-Şiir yazım sürecine dair.
Şiir yazmanın teknik öğeleri olduğu gibi düşünsel, duygusal süreçleri, dünyayla kurduğu bir ilgisi vardır. Nihayetinde bütüne ulaşan her şeyin belli başlı parçaları var. Şiir de teknik anlamda sözcükle başlar. Sözcük seçiminde “o an” sözcük için doğru an’dır. An’a tam olarak nüfus ettiğinizde sözcüğü bulur ve işlersiniz. Etrafınızdan uzaklaşmanıza gerek yoktur. Sözcük bazında, dize bazında, anlattığınız şeyle ilgili olan çevrenizdeki nesnelerden, o an geçmişe dair ya da şuan ki bulduğunuz yaşantılarınızdan, düşünce-duygularınızdan bir sonuca varabilirsiz. Sadece zaman zincirini kırıp imgeye eklenmeniz gerekir. Doğru sözcük bir şiir için vazgeçilmez anahtardır. Yalnızlık kavramını ortaya koyacaksanız onun özelliklerini taşıyan sözcükler, oluştuğu ortam, bağlam işlenir. Uygun söz ve söz öbeklerini seçmek; bu işlem genelde otomatik gerçekleşir. Sözcükleri ararken ıraksak düşünme yöntemini kullanmalısınız. Çünkü şiirin en büyük avantajı aralarında imgelem bağlantısı kurabildiğimiz birbirlerinden farklı ama aynı yere giden söylemler yaratabilmemizdir. İmgeler ve sözcükler öznel de olabilir ancak öyle bir mekanizmada sunulur ki okuyan algısına hitap edebilir. Sözcüğü bulmak yetmez, onu belli bir bütünün içine doğru -uygun yolda, ritimde- yerleştirmek gerekir. Anlatılanın dili yakalandığı ölçüde şiir gitmek istediği biçimi bulur. Anlatılanın kendine haslığı bizi şiire yaklaştıran en önemli unsurdur. Tema dediğimizin şiirin diğer öğelerinden ayrı düşünülmesi mümkün değil, bu yüzden.
Sözcüklerle oluşturulan dize ise şiirin kimliğini belirler. Esin’e kapılmak da şiiri yazmaya yetmez. Sözcük seçmeyi ve dize oluşturmayı bilmek gerekir. Doğru sözcüklerle iyi bir dize kurulabildiği gibi çok kötü dizeler de kurulabilir. Çorap söküğü bir dize şiiri yaralar. Sadece güzel olma amacı güden ancak dünyayı örgütlü bir şekilde etkilemeyen dizelere rastlarız bazı durumlarda da. Bunu nedeni anlamsız imgelerdir. Saf retoriktir, yığındır bunlar, okuyanı es geçer. Oysa şiir bir yüktür, başkasına yol alır. Saf retorik, şiirdeki samimiyeti bozar. Metnin şiir olabilmesi için önce “okunabilmesi” gerektir. Sonuçta bütün yazın alanı bir diğerine ulaşmayı ve okunmayı -iletişimi- hedefler. Şiiri okunabilir yapan ilk şey ritim değil samimiyettir bana kalırsa. Şair ne söylediğini bilmezse okuyucunun kuyusuna düşer.
Yaşantıların ve düşüncelerin en uzaklarına varana dek gözden geçirilmesi ve esin an’ı ile bütünleştirilmesi şiiri başlatır. Şiir yazarken uyanan duyguyu, düşüncelerin yoğunluğunu şiirin sesine yedirmek gerekiyor. Yazıp bitirildiğinde şiirin otomatik bir müziği olduğunu ve bunların düşünce ve duygulara paralel geliştiğini görürsünüz. Okuyucuda uyandırılmak istenen duygu ve düşüncelerin tavrına göre bir ritim atanmalıdır şiire. Su gibi akan dizeler heyecanlı ve hızlı bir anlığı, zor dizeler ise daha derinde, ruhani bir anlatıyı temsil edebilir. Bazı harflerin birlikteliği, tekrarı bir izleği belirleyebilir ya da atanmış bir izleği etkileyebilir. Ritim şiiri diğer sanatlardan ayıran en önemli öğelerinden biridir. Burada akıcı bir okuma sağlayan öykü-romanlara gönderme yok. Bahsedilen şiirin sese ve müziğe daha yakın oluşu.
