İnsan kendinin bilinçli farkındalığına varıp, onu çevreleyen doğayı tanımlamaya başladıktan sonra, özne-nesne etkileşimi ve varlıklar birlikteliğini belleğinde oturtmaya başladı. Geçirdiği aşamada düşünce alanı oluştuğu gibi, anlayamadığı ama etkisinde kaldığı duygularını dile getirebilmek becerisine kavuştu. Bu insanlığın geleceğindeki sanatsal varoluş biçimlerinin önünü açacak anın başlangıcıydı. Deneyimlediklerini biriktirerek oluşturacağı anlam alanlarından çözülen farklı sanatsal disiplinler, böylece oluşmaya başlıyordu.
Bu sanat dallarından bir tanesi, insan olma hali ile başat olan müziktir. Müzikte ilk adım, ilksel iç sesindeki armoni, ritim ve renklerin dış dünyadaki karşılıklarını bularak atılacaktı. Yani doğanın sesleriyle. Rüzgarın fısıltısı, çağlayanların uğultusu, yağmurun ve rüzgarın sesi ile gökgürültüsü onun dış dünyadaki müzikleriydi. Başlangıçta bir ağaç gövdesine ya da boş bir kütüğe geçirdiği hayvan derisine ritim duygusu ile vurarak çıkarttığı seslerden sonra, hayvan bağırsağından yaptığı ipleri gererek ve boynuz-kemikleri üfleyerek çıkardığı tınılar ile doğayı kendi içindeki doğayla buluşturuyordu. Bu buluşmayı gerçekleştirdiği nesneler de insanlığın ilk enstrümanlarıydılar.
Müziğin bu aşamasında, alt algısındaki genlerin oluşturacağı yeni bir okuma ile insan, aralarında nedensellik kuramadığı şiddetli doğa olaylarını, ruhlar, yaşamın sırları ve ölüm gibi olgular üzerinden ilksel inanç biçimini gerçekleştiriyordu. Eşit zamanlı gelişim gösteren müzik ve inançsal algı, varlık alanlarında iç içe geçerek bir bütünsellik oluşturdular. Dini törenlerde kullanılmaya başlanan müziğin, yüzyıllar boyu bu törenlerde önemli bir yeri olmuş ve tanrısal bir ses olarak kutsanmıştır.
Müzikle ilgili ilk kuramsal alt yapı eski Yunanistan’da oluştu. Bu kültürde müzik ve dans sosyal hayatın en önemli dışa vurum araçları oldukları gibi, tanrısal ayinlerin de en önemli ritüelleri idi. Gerek kültüründe kutsanan müzik, sanatın koruyucu tanrıçaları olan Musalar ile ruhsal anlamda ilintilendirildiği için, adını – mousike- onlardan alarak, bir kavram olarak var oldu.
Bu kutsallık Hristiyanlıkta da devam etmiş ve müziğin dini güçlendirici bir araç olduğuna inanılmış. Kilise müziği bu görüş ile oluşarak, bütün ortaçağ Avrupasını etkisi altına almıştır. Bununla birlikte aşk, doğa tutkusu ve insanlığın diğer halleri üzerine kadar geniş bir alanda, kendi öznel varlığını kutsal alanının dışına taşıyabilen müzik, zamanla belirli ritim ve standart ezgilerle sanatsal olgu olarak ortaya çıkmayı başarır.
Etkili bir sanatsal disiplin haline gelen müzik, diğer sanat alanları olan resim, heykel, şiir, roman ve sinema ile sürekli bir etkileşim içinde olmuştur. Ancak müzik duyguların ve sözün taşıyıcı gücü olma özelliğinden dolayı, daha çoğul ve direkt ilişkiyi, anlatı dilini görüntü ve sesle oluşturan sinema ile gerçekleştirdi.
Birliktelikleri, sessiz sinema dönemi ile başlar. Bu dönemde filmler canlı piyano eşliğinde oynatılarak, izleyicilerin ve sinema makinesinin sesi bastırılmaya çalışılır. Sinemanın gelişimi sürerken, müziğin filmin sekanslarına göre değişik tonlarda ve ritimde çalınması ile izleyicinin filmle bütünleşmesine olan katkısı fark edilir. Ve görüntünün etkisini arttırmak için, müzik daha sistematik olarak kullanılmaya başlanır. Bunun sonucunda sinemanın görsel ve işitsel anlatısının ayrılmaz bir parçası haline gelir ve filmin oluşturmak istediği dramatik yapıyı sağlamada, sinemaya destek olarak eklenir. Bu yapısal gücüyle de müzik, bazı diyalogsuz sahnelerde anlatımın izleyici ile buluşmasını da sağlayan etkili eleman olur.
