Sağlıklı diye tabir ettiğimiz insan modeli, bütün bilimsel çalışmalardan bütün normlardan önce sevebilen ve üretebilen insandır. Psikologlar bu görüş etrafında hemen hemen birleşirler. Bunun yanına gerçekle bağlantısını doğru orantıda koruyabilen, hayal kurabilen düşünen ve gerektiğinde duruma uygun duygulanabilen kişi sağlıklı bir bireydir diyebiliriz. Günümüz insanına baktığımızda ise bu özelliklerden gitgide uzaklaştığı görülmektedir. Özellikle yaşam şartlarının bunu bize dayattığını inkâr edemeyiz. Bulantı filmi etrafında değerlendirdiğimizde Ahmet karakterinin sağlıklı insan profilinden uzak olduğunu fark edebiliriz.
Filmi yazı konusu etmeye karar verdiğimde film hakkında ulaşabildiğim yazıları inceledim. Yönetmenle yapılmış söyleşilere baktım. Ardından Zeki Demirkubuz sineması üzerinde genel olarak yapılmış çalışmalara göz attım. Ancak film hakkında yazılanlar hayli yetersiz. Bunu da filmin beğenilmeme nedeni olarak görüyorum. İki kez not alarak izlediğim film beni çok sıktı kaldı ki sıkılmadan izleyebilmek büyük bir beceri gerektiriyor. Tabi bu anlatım biçimine katkı sağlıyor sağlamasına ancak sanatsal olanın bizi etkilediği ilk durum kendini sunabilmesidir. “Bulantı”nın uzun ve cansız sahneleri, uzun konuşmaları ile izleyeni uzaklaştırdığını söyleyebiliriz. Film hakkındaki yazılanlar genelde Türk Aydını sorunu, hiççilik ve diğer felsefi kuramlar odağında ilerlemektedir. Ancak ben her iki yolu da doğru bulmadım. Filmi incelerken yaptığımız en büyük yanlış önce büyük resme bakmaktır. Biz önce filmi kendi içindeki basitlikle anlamamız gerekiyor ki varsa o büyük resmi doğru görebilelim. Bulantı filmi ile ilgili yazılarda yapılan en net yanlış büyük resmi iyice büyütmek için Ahmet karakterini “aydın” tanımı içine almalarıdır. Bunu ayrıca yönetmenle yapılmış bir söyleşiden yola çıkarak söylüyorum. Film bize basitliğini, anlattığı şeyin yaşamımızdan uzak olmadığını söylüyor. Bu arada filmin hikâyesini bu tür yazılara yakıştıramam. Yararlandığım yazıların yeri bellidir, ekledim oradan ve filmi izleyerek hikâyesine ulaşabilirsiniz, bunu daha doğru buluyorum.
Filmin yukarıda bahsettiğim yeni insanın gerçekle olan bağlantısının nasıl koptuğunu ve değer yargılarından nasıl soyunduğunu ortaya koyduğunu düşünüyorum. Çünkü Ahmet aydın bir insan değildir. Aydın kime diyoruz? Bunun tartışmasının çok uzunca bir süredir ilerlediği ortada. Benim söyleyeceklerimse her kitap okuyanın, her gazete eki takip edenin, her üniversitede öğretim üyesi olanın aydın sayılamayacağı yönündedir. Kişinin kültürü, eğitim düzeyi ile aydın olup olmamasının arasında ciddi bir bağlantı yok diye düşünüyorum. Kişi kendi özellikleri çerçevesinde doğru ile yanlış ayrımını yapabiliyorsa kişinin aydın olduğunu söyleyebiliriz. Bu çok kolay bir olgu gibi görülebilir ancak üzerine biraz düşününce doğru ile yanlış ayrımını yapmanın zorluğunu anlayacaksınız. Doğru ile yanlış ayrımına başlayan bir insanın yolu da mutlaka araştırma, sorgulama, okuma ve düşünsel etkinliğe dayanacaktır. Buradan yola çıkarsak Ahmet karakteri aydın vasfına sahip değildir. Kaldı ki Ahmet karakterinin herhangi bir vasfa sahip olmadığı ortadadır. Çevresinin, yaşadığı insanların, yaşadığı yerin, kültürün, değerlerin, olanak ve olanaksızlıkların farkında olmayan biridir Ahmet. Aydın kişi önce kendisinden başlayarak çevresine çevresinden de daha büyük halkalara doğru bir aydınlanma ve aydınlatmanın peşindedir. Ancak Ahmet’in bırakın çevresine, kendisine bile hayrı yoktur. Tipik bir orta sınıflı, aydın geçinen entelektüel vasıflara sahip olmayan bir “entel” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kendi değer yargılarını bırakın yaşamındaki süreçlere yön