Edebi türler olaylara farklı açılardan bakmayı sağlar, şaşırtır; buluşlarıyla. Sözcükler, dizelere, dizeler bölümlere evrilip kendi içlerinden çıkıp maddeliğini yırtar, sezgi alanı oluşturur; işte imge. Şiir müdahale eder, farkına vardırır, değiştirir. Dünya’nın, insan sezgi alanına girmesiyle doğar şiir. Kendini ifade etme bağlamında bir dil oluşturulması ve bu dilin dünya-insan-ilişki-ütopya birlikteliğiyle çatışması durumu, şiiri biçim olarak zorlamakta yeniliğe sevk etmektedir. Şiir yenidir, kaçınılmaz olarak zamaneye göre de değişen yapısı vardır. Buna her insanın organik olarak yeni dil oluşturacağını da eklersek, verili dil’in ve dil kurallarının bozulacağı ortadadır. Etki alanını genişletmek ve tek tek sözcükler açısından sezgi alanı oluşturmak için verili dil’in, anlamın bile bir ölçüde dışına çıkmak şiirin birinci vazifesidir. Anlam şiire yetmeyebilir, şair de ortaya sezgisini koyar, sihir yapar, sözcükten dizeye dizeden şiire. Çünkü dünya-ütopya, zannettiğimiz gibi değildir. Şiir hem yaşamın içinde tutunmaya uğraş verir hem de onu aşmaya çalışır. Şiir yaşamın kâğıttaki karşılığıdır aynı zamanda bir masal gölünde ütopyayı seyre benzer.
Teknik anlam dışında ise şiir, hiçbir zaman “sözcük” olarak başlamaz ve sözcükten dizeye dizeden şiire ulaşan bir yapıda değildir. Şiir bir hesaplaşmadır. Dünyayla yaşamla gerçekle, olmayanla hesaplaşma. Bunu eleştirellik ve didaktik bir anlayışla dile getirmiyorum. Yani şiir yanlışı gösterir eleştirir, doğru olanı yorumlar demiyorum. Elbette kurmaca bir tarafı vardır şiirin ancak öyküdeki gibi bunu olaylarla yapmaz bunu kendine has anlatımı, imgeselliğiyle yapar. İmge şiire şiirliği vaat etmekte. Şiir imge ile yeni bir dünya oluşturmaktadır. Özlenen, olması istenen yerdir orası. Şiir yeni bir dünya düşüncesi ortaya atamıyorsa, imgeselliği yakalayamıyorsa yavan kalır.
Şiirin dil içinde oluşması onun dili aşamadığını göstermez. Tam tersine şiir dili yarmak olanakların dışına çıkmak ister. Anlatılmamış olanı anlatmaya çalışır. Şair elinde olsa sözcükleri kullanmazdı ancak ressam da boyaları ya da tuvali bir şekilde kullanmakta olduğuna göre şiirin dil içi sınırlarda kaldığını söyleyemeyiz. Şiir imgeye yaklaşmak adına dili zorunlu olarak bozar. Yine anlatılmış ya da anlatılmamış olanı imge ile yakalar, geliştirir, ifade yolu gösterir. İmge sözcüklerin birleşiminden teknik aksesuarlardan oluşabildiği gibi düşünsellikten de yola koyulabilir. Şairin özgürlüğü ancak imgeden gelir. Bizi hem bizim istediğimiz hem de kendi istediği yere götürür şair böylece. Şairden korkulur, ne yapacağı ne söyleyeceği ne kuracağı belli olmaz. Platon da onları Devlet’ine almaz bu yüzden.