1930’lu ve 1940’lı yıllarından itibaren bu birliktelik daha ileri boyutlara taşınır. Sinema endüstrisi içinde müzikal yaratı alanları açılarak, filmler için özel besteler yapılmaya başlanır. İzleyici ile film arasındaki algısal yapı, müzik vasıtası ile duygular üzerinden kurularak, izleyici-film ilişkisinde görsel ve işitsel olarak izleyici ile buluşmaları zayıf gerçekleşecek olan bölümler müzikle güçlendirilir. Böylece sinemasal metindeki alt okumalar yapılabilir. Bunun yanında müzik, taşıyıcı etkisi ile izleyiciyi, filmin akışı içinde değişkenlik gösteren duygularda gezdirerek, yine diyaloglar ve görüntü üzerinden anlamlandırması zor olan iç dramatik yapıyı da onun için anlaşılır kılar.
Müzikle sinema arasındaki ilişki için yapılacak en doğru saptama, müziğin tamamlayıcı bir etken olduğudur. Bu birleşimde müziğin filme doğru tartımla yerleştirilmesi büyük önem taşır.
Bu mihvalde, müziğin anlatım dilinin işlevlerinden biri, filmin içinde sonraki sahnede gerçekleşecek olayları, izleyicinin gözünde önceden canlandırmasını sağlamak ise diğeri müzikal filmlerdeki gibi müziğin abartılarak, filmin izleyici üzerindeki etkisinin çoğaltılması olduğu söylenebilir.
Sinema-müzik etkileşiminde en sıkıntılı nokta, yapısal olarak zayıf olan bir film, müzikle kurtarılmaya çalışıldığı gibi, kimi kez çok az kullanılarak filmin kurgusunun ön plana çıkartılmak istenmesidir.Esas itibari ile bu birliktelikte doğru olan, oluşturacakları güçlü bir bütünselliktir. Bütünsellik, filmin akışı içinde birbiri ardından gelen olayların değişkenlik gösteren dramatik yapılarına göre, müziğin esneklik göstererek bu olayların üzerini bir tül perde gibi örtmesidir. Bu da farklı sahnelerde, duygu geçişlerini birbirine ilintiliyerek filmin bütünselliği içinde, bir izlenebilirlik oluşturabilmektir.
Bu birliktelik üzerinde durulması gereken bir konu daha var. Müzik tamamlayıcı olma özelliğini geliştirerek, başka bir alan ile de sinemaya katkı sunar. Çağrıştırıcı olmak.. Evet bu oluşumu ile bir filmin müziğini duymamız, anlağımızda o filmin sekanslarının oluşmasına neden olur. Çünkü dinlediğimiz müzik, film ile toplumsal hafızamıza daha önceden yerleşmiştir. James Bond 007, The Good The Bad and Ugly, Mission İnpossible, Star Wars, The Gotfather, Singin’in the Rain, Hababam Sınıfı, Beklenen Şarkı, Fosforlu Cevriye, Tarkan gibi örnekler üzerinden anlatılmak isteneni somutlaştırılabiliriz.
Ancak bu değerleri üreten ve sinema için yaptıkları kompozisyonlarla insanlığın duygu kültürüne büyük bir miras bırakan James Horner, Ennio Morricone, Jery Goldsmith, Weny Carlos, Lisa gerrard, Goran Bregovic, Attila Özdemiroğlu, Melih Kibar, Cahit Berkay, Fahir Atakoğlu ve adını sayamadığımız nice film müzikleri bestecisini, derin bir minnet duygusu ile daima anımsamalıyız.
Bu deneysel karalama, geçmiş zamana ait bir olgunun nedenselliği için değil, sinema ve müzik disiplini işbirliğinden oluşacak yeni anlatıların, gerçeğin içbükey oluşumu üzerinden bizi sanatla buluşturmaya devam edecek olmalarına, bir saygı duruşu ve küçük bir ışık tutmaktır.