Lousie Glück’ün Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasının yankıları devam ediyor. Mustafa Fırat şairlere, Lousie Glück’ün Nobel Ödülü’nü almasıyla ilgili düşüncelerini sordu…
GÜVEN TURAN:
Louise Glück benim 1960’ların ortalarından beri izlediğim bir şair. Bende eleştiri kitapları da dahil, bütün kitapları var… Glück benim ilk şiirini okuduğum günkü heyecanı en son şiirinde verebiliyor.
Şiirini bunca sevmemin nedeni, dünyayı, insan ilişkilerinin karmaşıklığını lirik bir imge düzeniyle ve kristal kesinlikte ve berraklıkta bir dille verebilmesi. Şiirlerini çevirmemin nedeni de buydu: Bu yalın görünümlü derinlikli şiiri Türkçede yeniden var edebilmek… 1994’de çıkan Seçme Şiirler‘den sonra da çevirdiklerim var… Umarım, genişletme olanağı bulabilirim Seçme Şiirler‘i.
BETÜL DÜNDER: “Dünyanın yarısından alacağımız var. Hayatta, sokakta, şiirde…”
Öncelikle belirtmeliyim ki, Nobel Ödülü’nün benim nezdimde yazarı/şairi onurlandıran, taltif eden özel bir anlamı yok. Bunu Sartre’ın 64’te ödülü reddederken söylemiş olduğu şu cümle ile birleştiriyorum: “Bu ödül yazarın okura karşı sorumluluğu ile bağdaşmaz”. Ancak bu soruşturmanın maiyeti bu tartışmayı kapsamıyor. O nedenle ödülün verilişi, kabulü ya da reddi bağlamında düşündüklerimin yeri de burası değil. Nihayetinde bütün şerhlerimi saklı tutarak, 2020 Nobel Edebiyat Ödülü’nün; evrensel yazının “büyük yazar” kabul ettiği Milan Kundera, Haruki Murakami ve -ödülün en öne çıkan adayı- Maryse Condé’nın olduğu listeden bir şaire/bir kadına/bir şair kadına verilmiş olmasına dair birkaç ‘iyi niyetli/iyi bakışlı’ cümle kurabilirim sanırım. Ödülün bu yılki sahibi Louise Glück ile tanışmam birkaç sene önce ülke dışındaki şair kadınlarla ilgili bir çalışma vesilesiyle olduydu. Kıt’a şiirinin öne çıkan bir ismiydi. Şiirlerinden oluşan bir seçki 1994 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan Güven Turan çevirisi ile yayımlanmıştı. Ben kitabı sahaf bir arkadaşımın çabası ile edinmiş ve nedense erken kaybetmiştim. Kitaplığımın kayıp kitaplarından biridir. Bu ortadan kayboluşu kitabın mor renginin cazibesine veriyorum! Yoksa Güven Turan’ın 60’lı yılların ortalarında ‘Amerikalı Genç Şairler Antolojisi’nde görüp, şiirlerini çevirecek kadar etkilendiği ve ancak bu çevirilerin bir seçki halinde 30 yıl sonra basıldığı ve yeni baskısının yapılacak kadar ilgi ve değer görmediği bir ülkede Glück’un kitabını kim ne yapsındı. Mesele benim kitabın kayboluşu değil zaten bizde Louise Glück’un kayıp oluşu. Ya da olmayışı… Gerçi Avrupa dillerinde de çevirilerinin pek nadir bulunduğu konuşuluyor. Bunun nedenlerinden biri öyle sanıyorum ki Nobel jurisinin de derdi olmuş. Dünya edebiyatında şiir bir şekilde itibarını korumaya devam etse de; yayımlanması, okura ulaşması ve uluslararası dolaşıma girebilmesi gün geçtikçe zorlaşıyor. Burdan hareketle ödülün bir şaire verilmiş olması bir hezeyan halinde şiir okuma hevesini çoğaltır ve dünya bir şair kadının hüneri sayesinde şiirle tekrar buluşur mu, bilemem. Ama kendi ülkemin okur refleksinin -şairler de dahil- “kim bu kadın!” diyerek yayınevlerini harekete geçireceğini öngörmemek ayıp olur. Böylelikle Nobel jurisinin şiir yayıncılığını tetikleme ve buradan tecimsel bir döngü yaratma derdi vardıysa da, bu örtük bir biçimde görevlerini yerine getirdiklerini gösterir. Türkçe’de bu arenada hangi yayınevleri hangi güçle buna dahil olacak göreceğiz. Hiç değilse bir 30 yıl sonra seçkinin yeni basımını raflarda bulma olasılığımız yüksek. Sevinelim.