verme, kararlar alma konusunda yüreklilik gösteremeyen biridir Ahmet. Bu yüzden de herhangi bir felsefi kuramla bağlantı kurulmasını da şaşkınlıkla okudum film üzerine yazılan diğer yazılarda. Eğer insan yaşamına bir felsefi kuram itibariyle yön veriyorsa bu bilinçli bir hamledir. Ancak Ahmet’in bunu yapamayacağı çok açık. Ahmet yaşamla bağını içgüdüsel bir şekilde kuran, bunun dışında duygusal ve düşünsel süreçlere önem vermeyen, değer yargılarından tamamen soyunduğu gibi kendine özel bir değer yargılar kümesi oluşturamamış toplumun değer yargılarından da bir şekilde -okullaşma, kültürlenme, popülizm, batıcılık- uzaklaşmış günümüz “normal” insanıdır. Normal demişken Ahmet’in yaşadığı psikolojik bunalım -buna bulantı da diyebiliriz- sonrasında doktora başvurduğunda filmin meramı ortaya çıkıyor. Doktor ona “anormal bir normallik” yaşadığını söylüyor. Yaşanan gözü açık rüya durumunun bir ihtiyaca karşılık geldiğini ifade ediyor. Aslında Ahmet duygularını, düşüncelerini ifade etmekten yoksun, yasını tutamayan, acı çekemeyen, büyüklük sanrıları içinde debelenen bir adam ve ihtiyaçları belli. Vücudu ve ruhu buna tepki veriyor. Her ne kadar onu biz normal bir yaşantıya sahip olarak düşünsek de insan olmanın gereklerini yerine getiremediği ve bir tarafından insan olmayı, duygulanabilmeyi, acı çekmeyi istediği için bu rahatsızlığı ortaya çıkıyor. Bu kendine yabancılaşmış adam gerçekle olan bağlantısını sağlıklı kuramıyor ve ihtiyacı tam da bu, gerçekle tekrar bağlantı kurabilmek duygulanabilmek, yas tutabilmek, anlayabilmek. Zaten annesinin rüyasına inanması, başına gözlük kırılması gibi basit olaylar gelmesine de aşırı anlam yüklüyor, bunların nedenine asla inecek güçte bir karakter değil. Güçlü görünme telaşı içinde bir zavallılık yaşıyor Ahmet. Nedense bu karakter hiçbirimize yabancı değil. Yönetmenin onu aydın eylemleri, statüsü ile göstermesi de çok ironik bir çıkıştır.
Zeki Demirkubuz, insanın görünmeyen yanlarını çok güzel ve doğru serimleyen bir yönetmen. Bunu bütün filmlerinde sezebilirsiniz. Ahmet dışarıdan öğretim üyesi, statü sahibi, aydın, yakışıklı ve kendini bilen biri olarak görünürken, sevişme esnası ve sırasında, ilişkilerinde onun çok normal, geleneksel bir erkek olduğu görülür. Yani Zeki Demirkubuz insanların içini; gerçekte oldukları şeyi bize göstermektedir. İnsan bütün değerlerinden önce insandır çünkü. Eksiklikleri vardır. Dışarıdan ne kadar öyle görünmese de. Ayrıca birlikte olduğu kadınlar Ahmet’in statüsünü, olanaklarını, içgüdüsel zevklerini sevmektedirler. Kimse onunla “aydın” biri olduğu için birlikte olmaz. Kaldı ki Özge ile geçirdiği yaşantıdan sonra Özge’nin onun hakkında vardığı yargılar doğrudur. Kibirli, bencil ve havalı görünme telaşında olan bir adamdır Ahmet özünde. Ve kadın düşkünü karakterimiz kadınları da bu şekilde ikna etmektedir. Zeki Demirkubuz filmlerindeki kadınlar için sayfalarca yazı yazılabilir. Zeki Demirkubuz’un kadınlarının ayrı bir araştırma konusu olması gerektiğini düşünüyorum kaldı ki kendisi de bir söyleşisinde buna benzer bir şey söyler ancak ben şu cümlelerle geçiştirmek zorundayım. Onun filmlerinde erkekler gibi kadınlar da görülmeyen, günlük hayattaki yönleriyle karşımızdadırlar ve içgüdüsel olarak gerçek bir şekilde resmedilirler. Zeki Demirkubuz bilinçdışı unsurları sinemasına yedirmiş bir yönetmendir. Bilinç dışı kavramını kullanırken arkaik yapıdan bahsediyorum yani Freud’un bahsettiği bilinçdışı değil Jung’un bahsettiği arketiplerle açıklanabilir. Filmlerinde kadın ve erkekler, kadın ve erkek olarak olaylara katılırlar, sınırları kalın çizilmiştir, istedikleri, arzuladıkları, hoşlandıkları şeyler bellidir. Bu durum onun filmlerini hırçın yapar.
