Bülent Tüsen, Erkut Tokman’la Lupoc’u konuştu.
1.Lupoc’a gelene değin çıkartmış olduğun önceki dört şiir kitabı ile Lupoc arasında nasıl bir ilişki vardır? Var mıdır?
Lupoc benim için bir kırılma kitabı olsa da, diğer kitaplarımla kıyaslandığında onlardaki bazı öğelerin bu kitaba kadar işlediği görülecektir. Bazen de Lupoc’daki bazı öğeler diğer kitaplarımda baskın olmasa da bir ipucu olarak yer almıştır. Örneğin şiirde toplumsal duyarlılık ve eleştirel üslup diğer kitaplarımda farklı eksenler çevresinde şekillendiği gibi bu kitapta da farklı bir sorunsal etrafında şekillenmektedir: “Dil”. İlk kitabım “Giden ve Kalan”dan itibaren bu duyarlılık ve üslup gittikçe artarak devam etmektedir. Özellikle yapılan bir seçim olmamakla birlikte, yaşadığımız dünya ve toplumla olan sorunsallarımız şiirimde bir itki, momentum olmaktadır. Örneğin ilk kitabımda Üniversite yıllarında içinde yer aldığım, kitlesel eylemlerine katıldığım sol hareketin vermiş olduğu ilk siyasi bakıştan, ezilmiş, haksızlığa uğramış insanları ya da bu insanların mücadelesini yansıtma isteği vardır. İkinci kitabımda ise bu duyarlılık çok keskinleşmeden yer yer devam eder fakat ikinci kitabın özellikle son bölümünde evren, uzay ve metafiziğe olan ilgimin Lupoc’a kadar evrilen değişim sürecinin ilk ipuçlarına rastlamak mümkündür. “Aramızda Eski Bir Masal” da bireyin alışıldık, kanıksanmış ve içi boşaltılmış hissi kavramları üzerinden-sevgi, aşk, ölüm, yalnızlık vb. gibi- bireye dönük bir eleştirel bakışı toplumsal bir zemine çekmeye çalışır. Bu içi boşaltılan duygular, kavramlar Lupoc’da da içi boşaltılan kavramlar/kelimeler/şeyler üzerinden içi boş kapsüller ve boş parantezlerle ifadesini bulur. “Şehirlerle Yanar Dünya” da ise şehirler üzerinden Türkiye ve Dünya’ya eleştirel bir bakış yer yer çok keskinleşir “Büyük Cinayet”; “Buz Adında Bir Şehir” ya da “Antik Günah” şiirlerinde olduğu gibi. Bu toplumiçinci eksen bütün kitaplarımın içinden geçerek Lupoc’a kadar varır. Şehirlerle Yanar Dünya’da daha lirik ve estetik bir tavırla bu toplumiçinci anlayış aynı zamanda tarihsel, belgesel, diyalogsal ve hepsinin ötesinde müziksel bir iç ritm taşırken Lupoc’da bu daha deneysel, avangard, bilim-kurgusal, metafizik vb. gibi çok bileşenli bir fonksiyona dönüşmektedir.
2.Açık şiir (manifesto) nedir? Dönem dönem şairlere baktığımız zaman gördüğümüz kadarıyla halktan kopuk bir görüntüleri yok. O zaman üretilen şiir kapalıdır diyebilir miyiz?
Açık Şiir’in ana amacı şiiri kağıt üzerinde yazılan bir eylemden soyutlamak; şairi şiir yazmanın başka araçlarına yönlendirerek onu eylemsel kılmak; bu eylemsellik içinde halktan, toplumdan, gerçeklikten kopuşunu sorgulamak; şairin egosunu şiirin içinden çıkarmak vb. gibi temel dürtüler yatmaktadır. Açık Şiir’in eylemden yazıya geçişi savunan “Performans” anlayışı ve “Disiplinlerarası” bir üretim tarzını benimsemesi iki başat eksenidir. Açık kavramı ise iki ana temel konuya dayanmaktadır: Açık mekânlarda üretilmesi ve herkesin katılımına, her şeyle etkileşime Açık olması. Buradan üretilecek şiirlerinde eski dönemlerde tartışılan şiir “Açık” mı “Kapalı” mı? Tartışmalarıyla bağlantı kurulmasını getirmesi, bu çağrışımları yapması doğaldır. Burada şiirin, şairin yeniden gerçekçi, samimi bir şekilde halka, sokağın, şehrin kalbine, onun diline estetiğine, jargonuna, argosuna, araçlarına, mekânlarına dönüşü söz konusudur. Açık Şiir’de mekânla kurulan ilişki, bağ, içiletişim ve buradan evrilen, dönüşen sanat, performans önem taşımaktadır. “Performans” ve “Disiplinlerarası” olması bağlamında Türkiye’deki daha önceki akımlarla karşılaştırılması, kıyaslanması söz konusu olmasa da. Şiiri yeniden halkın, şiirin kalbine indirgeme, halkla, sokakla iç içe onun dilinden yaşantısından eylemlerinden oluşlarından yeni bir şiir estetiği, dili, biçemi yaratma ya da varolanları yıkma bağlamında “Birinci” yeninin tavrıyla belki bazı noktalarda kesiştiği söylenebilir. Şiirde “Kapalılık”; “Açıklık” konularına bu bağlamda girip tartışmak bu söyleşiyi aşar, çünkü Açık Şiir’in “Açıklık” kavramı, yukarıda da bir nebze açıklandığı gibi bambaşka bir kaynaktan filizlenmektedir ve bir bakıma da varolan şiirin çıkmazlarından bir alternatif tavırla doğmuştur. Şiiri samimiyetle, yaşanan gerçeklerin içinden geçip hissederek, yapaylık, kuru biçim ve göstermelik estetikten uzak bir şekilde kurmak, dilin olanaklarını genişletmek, onu üretmek, hepsinden önemlisi bunu yaşayan toplumla bağlarını organik olarak kurarak halkın dili ile sanat dili arasında geçişli bir kanal kurmak önemlidir. Lupoc’da bu olanaklar sonuna kadar kullanılmaya çalışılmıştır.
