Mizah tek başına bir çalışma alanı ya da bir tür olmadığı için bir disiplinle birlikte anlamına kavuşabiliyor. Yaptığı işi “mizah yapmak” olarak tanımlayamayan herkes onu bir işin içinde konuşlandırarak açıklamaya çalışır kendini.
Mizahla uğraşan yazarla yine mizahla uğraşan sinemacı aynı işi yapıyor olabilir mi? Yaptıkları işler açısından düşünürsek biri yazar, diğeri sinemacıdır. Mizah ortak payda olsa da neden yapıldığı ve nasıl yapıldığına göre de farklılıklar içermektedir. Birbirine benzediğini düşündüğümüz iki temel ayrıntının farklılıklarını anlayabilmek için yansıttıklarına odaklanmak gerekiyor. Uzaktan bakınca aynayla camın birbirine benzemesi işlevinin umursanmadığını gösteren önemli bir delildir.
Yaşamın kurgusu içinde mizahın tek bir başlıkta toplanabilecek temel bir işlevi yok. Ama her temel başlık içinde kendine yer açabilir. Dolayısıyla tümevarım metoduyla kendine yer bulmuş ayrıntıların işlevini süreçle beraber izleme ve öğrenme şansı buluruz. Tümden gelmişlerin ise her şeyi planlama şansı var. Dolayısıyla ortaya çıkarmayı arzu ettiği sonucu planlayıp işlevi manipüle etmek mümkün olabilir. Bu anlamda mizah ne amaçla kullanılacağına göre gücü ve değeri değişen bir silah.
Bu açıdan mizahçıların da birbirine benzetilmesi derinlik zaafı ve dikkat kaybına odaklanmayı gerektirebilir. Sahne sanatları içinde özel yeri olan iki sanatçı üzerinden bu durumun sır perdesini aralayabiliriz.
Yaptıkları işin içeriği açısından birbirine çok benzetilen Seyfi Dursunoğlu ve Mehmet Ali Erbil, gerçekten benzer işler mi yapıyordu? Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Dursunoğlu vefat edince üstü örtülen pek çok tartışma da yeniden alevlendi. Toplumu baskılamak ve biçimlendirmek isteyen ve bunu kendi ideolojisini kitlelere benimsetmenin anahtarı olarak gören bir kesime göre iki sanatçı da toplumun değer yargılarıyla çelişen özellikleri üstünde taşıyan sanatçılar… Bu tartışmanın en belirleyici parametresi iki sanatçının sahne performansı sırasında öne çıkardığı unsurlar… Temel olarak performansların önemli bir bölümünün toplumun dillendirmeyi uygun bulmadığı ayrıntılardan oluştuğunu söyleyebiliriz. İnsan vücudunun gizlenmesi önerilen uzuvların, organların ve bunların işlevinin mizahını yapmaktan tereddüt etmeyen iki sanatçıdan Seyfi Dursunoğlu genel olarak daha farklı bir yoldan ilerlemiştir. Malzeme olarak seçtiği temel ögenin ne olduğuna bakmaksızın her şeyle alay edebilen Seyfi Dursunoğlu, genel estetik ve güzellik anlayışına karşı büyük bir savaş vermiştir. Çünkü güzel olanın altını çizerken bunu tamamen fiziksel koşullara bağlayan kapitalist sistemin içini boşalttığı değerler içinde aslında her ayrıntının birbirine benzediğini ve bir farkı olmadığını ortaya koymuştur. Boy söz konusu olduğunda uzun boylu kişiyle de kısa boylu olanla da alay edebilmesi bu detayın nitelikle ilgili bir içerik üretmediğinin altını çiziyor.
Huysuz Virjin karakterinin kimseyi övdüğüne tanıklık edemezsiniz. Kendi dâhil herkesle ve her şeyle alay ederken insanı sosyal konumuna, kendi belirlemediği koşullara değiştirilmesi mümkün olmayan şekilsel farklılıklara göre sınıflandıran tüm düşünceleri kendi mizah çevriminin konusu haline getirir. Ama kişinin kendisiyle vicdanı arasında konuşlanmış değer yargılarını işlemek gibi hatalara düşmez.
Mehmet Ali Erbil ise Türk tiyatro ve sinema tarihinin en yetenekli oyuncularından biridir. Onun için sahne, yaptığı işlerin küçük bir bölümünü oluşturmaktadır ve biraz da içini boşaltarak Huysuz karakterini taklit ettiğini söyleyebiliriz; dolayısıyla tümden gelmiştir. Oysa Dursunoğlu’nun yaşamı Huysuz’dan, dolayısıyla yukarıda tarif ettiğimiz ayrıntılar üzerinden sahne sanatları açısından büyük bir devrim yapmasından oluşmaktadır. Adım adım, tırnaklarıyla kazıyarak tüme varmıştır ve bedel ödemiştir.
Değer yargısını ideolojik saplantılar üzerinden biçimlendirip zihinleri tutsak etmek isteyen anlayış, Huysuz gibi bunu kökten reddeden cesur ve güçlü karakterlerin icraatlarını çarpıtarak onları gözden düşürmek ister. Bunu yapmak isterken de benzerleri üzerinden bunun propagandasını işler ve tümünü gözden düşürmeye çalışır.
Mizah, kitlesel iletişim ve duyarlılıkları harekete geçirmek için çok temel bir silah… Ancak içerik ve işlevle bir değer ve anlam kazanır. Bu anlamda icracılarının ortaya çıkardığı verimlerin toplumsal işlevi üzerinden değerlendirilmeleri, yapılan işin değerini ortaya koyabilecek tek yol olarak karşımızda duruyor.