Ödülün gündem oluşturması bağlamında bir şeye daha sevinelim. Ama eksik sevinelim. Yine şerhli sevinelim. 90’lardan itibaren öne çıkan kimlik politikaları, öteki oluşun isyanı, mücadelesi; onun görünürlüğü, erk ile çatışması, kültürel çalışmalar içindeki varlığı çoğalırken toplumsal cinsiyet bağlamında biriken literatür hem eylemde hem teoride kendini iyiden iyiye belirgin kılıyor. İkibinli yıllara girerken ‘edebiyatın en eril alanı olan şiirde kadınların nicel olarak artışı birçok şeyi değiştirecek’ tespitimiz görünen o ki bugün kendini gerçekleştiriyor. Türkçe şiirde şair kadınların varlığı şiirimizin akışını değiştiriyor. Bu mutlak ki dünya şiiri için de geçerli. Louise Glück 77 yıllık ömrünü şiire vakfetmiş ve kökünden dalına yaprağına şiirle yaşamış bir kadın. Bir lirik. Sevgili Nuray Önoğlu’nun çevirdiği “Yuvaya Dönüş” şiirinde kendisinin söylediği gibi: “…Tarlalar. Uzun çimenlerin kokusu, taze biçilmiş./ Lirik bir şairden bekleneceği gibi./ Dünyaya bir kez çocukken bakarız.Gerisi hatıradır.” Mekanikleşen bu çağın içinde sözcüklerin kudretine inanmış ve kadınoluşun dilini kurmuş bir şair her şeyden önce. Haber bültenleri gibi yazılmış şiirler okuduğumuz şu virüslü zamanlarda onunla yeniden karşılaşmak bana iyi geldi. Olancası bu. Yoksa sevincimizi eksik bırakan nice şey içinde henüz hesaplaşmadık. Dünyanın yarısından alacağımız var. Hayatta, sokakta, şiirde.
BOYASIZ KAPI
Sonunda, orta yaşta
Çocukluğa dönmeye tahrik edildim
Ev aynı evdi ama farklıydı kapı
Kırmızı değil artık, boyasız tahta
Ağaçlar aynıydı: Meşe, kızıl kayın
Ama insanlar- Geçmişin bütün sakinleri
Gitmişler: kayıp, ölü, taşınmış
Karşı sokaktaki çocuklar
Yaşlı erkek ve kadınlar
Güneş aynıydı, çimler
Yazın kahverengi saygınlığında
Ama şimdiki zaman yabancılarla dolu
Ve bir biçimde tamamen doğruydu her şey,
Tam da anımsadığım gibi ev, sokak
Bayındır köy
Yeniden iddiada bulunmamak ya da girmemek
Ama yasallaştırmak
Sessizlik ve mesafeyi
Zaman ve mekânın uzaklığını
Şaşırtıcı sahilciğini tahayyül ve rüyanın
Anımsıyorum çocukluğu uzun arzusu olarak
başka yerde olmanın
Ev bu. Bu olmalı çocuklukta geçen aklımdan
LOUISE GLUCK
Çeviri: Neşe Yaşın
NEŞE YAŞIN:
Lefkoşa’nın güney tarafında küçük bir kitapçım var; Muflon kitabevi. Oraya uğrayıp İngilizce şiir kitapları bakardım hep. Kitabevinin sahibi Ruth tavsiye etmişti Louise Glück’ü almamı. Daha önce bir antolojide rastlamıştım Glück’ün şiirlerine. Fleur Adcok’un derlediği ve önsözünü yazdığı 20. Yüzyıl Kadın Şairler Antolojisi’nde. İngiliz dilinde yazan kadınları kapsayan bir antoloji. Nobel açıklandıktan sonra baktım Guardian’da Fleur Adcock yazmış Glück hakkında. Dün sabah Nobel için adının geçtiğini görünce umarım ona verilir diye geçirdim içimden ve oturup bir şiirini çevirdim. Bu sabah bir başka sürpriz çıktı karşıma. Kitaplığımda Güven Turan çevirisi Louise Glück Seçme Şiirler kitabını buldum ve kapağı açınca Lefkoşa’nın kuzey tarafındaki bir diğer kitapçı kadının, Işık kitabevi sahibi Nahide’nin bana doğum günü armağanı olduğunu fark ettim. Ne güzel! Bölünmüş şehrin iki yarısından iki kitapçı kadın beni Glück ile buluşturmuş.
