıma konuşarak bu yazım gittiği yere kadar ilerlesin isterim. Mesela İlhan Berk: “bu dünya yazılmak için vardır” der ve şiirin gücünü, büyüklüğünü hiçbir şeye değişmez. Yürekten katılıyorum bu sözüne. Ben mi? Yazı yazmak, şiir yazmak için ‘zaman avcılığı’ yapıyor ve mutfakta yazıyorum. Nasıl da ucu açık bir konu bu ve cümlelerimin savsözlerden uzak durmasını ve yazımın çağrışımlarla akmasını isterim. Yine de şairlerle yürümek bana iyi geliyor ve iki âlem arasında şiir makamında olmak ruhumu çiçeklendiriyor. Şu ‘zaman tanrısı’ hep yanımda olsa da yazmaktan başka bir şey düşünmesem?
En iyi sabah erken mi yoksa gece geç saatte mi yazılır, hangi yazara sorsak bu soruya değişik cevaplar alabiliriz. Yazarken kahve mi içer, bir iki kadeh içkisi mi vardır yanında, müzik dinler mi? Güneşli günler daha mı iyi gelir, yağmurlu havalar onu daha çok mu kışkırtır, çalışma masasında mı yazar, mutfakta mı? Bir başına kalmak mı ister yoksa doğanın içinde mi? Her yazar ve şairin kendine ait düş pınarları vardır çünkü! Sabahları yazanlar vardır, güneşi görmeden kalemi oynamaz. Gece kuşları gibi gecenin yıldızlarıyla konuşarak yazanlar vardır, gece perileri, gecenin sonsuzluğa açılan penceresini görmeden kaleminin mürekkebi akmaz. Yazmanın yeri, yurdu, zamanı var mıdır? Kimi şair ve yazarlar için bunun önemi olmayabilir. Aklıma Gabriel Marguez geldi mesela? Karısı Mercedes her sabah çalışma masasındaki sarıçiçekleri yeniler. Suyunu değiştirir. Bu alışkanlık büyük romancımıza yazmak için müthiş bir yaşama sevinci verir. Octavia Paz nasıl yazardı acaba şiirlerini? Ya Rilke mesela? Bazı şairlerin derdi zaman, mekân değil de içiyledir.
Dönüp dolaşıp şuraya gelip duruyorum. “Dil” denilen o büyük tanrının aciz çocukları olduğumuz gerçeğiyle karşı karşıya olmadığımızı kim söyleyebilir ki? Bildiğim bir şey varsa şairlerin o kelâm dolu dizelerinin eksik hayatların elinden tuttuğudur.
Mesela Dağlarca her ortamda şiirini yazabiliyordu. Yaza yaza, kendisi ‘büyük bir sözlük’ olmuş sonunda; bunu duydum, biliyorum. Değişik kalemler kullanırmış yazarken. “Her kalemin ayrı bir kişiliği vardır” diye bir sözünü okumuştum. Murathan Mungan da değişik kalemler kullanıyor; bunu duydum, biliyorum. ‘Kalemlerini öpen’ şairler onlar. Ama yazmak için bütün koşulları hazırdır. İşi sadece yazmaktır. Ama her şairin koşulları böyle değildir ki? Şair ve yazarların vazgeçemediği değişik alışkanlıkları olduğunu biliyoruz. Kendi başına yaşayanlar için, bu daha kolaydır. Başkalarıyla birlikte yaşıyorsanız, onları yazma zamanınıza saygı duymaları için eğitmeniz gerekecektir, böyle midir, bilmiyorum?
Bir çalışma odasına çekilip kapıyı kapatabilirseniz bu daha kolaydır. İşte şimdi burada Behçet Necatigil’i anımsatmak tam yeridir diye düşünüyorum. İki kızı da ustanın çalışma odasına bırakın kapı çalınmadan içeri girmeyi, annenin, “çocuklar biraz yavaş olun, babanız odasında çalışıyor” uyarısıyla karşı karşıya kalırlarmış; bunu duydum, biliyorum.
