Ayfer Feriha Nujen
Bağımsız Ol(!)mak
or Not To Be
Şiir son iki yıldır kuvvetli bir biçimde gündemde, ama hâlâ çok az sayıda yayınevi şiire ciddi bir biçimde eğildiler. Aslında bu yeni bir eğilim değil. Tıpkı yeni ve baş edilmez bir virüs gibi varyantlarını oluşturmayı başardı şiir. Tekelin ağzıyla yazılmayan, söylenmeyen şiirlerin de artık basıldığını, okunduğunu söylemek gerekirse. Şiir geçen yıllar içinde de her zaman basıldı, okundu. Ama ambiyansı tek düzen bir defter içinde kalmakla sınırlıydı. Bir elekten geçiyor insanoğlu. Zalim bir elin sallayıp durduğu bir elekten. Bazılarını yaratırken kumunu elemeyi unutmuş bir Tanrı’nın iradesiyle elbette. Çok iyi şairler adı duyulmayan yayınevlerinden çıkıyor, bu da bir çeşit resmi ölümdür, bu kötü irade yüzünden. Ölü doğmak gibi… İyi okur, bir anlığına da olsa bu şairlerle, bu kitaplarla karşılaştığı anda ona sonsuz hayatı veriyor, ama ne kadarıyla ne kadar kolay karşılaşabiliyor? İşte bu muğlâk! Son birkaç yıla kadar basılan şiirler de iyi şiirlerdi elbette, ama şiir basan yayınevlerinin kriterleri belli bir sınıfa, belli bir çevrenin örgütlenme biçimine göre kitaplaştırıyordu onları. Son birkaç yıl ve tabii bir eşik olarak 2020 yılı müthiş bir değişim yılı oldu şiir kitapları ve şairler için her şeye rağmen. Şiir için buna zemin hazırlayan şeyin yeni ve daha ucuz basılmasına dair dijital baskı gibi yöntemler olduğunu da söylemek gerek. Ve elbette dağıtımla ilgili birkaç şey…
Klaros Yayınları, Mühür Kitaplığı, Çalakalem Yayınları, Yitik Ülke Yayınları, Pikareks Yayınevi, İthaki Yayınları, 160.Kilometre ve daha adı sayılabilecek pek çok yeni yayınevi de şiirle açılışlarını gerçekleştirdi ve şiir kitaplarına seriler ve birbirinden bağımsız baskılarla yer verdiler yayın programlarında. Daha yeni, daha genç yayınevleri de var aralarında. Daha köklü, daha tecrübeli yayınevlerinin de yapabileceği bir işti hâlbuki bu. Elbette o yayınevleri de şiirler basıyor, fakat insanın anlamakta zorlandığı kriterler içerisinde. Bir büyük yayınevi (buradaki büyüklük dil ve edebiyat tarihine katkısı açısından değil, ün ve ticari açıdan bir büyüklük) kendilerine şiir dosyalarını ileten yeni ve genç şairlere pek de yanaşmak istemediğinden olsa gerek “şiir basmıyoruz” yanıtını verirken kendi kriterleri içindeki uyumu yakalamış ya da o bağı kurmuş kitapları baskıya girmiş oluyor. Kırıcı değil, düalist bir işletme politikasıyla. Ve böyle bir yayını takip ettiğiniz zaman yayında hüküm sahibi olanların genç yazanlara verdikleri yanıtlarla çelişen şu gibi ‘şiire değer veriyoruz, şaire değer veriyoruz‘ gibi demeçleriyle karşılaşmak da mümkün. Komik değil, trajik değil. Trajikomik. Bu işletmelerin dışarıdan bakınca nasıl göründüklerinden keşke haberleri olsa…
Reddedilmek de kabul görmek kadar normal ve sıradan bir durum. Ama fakat ve lakin hiç okunmamış bir dosyanın akıbet olarak aldığı yanıtlar gerçekten edebiyat açısından çok büyük kayıp. Kabul görme durumunun dışında bir red durumu da yok ortada. Ve özellikle genç şair intiharlarının arkasında sadece buna benzer şeyler vardır. Böyle olduğunu biliyoruz çoğu müntehir şairin. Demek ki her türde metin gibi en çok şiir gittiği yayınevlerinde okunmuyor, bir değerlendirme aşamasından geçmiyor. Bir kadrolaşma da söz konusu değil aslında. Çünkü sözüm ona yazar kadrosunu oluştururken de bu tür yayınevleri bunu yazarın tirajına bakarak yapıyor, bir işletme psikoloji olarak bu da gayet normal tabii. Yani ne türde yazarsa yazsın yazan kişi işletmenin beklentilerini ne kadar iyi bir yazar olursa olsun karşılayamamışsa, basılmamış bir kitabın yazarıyla benzer bir son yaşıyor zaten. Ve daha kötüsü şu, zirveyi bir kez görüp aşağıya inen bir daha asla zirveyi göremiyor. Çünkü yayınevleri ticari işletmeler. Ve her işletme gibi kaderini belirlemede satış odaklı kararlar almak zorundalar. Bu konuda çok disiplinli değiller üstelik. Hiçbir yayınevi gözettiği