Cahit Kaya
Türkiye’nin kültür ve sanat alanı, coğrafyası gibi dağlık ve paramparçadır. Belirli bir sanat akımı yahut kültürel atılımdan haliyle söz edilemez. Türkiye’ye ulaşmayı başaran çeşitli sanat akımları ve fikirleri bu ülkenin iktidar, hatta iktidarsızlık mekanizmaları içinde dönüşüme uğradı – uğrayacaktır; bu ülkeye has otantik diyebileceğimiz bir yaratım, yaratıcılıktan ziyade bu ülkeye has bir imitasyondan yahut öykünmeden öteye geçmez, bayağı bir çirkinlik, şekilsiz bir şey olurlar.
1990’lardan ve belki de 1980 darbesinden bu yana Türk şiirinde bunun etkileri açık saçıktır. Şiirlere bulaşmış “Ben” dili hastalığı şairlerin iktidarsızlıklarının dışa vurumu olarak okunabilir. “Ben” diye bağıran bu personalar aslında bir benlikten yoksundurlar. Kendileri diyebilecekleri bir “biri” ortada yoktur. “Ben” ifadeleri kendilerini sürekli başkalarının gözüne sokma isteklerinden, bir çeşit narsistik-nihilizmden kaynaklanmaktadır. Aşırıya kaçan bir beyhudelik sergileyerek gene aşırıya kaçan bir manasızlık üretirler. Benliklerini üzerine inşa ettikleri etiketler ve kimlikler vs. onlara ait değildir. Öykünerek ortaya çıkan kopya bir benliktir bu.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan “Confessional Poetry”, Türkçesi “Gizdökümcü Şiir” yukarda bahsi geçen duruma iyi bir örnektir. Bireyin başta aile olmak üzere çeşitli iktidar türevleriyle ve kendi olmakla ilgili sancılarını, yasak ve günah görülen temaları, isyanlarını protest bir dille ifade etmekte olan bu şiir tarzı, bizim şairlerin elinde, tabiri uygunsa, bir mastürbasyon aracına dönüştürülmüştür. Bu şiir stilinde sık görülen başkaldırı, (bakınız: Sylvia Plath, Bayan Lazarus) özellikle 1990 sonrası şairlerin pek çoğunda arabesk, ezik, ağlak ve sünepe bir hal almıştır. Gizdökümcü şiir, onların küçük hayatlarının, yine bu tarz şairlerin deyimiyle gün sonunda çıkardıkları “Z raporları”dır. Onların anne ve babayla ya da erkin baskı araçlarıyla dertleri yoktur; tuhaf bir alternatif gerçeklikte yaşadıkları için rakı içerek, meze tüketerek günün sonunda “Z raporu” şiirlerini yazarak yaşayıp giderler.
Yine bu şiir tarzına has olan “Ben” dili, anlatıcının deneyimlerini aktarırken sınırlarını daha geniş tutmasını sağlamaktadır. Tabii bu sınırlar genişleyince, sorunlar da kaçınılmaz olmaktadır. Sylvia Plath’in Gizdökümcü şiirin ne olmadığına dair söylediği gibi, “bir çeşit halka açık alanda günah çıkarma yahut dışkılama” değildir. Bunu yapmak Hasan Bülent Kahraman’ın aşağıdaki cümlelerinde ifade ettiği gibi pornografidir:
Biz pornografiyi sadece açık saçık
yazılmış, cinsellikle yüklü bir metin sanırız. Oysa değil; pornografi, hayatın
her noktasında karşımıza çıkabilir. Çünkü pornografi, insanın kendisiyle ilgili
değil, daima kendi dışında kalanlarla ilgili bir şeydir. İnsan yaptığını, ben
diye anlatınca ve onu sadece kendisiyle sınırlı tutunca oluşmaz. Fakat
yaptığını başkasına ‘göstermeye’ çalıştığında pornografi olur… Ayrıca
pornografi baskıcı bir şeydir. Tek yönlüdür. Zengin değildir, sınırlıdır. Belli
bir şeyi, tek odaklı olarak göstermeye bağlıdır.
Pornografinin dışında kalmanın tek yolu, soyutlamadır. O nedenle… Kendisini bir
biçimde ‘teşhir eden’, gösteren de pornografinin içindedir. İtiraf etmeye
cesaret edemeyip ifşa etmeye başladığınızda pornografiye bulaşırsınız.*
Gizdökümcü Şiir, Türkçeye deneyimler neticesinde gelmemiştir, daha çok Türk şairlerin büyük bir kısmının dünyadaki Gizdökümcü şairlerin deneyimlerini kendilerinde tekrarlama isteklerinden türemiş gibidir. Ora şairlerinin yaşadığı tecrübelere öykünülmüştür, onlar gibi hissedilmeye ya da onlar olmaya çalışılmaktadır. Sonuçta da son derece yapay, kısıtlı, samimiyetsiz, tek yönlü ve fakir bir çeşit “edebiyat” ortaya çıkmıştır. Şairler kendi deneyimlerinin otantikliğinde bir şey bulma ve o deneyimlerden üretim çıkarma kapasitesinde değildirler ya da bunun için aşırı derecede bilgisizdirler. Çoğu genç olan bu şairlerin sözüm ona edebiyat dergileriyle veya aynı iktidarsızlığın küçük çapta yeniden kullanıma sokulmasının ufak örnekleri fanzinlerle haşır neşir olmaları ve bu platformların birkaçı dışında çoğunun da Kahraman’ın ifade ettiği pornografinin tanımı çerçevesinde bir porno dergisi yahut fanzini olması işi daha da vahim kılmaktadır.
Gene Plath’a dönersek, Plath bir çeşit “artistik kontrol” mekanizmasından bahseder. Bu artistik kontrol mekanizması, şairin yaşadığı deneyimleri manipüle edebilme kabiliyetidir. Bu deneyimler olduğu gibi aktarıldığı zaman, deneyim şairi manipüle etmektedir. Bu noktadan sonra da deneyimi bir ishal –ağız, harf, sözcük ishali– şeklinde kendine bir ifade-sizlik- bulur. Ve bu durum Kahraman’ın bahsettiği “teşhirciliğin” kendisidir. Şayet şair “artistik kontrol” mekanizmasından yoksunsa, Plath’ın yukarda geçen deyimiyle sürekli “ben” diyerek “halka açık alanda dışkılamaktadır.”
Referanslar:
Kahraman, Hasan Bülent. “İtiraf Mı, Pornografi Mi? – Sanat Haberleri.” Radikal, Radikal, 5 Mar. 2003, www.radikal.com.tr/kultur/itiraf-mi-pornografi-mi-662787/.