Bana gelince ancak ‘mutfak masasında’ yazıyor, zamanı ele geçirmek istiyorum. Yazmak sadece kelimeleri kâğıda dökme süreci değil; aynı zamanda bu kelimeleri bir araya getirme, bağlantılar kurma ve yeni anlayışlara ulaşma süreci değil de nedir? Kalbim ve aklım düşünecek yer arıyor. Her yerde, her koşulda yazmak, yazarken yeni bir dünya yaratmak çabası içindeyim. Başkalarını izlemek, yazının izini sürmek, kendimi yeni deneyimlere açık tutarak, gözlem ve merak gücümü geliştirerek keşifler halindeyim. Bol bol okumak ve ruhumu canlı tutmak ve beynimin antenlerini açık tutarak yazma yolculuğumu sürdürmeye çalışıyorum. Yaratıcı yazma atölyeleri veya bir yazar grubuna katılmak, kuşkusuz ki teknik öğrenme ve kendinizi daha çok geliştirmek ve yazmak için motivasyon fırsatı sunuyor. Ancak öğrenmenin ve yazmayı geliştirmenin en iyi yolunun yine geniş çapta okumak ve yine okumak olduğunun bilincindeyim. Okumak, neyin işe yaradığını, neyin işe yaramadığını anlamamı sağlıyor bana. ‘Mutfak’ benim atölyem. Mutfakta çalışıyorum şiirimi ve başarısız olmaktan da asla korkmuyorum. Farklı yemekler yapmak gibi yazıda farklı deneylere kalkışmak hoşuma gidiyor.
Şiir yazmak bir anlamda şiiri pişirmek değil midir? Yemek yapmayı, şiir yapmayı birbirinden ayıramıyorum. Şiirin mutfağında olmak hoşuma gidiyor. Mutfaktan balkona çıkınca güneş hep gülümser bana. Güneş batarken, hüzünlenirim. Balkon benim için nefes aldığım bahçemdir. O bahçede kahvemi, içkimi yudumlarken bir sigara da bana eşlik edebilir. Sonra gece olur, ay ve ışığı pencereme kadar sokulur. Mutfakta çalışıyorum ve mutfak bana huzur veriyor. Hem dedim ya; her şey, bütün malzemelerim, duygu ve düşüncelerim harflerim ve kelimelerim şiirin baharatlarıyla harmanlanır. Baharatlara sözlük gibi dikkat etmek lazımdır, öyle değil midir? Yemeğin lezzeti yerindeyse önce onu koklarsınız. Şiir de öyle gelir bana. Kelimeler baharatlarımdır. Mutfaktan balkona, balkondan göğe taşınırım yazarken. Bu arada “Mr. Moe” adında bir kedimiz vardır, o bana asistanlık yapar, kelimeleri getir götür işlerinde biricik yardımcımdır. Burada önemli bir şey daha var. Siz eğer bir anne iseniz işiniz biraz daha zorlaşıyor, kolay değil ince bir dengeyi tutturabilmek? Fakat bu asla bir bahane olmamıştır benim için. Sevgili Gülten Akın’a bakalım. O da bir anneydi ve kalıcı müthiş şiirler yazmıştır. Sadece o mu? Başka şairlerimiz de!
Türkçe’ye önem veririm. Dil sorunsalını göz ardı etmeden şiir konusunda hızlı koşmadan, tökezlemeden yürümek isterim. Doğanın bana sunduğu armağanlar şiirime girsin isterim. Her türlü çileyi göze aldığım için inadına şiire çalışıyorum, mutfakta, balkonda, sokakta. Sokakta yürürken bile şiiri düşünürüm. Beyaz bir kâğıttan kalbim var, bütün şiirlerimi oraya yazıyorum.
Yeni fikirler ediniyorum. Aklımda beliren o çılgın yeni bir fikre şans vermek istiyorum. Mesela yazdığım bir bölüm istediğim ölçüde, kıvamda değilse bile o yazdıklarımı defterlerimde saklamaya çalışıyorum. Yazdığınız her şey yayımlanabilir bir dize, şiir olmayabilir, ancak yayımlanamayan tüm bu ada parçacıklarını parçalamıyor, aksine benim için pratik bir deneyimi temsil ettiğinden çöpe yollamayıp, onları koruma altına alıyorum. İşe yaramayan bir fikir ya da reddedilen bir şiir, başarısız olduğunuz anlamına da gelmiyor. ‘Fikrimin mutfak gülüyüm’. Yemekle şiiri birbirinden ayıramıyorum. Yazılanın tadı, tuzu, baharatı yerinde değilse ‘şiir kazası’ olabilir. Fikrimin daha fazla kuluçka süresine veya farklı bir yaklaşıma ihtiyacı olduğu, şiirimin doğru editörü bulamadığı, bu nedenle daha uygun olabilecek bir dergi bulunacağı anlamına de gelebilir diye düşünce egzersizleri yapıyorum.
Şiirlerimin mutfağı herkese açıktır. Şiir yazma formülleri bana göre değildir. Şiir bana gelirse gelir. Şiirde taş sektirmek ve imalarda bulunmak mutfak masamın örtüsünü kirletebilir, kaçınırım bundan. Kendi mutfağımda iyi bir aşçı olmaya çalışıyorum.
Afiyet olsun…