sibel’i us… 5.senfoni
yanağın değer de toprağa
boy atar bodur ağaç midilli at
bütün baharı boş geçiren sardunya
peli kan olur bulunamayan damara
bir dilim kesince nektardan
şerbeti toplanır ya kesiğine
öyle toplanırsın kesiğime
saç diplerinde toplanan kış
akşamlarının karını isini koklarım
kendimi bir denizin buruşan yüzünü
öpe öpe açmaya toplarım
hiçbir şey bulamasam bu sağanakta
sığarım kokteyl şemsiyenin altına
tokanla tutturursun hayatı bir yanıma
puf böreği olur kabarır yürek
saçlarını ayırdığın yerde otururum
dünyayı
bir gecede notalarımı çıkardın
hani en zor şarkıydım
duvardaki yağlı boya dali
sen baktıkça deli bir koya çevirdi kendini
bütün vakitler boş
dolmazsan bana
yazdan mısır ayıkla yine bezelye koy buzluğa
bir yerden kaldırıp bir yere koyamadığım dertleri
sırf balıkçı bir adama aşığım diye balıkçı kazak giyen
bir takaya binip hiç bilmediği maviye masmavi olmaya giden
biraz lüfer biraz gözlerime fer dudağına yakamoz ser
biraz kalkan biraz kalbe oturup da hiç kalkmayan şiir ver
BİR ŞİİRİN DOĞUŞU BİR ŞAİRİN AŞKA BATIŞI!
SİBELİ’US, KAÇINCI SENFONİ?
Bir gün arabada radyo frekanslarını gezerken TRT klasik’te bir eserin ruhuma inceden inceye işlediğini fark ettim. Hep öyle olur ya radyo kanalları arasında gezerken birden durursunuz. Size hitap eden kalbinizin bir köşesine dantelâ gibi işlenen bir müzik sesi sizi alır götürür. Hep derim sözden önce insan beynine işleyen ve duygularını alt üst eden müziktir.
Bu frekansa beni kilitleyen ve bir nehrin görkemli akışını çağrıştıran bu eserin sahibi genelde geç romantik anlayışın bestecisi olan Finlandiyalı bir virtüözdü. Gerçek bir keman virtüözü. İçinizi titreten cinsten.
İsminin okunuşunda ilk anda beniz cezbeden bir şey yoktu müziği kadar. Ancak asıl cezp edicinin isminin yazılışı olduğunu müziğine olan merakımı gidermek için eserlerini daha yakından incelemeye başladığımda fark ettim. Jean Sibelius. Soy isminin yazılışının çarpıcılığını gördüm. İçinde Sibel ismi geçiyordu ve us sözcüğü ile bitiyordu. Sözcükleri parçalamayı içindeki köklerindeki anlamları bulmayı seven bir şair olarak Sibelius sözcüğü hem bir Finlandiyalı dahi klasik müzik üstadının adıydı hem de hem de sevgilimin Sibel. Daha önce adına 4 sayfalık uzun bir şiir yazmış olsam da bu ismin beynimde yarattığı ses beni hep bir dizeye doğru tetiklemiştir.
Hikaye böyle başladı. Sibelius ile birlikte beynimde günden güne olgunlaşan ve adının sibelius olması gereken bir şiire doğru birikmeye başladım. Şiirin adı vardı kendi yoktu kısacası ama içinin Sibel ile dolacağı da belliydi. Yani malzemesi malzemenin imgeleri gelip gelip gitmeye başlamıştı.
İlk dize 5. Senfoniyi dinlerken geldi. Canım önünde bir kış akşamı kırmızı şarap içiyoruz. Nasıl bir kar bastırdı. Elbette bizden önce ve şaraptan. Sonra kalplerimiz bastırdı üstüne. Sonra şarap sağanağı. Yanak yanağa vermişiz. Karın tipiye çevirmesini, delirmesini, birazdan yaşamı durduracak olmasını izliyoruz.
Doğa şaşkın, ağaçlar şaşkın, biz yanak yanağa.
Şarabın ısıttığı yanaklarımızı birbirimize vermişiz, bir şiire doğru yelken açıyoruz.
O ara şöyle bir dize geldi “yanağın değer de yanağıma boy atar aşk”.