3.Lupoc sence uzaydan kavrayabiliyor mu şiirden uzak yaşamları?
Lupoc her yerde gezinen bir metin, bir “öz” belki bir “töz” olarak dilin en ufak birimine kadar yaşayan bir şey olduğunu savunan bir şiir/kitap, hatta öyle ki ısrarla söylüyorum; bunu diğer söyleşilerimde de dile getirdim. Dilin atomaltı parçacıklarına kadar inebileceğimizi de bize düşündüren bir kitap. Dilin atomaltı parçacıkları nedir diye soracaksınız belki. Bunlar bütün bir imla işaretleridir, imlerdir, imleçlerdir, hatta daha da ilerisi sembollerdir. Dile çok daha özgür bakmak, bizi dilin yerelliğinden de kurtarır ve onu daha evrensel kılar. Bu bağlamda “Lupoc”un bazı çevrelerce yadırganmasını, eleştirilmesini, tuhafsanmasını hatta dışlanmasını da anlıyorum. Çünkü dil ile ilgili alışkanlıklarımızı da sıkı sıkıya savunan şairlerimiz var. Ben o yollardan geçtim ve onları anlayabiliyorum. Bunları elbette görmemezlikten gelebileceklerdir ya da görseler de kulaklarını ve ağızlarını tıkayabileceklerdir. Lupoc bu bağlamda metafizik, uzaysal, bilimkurgusal bir jargonda da kendi dilini konuşuyor ve yaratıyor ama bu sadece uzaylı bir dil değil, bu dünyanın, bu toplumun da ihtiyaç duyduğu bir dildir. Lupoc bir özüt olarak, bir tözüt olarak dilin bütün öğeleri arasında dolaşmaktadır, onu adeta parçalayıp bölerek (olumsuz anlamda değil) onun verdiği olanaklarla onu yeniden kurmaktadır. Kitabın bütününe bakıldığında bunun sadece Uzaydan Dünya’ya bir bakış olmadığı, yeryüzünde de epey dolaştığı ve oradan da baktığı görülecektir. Buradan yola çıkarak Lupoc’da değişik bilinç katmanlarında dolaşan alt ve üst bilinçler söz konusudur. Bu alt ve üst bilinçlere çıkılan yerlerde -girizgâh hariç- italik karakterlerle bu bölümler vurgulanmıştır. Bu bölümler aynı zamanda içsel bir sorgulama gibidir de. Uzaydan bakışı çağrıştırabilecek aralarda Latince tekrarlanan “şarkı nakaratı” ritmindeki Latince “Yıldız” isimleriyle bir takımyıldızı havasında doğal-kurgusal bir evrim haritasını çizmektedir de aynı zamanda.
4.Harflerin günlük yaşamlara kurban edilmesinde küreselleşme olgusunun payı hakkında neler söylemek istersin?
