Göksu N. ÇAKIR: Yirmi yedi yaşında BirGün gazetesinde yazı işleri müdürü oldunuz. Edebiyat dünyasında sıcak, kibar bir yazar olarak tanınıyorsunuz. 2017’de Can Yayınları etiketiyle çıkan ilk romanınız olan Çelişki’nin çok sevilmesini neye bağlıyorsunuz?
Barış İNCE: Samimi bulunduğunu düşünüyorum. Aslında bir ilk romanda olabilecek eksikler mutlaka vardır fakat okur bu kitabın arkasında durdu. Okur bir şekilde kendinden bir şeyler buldu isimsiz kahramanımızda… 10 baskı yapan bir ilk roman başka türlü açıklanamaz sanırım. Üstelik popüler kültür ürünü bir kitap değil, ben de bir popüler kültür ikonu değilim. Yani beklediğim bir şey değildi. Kitapseverler birbirine önerdi, bu şekilde yayıldı.
G.N.Ç: 2019’daMelih Cevdet Anday Roman Ödülü aldığınız Sarsıntı adlı romanınızın okurlar ya da eleştirmenler tarafından incelendiğini düşündüğünüzde endişe ve kaygı duyduğunuz noktalar oluyor mu?
B.İ: Sarsıntı romanımı Çelişki’den farklı değerlendiririm. Çelişki’de tüm biriktirdiklerimi, anlatmam gerekenleri anlattım ve kurtuldum diyebilirim. Sarsıntı’da ise çok çalıştım. Dil, üslup, tema, izlek, mekân hepsi bir bütünlük içerisinde olmalıydı. Özgün bir hikâye de vardı gerçek hayata dayanan. Bu kısmı çok araştırdım. Ayrıca iki ayrı masal yazdım. Kurgudaki sarmalı mekânlara, eşyalara yedirdim. Kendi adıma çok emek verdim. Bunun görülmesini beni mutlu etti. Tabii ödül aldıktan sonra daha bir dikkatle inceleniyor roman, bu da olağan. Ancak kimlerin eleştirdiği de önemli. Yani siyasi rekabet nedeniyle ya da kişisel nedenlerle bir gıcığı olup da “alayım şunun romanını bir güzel benzeteyim” diyenler de oldu. Olacaktır. Benim baktıklarım ise edebiyata gerçekten yıllarını vermiş ustalardır. Onları da yazdıkları dergilerden, kitap eklerinden takip ediyorum. Kendini pazarlama blogları ya da twitter trolleri çok ilgi alanıma girmiyor.
G.N.Ç: Cenap Şahabettin’in, “İnsan yeni cümleler, yeni üsluplar, yeni hayaller aramaya mecbur,” sözü sizin için neyi ifade ediyor?
B.İ: O alıntıyı Sarsıntı kitabındaki Levent karakteri günlüğüne not düşüyor. Levent sosyoloji mezunu, okumayı yazmayı seven biri ama ideolojik bir ekseni yok. O yüzden farklı farklı kesimlerden o an kendisine hitap eden sözleri alıyor. Bu sözü de not aldığında yeni kararlar vermenin arifesinde olduğunu görüyoruz. Ben bu sözü sevdim. Bir arayış ifadesidir. Edebiyat bir arayış benim için.
G.N.Ç: Çelişki’deki roman kişisi ile Sarsıntı’daki Levent’i bir kalemde birleştiren ortak özellikler nelerdir?
B.İ: İkisinde de kırılgan özellikler var. Çelişki’deki kahramanımızda bu kırılganlık çocuksu ve kimi zaman komik bir asabiyetle kendini gösteriyor. Levent ise içine kapanıyor, siniyor ama aynı zamanda içinde intikam biriktiriyor. Çelişki’deki kahraman kimseye zarar veremez ama Levent daha farklı. Sükûneti korkutucu… Bir diğer ortak özellikleri ise kişiliklerinin bölünmüş olması.
G.N.Ç: İki romanınızın yanında bir de Kıyıdaki Çocuklar adlı güzel bir çocuk kitabınız var. Çocuk kitabı yazmanın incelikleri nelerdir sizce?