Sabah içimden Nobel’i keşke o alsa diye geçirirken “şair olsun, kadın olsun” diye düşünmüştüm bir yandan da. Glück’ün şiirinde beni en çok etkileyen bizi içine çektiği o özel dünyasında bir yabancının hayatını izler gibiyken kendimizle buluşmamız. Şair kadınlara getirilen özel olanda dolanıp dünya meselelerini dert etmemeleri gibi bir eleştiriyi yerle bir eden özel olanın aslında ne kadar da politik olduğunu gösteren bir şiir Glück’ün şiiri.
EREN AYSAN:
Çok uzun yıllardır Nobel Edebiyat Ödülü, yazının niteliğinden ziyade isimler üzerinden yapılan tartışmalarla hatta deyim yerindeyse sansasyonlarla anılıyor. Ödül açıklanmadan hemen önce bahislerde belli bir edebiyat niteliğine sahip kimi şair ve yazarların adı öne çıksa da, plaket genellikle sürpriz biriyle buluşuyor. Nitekim Louise Glück ödül aldıktan hemen sonra Amerikan medyasında da kazan kaynamaya başladı. 2018 yılında akademi üyelerinden şair Katarina Frostenson’un eşi Fransız fotoğrafçı Jean-Claude Arnault’a, tamı tamına on sekiz kadın tarafından cinsel taciz suçlaması yapılmıştı. Arnault’un altı ödülün kazananını resmi açıklamadan önce sızdırdığı da ileri sürülmüştü. Bütün bu gelişmeler ilgili yıl için ödülün verilmemesiyle sonuçlandı. Şimdi ise akademinin “kadınlar” ve “lirizm” üzerinden kendi kirliliğini, Lady Macbeth’in, “çık ellerimden o mel’un leke” diyerek temizlemeye çalıştığı iddia ediliyor. Bütün bunlarla birlikte her yıl olduğu gibi “ödül” ve “sanat eseri” tartışması yeniden açılıyor, Hiçbir yarışmanın kabul edilebilir olmadığı, ödüllerin sanatçı megalomanisi ve hiyerarşisi yarattığı görüşü dillendiriliyor, seçici kurula “kaliteli ürün eksperti”, okur – izler çevreye de “tüketim pazarı” muamelesi yapılıyor oluşunun derin ıstırabı defaten hatırlatılıyor. Alfred Nobel gibi edebiyat dışı bir kişinin adına edebiyat ödülü verilmesinin saygısızlığı üstünde duruluyor; “Hatta Nobel kim oluyor da onun adına Sartre’a ödül verilebiliyor?” sorusuyla hafızalar tazeleniyor. “Muhtemelen Sartre da böyle düşündüğü için ödülü reddetti,” deniliyor.
Kim ne derse desin, şiirin ötelendiği, hatta bazı edebiyat eleştirmenlerince arkaik görülerek tedavülden kalkma noktasına geldiğinin açıkça(!) söylendiği, şiir kitaplarının tüm dünyada olduğu gibi son derece az sattığı, şairin sözünün değersizleştirilmeye çalışıldığı günümüzde bir şair kadına dünya kamuoyunun gözü önünde ödül verilmesinin anlamı büyük.
45’de Gabriela Mistral’e, 96’da Wislawa Szymborska’ya ya verilen ödül şimdi Louise Glück’le buluşuyor. Hele bizim gibi egemen erkek söylemin hâlâ, “kadından şair olur mu?” tartışmasını gizliden gizliye biralarını tokuştururken yürüttüğü, “şiirin zaten kadın olduğu, kadın tarafından yazılmasına gerek olmadığı” gibi çöpten argümanlarla vasatlık arenasına sürüldüğü dönemde verilmesi hayli eğlenceli!
Ne demişti Wirginia Woolf; “Kadınları farklı işler ve uğraşlarla baş başa bırakın!” Biz yüzyıl kadar sonra onun dediğini yaptık, pek çok işe el altık da, bir de öldürülmesek!
W.B. BAYRIL:
Kesinlikle karşıyım…. Parayı bana ödül madalyasını sayın Glück’e versinler. O zaman şahane bir tercih olur… Onun dışında ilgilenmiyorum açıkçası…
TURGAY KANTÜRK:
Nobel bir şaire, iyi bir şaire, hem de bir kadına gitti… Bence güzel
de oldu. Bizde dergi sayfalarında kalmış bir avuç şiiri dışında Güven
Turan’ın çevirdiği Seçme Şiirler’i YKY tarafından 1994’te
yayınlanmıştı. Hatta Selçuk Altun ıssız adaya düşse yanına alacağı üç
kitaptan biri olarak Poems 1962-2012’yi göstermişti. ABD’ye yerleşmek
zorunda kalan Ermeni bir ailenin kızı olan 1943 doğumlu Louise
Elisabeth Glück, yaşayan en etkili Amerikalı şairlerden biri kuşkusuz.