Kim mutlu olur, kim kazanır peki? Kendini içgüdülerine teslim etmiş, değer yargılarından soyunmuş ve kendine has değer yargıları oluşturamamış bir birey mi yoksa kötüsüyle iyisiyle bir şekilde değer yargılar kümesi olan, ona inanan ve o uğurda yaşamını devam ettiren biri mi? Kim mutlu olur, yaşamın içine karışabilir, etrafını aydınlatabilir? Elbette ki oyunun kazananı, kapıcı kadın Neriman olacaktır. Her ne kadar sorgulamadan yaşamına devam etse de toplumun getirmiş olduğu kültür kalıplarını olduğu gibi kabul etse de bir sürekliliği ve yaşamda muhtaç olduğunda dayanacağı değerleri olan Neriman gelen zorluklar karşında hep ayakta kalacaktır. Toplum ona duygularını düşüncelerini ifade etmeyi toplumca meşru bir yoldan bunları ortaya koymayı öğretmiştir. Hiçbir zaman yalnız kalmaz, tutunacağı bir dalı muhakkak vardır. Ancak bizim tam aydınlanamayan, kendini bilmediği, kurmadığı yaşamın içine bırakmış ve sonunda içgüdüsel olarak basit bir şekilde yaşamaya başlamış olan Ahmet, kendi sorunlarını bile çözemeyecektir. Bu karakterden beklediğim bir özellik de şu olurdu, kendi sorunlarından ve çevresinden kaçtığı için toplumun, ülkenin, ideolojik bakımdan dünyanın sorunlarıyla ilgilenen bir Ahmet modeli. Çevrenizde sık sık görürsünüz, ekonomik durumu kötüdür ama partilidir ya da kendinin bin bir sorunu varken, ailesi ve çevresinden uzaklaşmış gerçeklerden kaçan kendini büyük düşlere adadığını zanneden bireyler. Ahmet özelinde ben bunu beklerken film bana bu açılımı sağlamadı. Filmin sonunda elektrikler kesilince soluğu kapıcı kadının yanında almıştır Ahmet. Kendini aydınlatacak hiçbir şeyi yoktur çünkü onun. Tekrar duygulanmayı, tekrar acı çekmeyi, düşünmeyi insan olmayı özler. Evinde arar ama bir mumu bulamaz, mum yoktur çünkü evinde ve cep telefonun ışığı yetmeyecektir. Karanlıktan sonra Neriman’ın getirdiği mum ona kendi insani kimliğine ne kadar yabancılaştığını gösterecektir. Kim daha medenidir o zaman? Hiçbir dayanağı olmayan, toplumdan, ölenlerden, ailesinden, kendinden, af dileyen Ahmet mi, Ahmet’in kapıcı dairesine gidip ayaklarına kapandığı Neriman mı? Ahmet çevresindekilere karşı olan tavrından, ilgisizliğinden, sevgisizliğinden, yaşamındaki süreçlerden pişman olmuştur. Kendini suçlu olarak görmektedir. Neriman ise küçük dünyasının olanaklarını bilen, sevgi duyabilen, ifade edebilen, hatırlayabilen bir insandır.
Zeki Demirkubuz görüntüleri anlatım aracına dönüştürmeyi ustalıkla başarıyor, elektrikler gidince yaşananlarla her şeyi özetliyor. Konuşma yok ama her şeyi anlıyorsunuz. Sinema büyülü bir dünya. Ancak bu filminde konuşmalara daha çok yer verdiğini “hareket, görüntü, kostüm, dekor, olay, olgular” gibi olanaklardan diğer filmlerine nazaran daha az yararlandığını söyleyebilirim. Bu da bir anlatım yöntemidir ancak benim unutamadığım sahneler eyleyen, görünen ve gösteren sahnelerdir, konuşulan sahneler değil. Sinemanın olanaklar bakımından buna zorunlu olduğuna inanan biriyim. Onun dışında çekimleri, kapı ve kapı aralığı metaforunun insanın içine ve gerçeğine açılması, ayna yansımalarının ve gölgelerin kullanımı ile gerçekten Bulantı etrafında iyi bir iş çıkarıldığını söyleyebilirim.
Okunan kaynaklar, www.zekidemirkubuz.com sitesinde bulunmaktadır. Ayrıca Zahit Atam “Yakın Plan Türkiye Sineması” kitabından yararlanılmıştır.