B.İ: Bir çocuk kitabında mutlaka dil ve teknik farklı olmalı. Bu konuda çocuk edebiyatı ile ilgili iyi bir araştırma yapmak gerekiyor. Çocuğun kendi düşünsel ve duygu dünyası içerisinde didaktik olmadan, mümkün olduğunca anlatmayıp göstererek yazmanız gerekir. Çocuğun sözcük bilgisini hesaba katan ama dağarcığını geliştirmesine katkı sunan bir yöntem izlemelisiniz. Eğer bu anlamda ciddi çalışma ve araştırma yapmazsanız, “çocuk kitabı da olan bir yazar” olarak kalırsınız.
G.N.Ç: Üç romanınızın da kıyıda geçmesinin nedeni nedir?
B.İ: Üç roman da kıyı romanıdır. Hem kıyıda geçer hem de kıyıda kalmış kahramanları anlatır. Ama coğrafya olarak birebir aynı değil. Çelişki İzmir’in Ürkmez bölgesinde geçerken Sarsıntı ise hayali bir adada geçiyor. Adayı yaratırken tabii ki Bozcaada’dan ilham aldım çünkü gerçeklikten yola çıktığım istismar vakası orada geçmişti. Çelişki’nin mekânları ise hafızamın taze olduğu dönemlerde yaşadığım yerlerden seçildi.
G.N.Ç: Sizce, roman kahramanlarının cinsiyetinin belirlenmesinde yazarın cinsiyeti etkili bir faktör müdür? Neden?
B.İ: Kimi zaman kafanızda bir karakter belirir ve onun üzerine hikâyeyi kurarsınız. Kimi zaman da hikâye önce gelir ve o hikâyeye uygun karakterler yaratırsınız. Çoğu zaman bu süreçler birbirini doğurur, yaratır. Yazarın daha iyi tanıdığı karakterler yaratmaya meyilli olması anlaşılır bir durum. Ancak yazar olmadığı kişileri de yazabilmek zorunda… Bu da gözlem ve empatiyle mümkün.
G.N.Ç: Gözlem ve empati yazmanın temelinde var mıdır?
B.İ: Evet edebiyatı diğer sanatlar arasında öne çıkaran en önemli nokta empati yeteneğini geliştirebilmesidir. Bu sadece yazar için değil okur için de benzer. Farklı hayatları, farklı kültürleri, gelenekleri, hisleri edebiyatla tanıyoruz. Bu da başkasının gözünden hayata bakma yeteneğimizi geliştiriyor. O yüzden yazar adayları etrafı iyi gözlediği kadar iyi bir okur da olmak durumunda. Hem cümle yapılarını kavramak, sözcük bilgisini geliştirmek hem de empati yeteneklerini artırmak adına… Gözlem gücümüzü artırmak için hayata hep sıfır noktasından bakmalıyız. Yani ilk kez bakıyor gibi, bir çocuğun gözünden, tanımaya çalışarak… Bu bizi geliştirecektir.
G.N.Ç: Yazarlığınız boyunca edindiğiniz hayat tecrübesi nedir?
B.İ: Yazmak sancılı bir süreç ama metin okura ulaştığında sözcüklerin başkalarına dokunduğunu görmek müthiş… Yazıyı üzerinde bir ahşap oyma ustası gibi titizlendiğinizde sonuçta ortaya çıkan üretim büyük bir tatmin duygusu veriyor. Bu hisler hayatımı zenginleştirdi. Tabii gazetelerde, dergilerde, kitaplarda yazdıklarım bana insanları daha iyi tanıma fırsatı da verdi. Hem okurları tanıdım hem de yeni karakterler yarattıkça insanı daha iyi anlamaya çalıştım. Hem birbirimizden çok farklı olduğumuzu hem de çok ortak yönümüz olduğunu gördüm.
Türk edebiyatına katkılarınızdan ve bu güzel söyleşiden dolayı size çok teşekkür ederim.