Deneme alanında da ürün vermiş ve akademik çalışmaları da var. Bu
yıl, ‘sade güzellikle bireysel varoluşu evrensel kılan kusursuz
şiirsel sesi’ gerekçesiyle Nobel Edebiyat Ödülü’yle onurlandırıldı.
Şairin daha önceleri Pulitzer dahil birçok saygın ödülü kazandığını
biliyoruz. Bu güne kadar 12 şiir kitabı yayınlanan Glück genellikle
otobiyografik bir şair olarak tanımlanır; çalışmalarının çoğunlukla
duygusal yoğunluk, kişisel deneyimler ve modern yaşam üzerine
odaklandığı söylenebilir. Mitoloji, tarih ve doğa yazı evrenini temel
taşlarıdır. Şiire olan ilgiye ve yepyeni çevirilerin yapılmasına da
katkısı olacaktır bu ödülün
————————————————
ENVER TOPALOĞLU:
Ödülün şiire ve bir şair kadına verilmesi çok sevindirici.
Uzun bir aradan sonra bir şair kadına nobel veriliyor.
Bu tercih ayrıca Batı’da hâlâ şiirin var olduğunu, yaşadığını da gösteriyor. Tabii Batı’da şiirin halen nobel verilecek kadar önemsendiğine de işaret ediyor…
Jüriyi kutlarım. Şiir adına mutluluk veren bir seçim…
NİLAY ÖZER:
Ödülün öncelikle şiire gitmesi mutluluk verici… Şiir hayattan çekiliyor, önemini kaybediyor gibi yorumları da bir kez daha geçersiz kıldı. Şiire ihtiyacımız artıyor. Haksız biçimde akıl, rasyonalite, sistematik gibi kavramların karşısına konulan ama haklı biçimde bu kavramların eksiğini gediğini ortaya koyan şiirle siyasetin, ekonominin baskı altında tuttuğu duyguları sorgulayıp özgür bırakma çabamız yükseliyor. İkincisi ödülü Glück’ün alması, bir kadının dünyayı ve şiiri deneyimlemesinin Nobel’le ödüllendirmesi başlı başına bir önem taşıyor. Bir yandan bunca erkek bir dünyada, Glück’ün Nobel alması kadın yazını için müthiş, diğer yandan küresel siyasetin erilliğini, yükselen faşizmden kadınların ne denli kötü etkilendiğini düşünürsek kadınların hiçbir ödüle ihtiyaçları olmadığını, bu mücadelenin Nobelle dahi uzlaşamayacağını biliyoruz. Türkiye’de çok fazla tanınmıyor belki ama Glück’ün okurları onu derin bir bağlılıkla sever. Ödülün ardından Türkçe’ye daha çok kitabının çevrilmesini umuyorum. Bu gerçekten günün güzel haberi oldu.
BERNA OLGAÇ:
Şiir kazanmış. Bunun için mutluyum. Hemcinsimin alması kadar başka nasıl güzel haber olur. Bizde Louise Glück’ün değerli Güven Turan çevirisi var. Çok beğenerek okumuştum. Bir de yanılmıyorsam Neşe Yaşın çevirisi okumuştum. İnsancıl bir şiir yazıyor. İçimize eğilen bir şiir. Lirik bir şiir. Ve bu da bir yerlerde hâlâ güzel şiirlerin yazıldığının da göstergesi olsa gerek. Bu dünyayı, emin olun kadınlar güzelleştiriyor. Kadının elinin değdiği her şey gibi şiir de bambaşka oluyor. Bunu kim yadsıyabilir ki? İyi bir şairin almasına gerçekten çok sevindim.
DUYGU KANKAYTSIN:
Öncelikle belirtmeli ki 2020 Nobel Edebiyat Ödülü nitelikli ve seçkin bir şaire verildi. Louise Glück yazdıklarıyla, poetikasıyla ve duruşuyla sağlam bir şair. Bu açıdan sevindirici bir haber… Ayrıca bir kadına verilmesiyle ifadesinin kendi içindeki sıkıntılı hallerini düşünerek bunun uzağında kadına verilmesi açısından çok heyecan duydum. Ödülü alan kişiyle ilgili yapılan polemik haber, atılan tweet ya da değini ilgimi çekmedi. Duyduğum heyecan açısından bundan sonra böyle sürmesi dileğiyle…