konular da dâhil üretim ya da üretimi geliştirecek kapasitede mühendislik beceri ve bakış açısına sahip ne bir editöre ne de bir yöneticiye sahip değiller. Ne de olsa her şey bir görüntüden ibaret. Ticari manüpülasyonlarla yürüyen bu işletmelerden elbette ki kimse sloganlar dışında insani bir eylem ya da yaklaşım beklemesin. Yazamaya bağladıkları hayat motivasyonlarını kaybetmek istemiyorlarsa eğer. Ben iyi şiirler yazan, sıkı yazılar yazan biri değilim. Dibi iyi görebilen, ama bence yeterince iyi ifade edemeyen biri olarak, diplerden yüzeye ne söylesem akıntıya kapılıp gidecek kadar hafif sözler etmeme rağmen ağırlığı ve kalıcılığı olan metinleri keşfetmekte iddiasına sırtını şüphesiz dayayabilen bir okur olarak müthiş şiirlerin-şairlerin yok olduğuna şahitlik ettim, ediyorum. Mühendislik bir üretim ve satış politikası derken kast ettiğim şey üretim planlama ile ilgili olan her şey. Yani kimleri basıp kimleri basmayacaklarına çoğu yayınevi söz konusu kişilerin sosyal medya takip oranlarına bakarak yapıyor. Geri kalan bir kısmını ise farklı bağlar üzerinden yapıyor. Sözünü ettiğim bu sistem için kesinlikle bir eleştiri metni değildir bu. Söylemek istediğim şey aslında tam olarak şu: burada kalıcılık diye bir şey yok ve hiçbir yazan “taşlar yerine oturdu” sananlar da öyle, bağımsız var olma durumunu bu geçicilik için feda etmemeli.
Yazan biri için bağımsız olmak or not to be onun metinlerinin istikbalini belirleyecek olandır. Kimsenin müridi ya da paralı askeri olmak gerekmiyor, bugün artık ne şiir ne de başka bir türde yazmak için. Eğer mürit ya da yazan biri olarak bağımsızlığını gözden çıkarmayı göze almışsa biri, şunu da iyi bilmeli mürit olan şeyhini gösterir ve bir orduya dâhil olan asker de her zaman diğer askerlere benzer. Kendi olmayanın kendisine ait hiçbir şeyi olmaz. Buna metinleri de dâhil, kendisinin sandığı hayatı da. Elbette insanın bir değeri var âlemde. Ve her insan duyumsamak ister değerli olduğunu. Ama insanın değeri ettiği sözün değeri yanında belli olur. Bağımsızlığını ve kendi iradesini intiharıyla ilan edenlerin yazma olayını bırakırken aslında yaşama olayını da sonlandırdıkları gerçeğini yazının bittiği yerde eylemi başlatan Cesare Pavese ile örneklendirmem biraz ağır gelebilir, ama zaten ölümün yazmayı da eylemi de bitiremeyeceğini bu yolu erken seçenler bilemezler. Bağımsız olmak yalnız kalmaktır, bu da doğru, bu da ağır. Ama kendin olmak, kendin olarak kalmak her konuda şaire de /yazara da doğruyu söylemesi gerektiğinde ve adaletli olması gerektiğinin farkında olduğunda korkusuzluğu, kaybedebileceği her şeyin zaten hiçbir zaman gerçekte ona ait olmayacağını ve dünyadan ağır sözler etme özgürlüğüne sahip olmak demek olduğunun özgürlüğünü tattıracağının garantisini veriyorum. Genç şairlerin bağımsızlık manifestolarını okuyorum son zamanlarda. Bazılarının yaşıtım olması bile düşünsel olarak onlarla akran değilim hissine mani olmuyor. Eğilmeler, bükülmeler, ısrarlar derken, reddedildikçe saldırganlaşanlar, bir karşı eylem yaratma çabaları. Zavallıca. Oysa kendi olanın karşısında bu zavallılık elbette kemikleşmiş olanın yaratacağı intiba olarak kalacaktır. Çünkü kemikleşmiş hiçbir şey yeni bir hareketin devinimine ilk anda tepki verecek esnekliğe sahip değildir. Yazı boyunca bir anda pek çok şeyden söz ettim zannedilebilir, ama ben burada bağımsız olmaktan söz ettim. Bu kadar çok şeyden söz ederken de bağımsız olduğumun altını çizdim. Yukarıda adını andığım başlıca yayınevlerinin şiire yönelirken risk almış olmaları da bir bağımsızlık ilanıdır. Yayıncısında şairine, yazarına ne yayımlarsa yayımlasın, ne yazarsa yazsın kişi ya da kurumlar bütün benlik ve prensiplerini menfaatlere bağladıkları sürece yenidünyada hiçbir şey elde edemeyecekler hüsrandan başka. Çünkü ben ve benim gibiler bunun için çalışıyoruz. Bağımsızlığını ilan edemeyenler için bugünden itibaren kırmızı oklar aşağıya!