Küreselleşmenin yerel değerleri yok etmesine, bunların yerel hükümetlerce ya da sivil toplum örgütlerince yeterince korunmamasına ve yok edilmesine seyirci kalınmasına karşıyım. Yerelden evrenselliği savunan biriyim ama aynı zamanda bütün dünyanın yerel motiflerine, geleneklerine ulaşabildiğim, öğrenebildiğim kadar aşığım. Çok dilli, çok kültürlü bir dünyanın içinde yoğruluyoruz. Bu küreselleşme yerel dilleri olduğu kadar, ana dilleri de erozyona uğratmaktadır. Kaybolan yok olan diller çokça mevcuttur. Evrensel bir dil kurulacaksa, bu anadillerin üstünde onları en ince ayrıntısına kadar koruyarak olmalıdır. Bu bağlamda küreselleşme, evrensellik, modernlik kavramları üzerinden sunulan dil emperyalizmine de karşıyım, çünkü bunlar anadilimizin olanaklarını görmemizi onları geliştirmemizi, dili üretmemizi, zenginleştirmemizi engelliyor. Lupoc bu sorunsaldan yola çıkıyor. Küreselleşmenin getirdiği yıkım sadece dilsel olarak değil başka boyutları ile de karşımızda, aslında her şeyin kolaylaştığı yanılgısıyla gelişen teknolojik iletişim olanakları içinde insanın içine sürüklendiği iletişimsizlik hastalığında, otomatikleşmeye varan robotik reflekslere, topyekûn duyarsızlaşmalara kadar ırkçılık, nefret, ayrımcılık vb. kavramlara daha sıkı bağlanan ve bunların yükseldiği çağlara geri dönen modern görünümlü teknolojik dijital bir çağın içinde kayboluyoruz. Burada gerçekten savunulması gereken değerler de dolayısıyla ya sözde savunuluyor, savunuluyormuş gibi yapılıyor ya da savunulmuyor. Gerçekte savunanlar ise tabi ki azınlıkta kalıyor ya da dışlanıyorlar ya da ekonomik güçleri olamadığında-sistem gereği-geniş kitlelere hiçbir zaman ulaşamıyorlar. Bu aldatmacada iyiyi kötüden ayrıt etmenin parametreleriyle oynanmıştır. Böyle bir format ortalama bir zeka düzeyine sunulmaktadır. Sorunuzun cevabını bu bağlamda düşünebilirsiniz.
5. Dil günlük koşuşturmaların arasında iletişime dönük ilişkilerde kullanılmaktan da yoruluyor. Kurtulmak istiyor. Peki, bunu halka nasıl anlatacağız?
İşte tamda burada yeni bir dil yaratmanın ya da mevcut dili zenginleştirerek yeniden yaratmanın gerekliliği doğmaktadır. Dil devrimimiz de bunu hedeflemişti ama emeklemekten öteye gidemedi. Halk her zaman yeni şeylere açık olmuştur. Onu anlayan, yansıtan iyi ifade eden bir dili her zaman benimseyecektir. Yerleşke, Bilgisayar gibi sözcüklerin çoğalmasını düşünün… Bunu sadece sosyal ya da fen bilimleri alanındaki terimlere değil, edebiyata, her alana da taşımak gerekmektedir. Dilin arkeologluğunu yapacak olan sanatçı, bilim insanları, yazar ve şairler, ölü sözcükleri yeniden hayata kazandıracak, onlara eserlerinde suni teneffüs ederek, yeniden hayata döndürecek kişilerdir ve okuyucular, halk da onların elinden tutup belki bir gün sokağa çıkaracaklardır ve dillerine konuk edeceklerdir. Lupoc’da bu kaygıyı ve isteği derinden görebilirsiniz.
6. Okurlara da bir öngörü olur kanaatiyle şiir nasıl okunmalıdır?
Şiir pek çok farklı şekilde okunabilir. Bunun en yalın biçimi, hiçbir kaygı gütmeden, siz olarak, var olan birikiminiz ve yaşam deneyiminizle sadece bir okur olarak şiiri algılayıp onu anlama şeklinizdir. Aslında bu en temel ve yaygın okuma biçimidir. Bunların dışında farklı bakış açılarından bilinçli seçilen, öznel ve bilimsel okuma biçimleri metinler üzerinde geliştirilmiştir. Tabi ki buna şiir de dahildir. Turgut Uyar şiirine pek çok değişik acıdan bakarak okumalar yapabilirsiniz, Turgut Uyar şiirini Kadına bakışı acısından, Toplumsallığı acısından ya da şiir esteiği acısından okuyabilirsiniz. Dolayısıyla şiiri okumak kişiye, o kişinin amaçlarına ve şiirle ne yapmak istediğine bağlı bir süreçtir. Benim şahsi kanaatim, şiiri her zaman öncelikle ister şair ister okuyucu olsun, kendimiz için okumalıyız, şiirle ya da şiirsel metinle bir bağ kurmaya, onu anlamaya, anlamlandırmaya çalışmalıyız. Her şiirle bir bağ kurmamız elbette zorunluluk değildir. Şiir bizim içimize sesini bırakarak bizimle diyoloğa geçmeyi başarıyorsa onu anlıyoruz demektir.
7. Taze bir bilinç diyebilir miyiz Lupoc için?
Güzel bir benzetme yakaladınız. “Taze Bir Bilinç” evet “Lupoc” u taze bir bilince benzetmek oldukça isabetli geliyor bana. “Lupoc” Açık bir bilinç çünkü, hem aydınlanmış hem de aydınlanmaya açık bir bilinç. Size de bu bağlamda; toplumdan, bu dünyadan ve bu dünyanın dışından -daha öncede söylediğim gibi-değişik bilinç katmanlarından kesitler sunuyor; sizi bu katmanların arasında bir yolculuğa çıkartıyor. Size bilinçinizi taze ve açık tutmayı dolaylı salık veriyor, yeniliklere, değişime de açık olmayı elbette. Teşekkürler Bülent Tüsen bu güzel söyleşi için.
29.05.2020 Kadıköy – Osmanağa-E.T