Bende hep böyle olur. İlk dize gelir saplanır ve sancır bir yerimde. Sonra bunu aklımda çevirmeye başlarım. İlhan Berk usulü. O da aynı dizeyle bir gün boyunca Halikarnas’ta gezip akşamına bazen elde sıfırlarla dönen bir şairdir. Neden derseniz ustalığından ve ince şiir işçiliğinden gelir bu tutum! Dizeyi aklımda çevirdikçe “yanağın değer de yanağıma boy atar midilli atbodur ağaç” “yanağın değer de toprağıma” gibi türetmelerin sonucunda beni bir şiirin çağırdığını benim de bir şiire gitmeye niyetlendiğimi fark etmemle birlikte defterimi ve dolma kalemimi açtım. Dolma kalemime mürekkep çektim. Kapağımı iki dudağımın arasında. Bu gibi durumlarda bu kapağın iki dudak arasında olması beni daha bir motive eder.
“bütün mevsimleri boş geçiren bir çiçek” “bütün mevsimleri boş geçiren sardunya” “tüm baharı boş geçiren sardunya” gibi dizelerle beyin ikinci bir fırtınaya hazırlanır. Bu arada gelen dizeler artık kontrolden çıkmaya başlar ve şair birbiriyle uyumlarını, anlamsal ve sessel bağlantılarını çok da hesap etmeyerek bir seri dizeler yazar.
Yontma işlemi, ses bütünlüğü, gövde bütünlüğü, dize inceliği ve anlamsal zenginlik daha sonra çalışılması gerekecek kısımlardır.
Bu arada çevrede o an gözüne ilişen, düş dünyasına tam da o dizeler kurulurken sirayet eden görüntüler, şiirin içine sızmaya başlar.
Şarabın yanına kesilmiş, tabakta beklemekten sıkıldığından yarığında suyunu biriktiren bir meyvenin artık şiire bir dize olarak gelip girmesi, sevgilinin kış akşamının karlı isli havasını emmiş saçlarının o an ki duygusal girdapla temayı belirlemesi, tipiten karın şairin beyninde sağanak bir yağmur yağıyormuşçasına bir algıya dönüşüp, oradan kokteyl şemsiyesine varıncaya kadar yelpazesi geniş bir imge ağından ve hayat perspektifinden şiire sinmesi kaçınılmaz olur.
Sevgilinin tokasından, saçlarını ayırdığı noktaya kadar yapılan gözlemlerin şairi getirdiği yer, yeni dizelerdir. Ayrıca yanınızdaki sevgilinin davranışları, temasları ve yaklaşımlarıyla doğacak ve şairi başka bir evrene taşıyacak dizelerde mevcuttur. Duvardaki dali tablosuna bakarken şairde yarattığı anafor resmin kendini deli bir koya çevirmesi şeklinde olacaktır.
Bu noktadan sonra şiir; dolmakalem, şairin belleğinde dönen sözcüklerin duygusal edinimlerle birlikte ve çevresinde olan bitenlerden de bağımsız olarak bir an koptuğu kendini bir uçurumun kenarına atmasıyla başlayan bir seans hali gibi yarı gerçek yarı düş bir seyirle devam eder. Bu süreç şairin konsantrasyonuyla birlikte başka bir dünyada sürermişçesine şiir kendi taslak çerçevesini alana kadar sürer.
Genel hatlarıyla şiir çıkmıştır artık ortaya. Bu kopuş sürecinde kimi zaman şair bile nasıl olup da, sevgiliyle bir minderde karın yağışını izlerken; yanak yanağa bir durumdan, balıkçı bir kazağa, kalkana, lüfere şiirin nasıl vardığını tam anlamlandıramaz. Hesapta olmayanlarda artık şiirin bünyesine nüfuz etmiştir. Şiir beklenmeyen misafirlere de yer açmıştır. Burada şair biraz düş dünyasına, biraz sözcüğün sesinin peşine gider. Biraz anlamın yüceliğinin ve anlamsal genişliğin yarattığı coşkunun peşi sıra sürüklenir. En son kendini bir havzaya suların terk ettiği bir noktada bulur. İşte tam orada hem kendini hem şiirini toparlamaya başlar. Artık gerçeğe dönmüştür. Eline keskiyi, malayı, zımparayı, gerekirse balyozu, demir testereyi alır ve çalışmaya başlar. Bu çalışma ta ki şiir ben oldum diyene dek sürer. Kimi şiirler mi hiç olmaz. Hiç olur, arada kalır. Yukarıdaki şiir mi? Olmuş mu? Taktir sizin.
Sibelius bende uzun bir senfoni, upuzun bir gece, seste ve sessizlikte…