Editör: Göksu N. Çakır
Son Adım, Ayhan Geçgin
Son Adım’da Alisan’ın
hikâyesi eşliğinde, yabancılaşmayı ama bir yandan da Türkiye gibi bir toplumda yabancılaşmanın
imkânsızlığını okudum ben. Yaşadığı yerde tam yerli olamamış; ailesinin
kökenine ve terk ettiği coğrafyaya bağlanamamış, uyumsuz erkeği anlatır Son
Adım. Romanın en önemli özelliği ise dili ve anlatının sahiciliği elbette.
Saygı
Duruşu, Siegfried Lenz
Siegfried Lenz
bana göre tadına vara vara yazan ve bunu okuruna da hissettiren bir yazar – ki
ben de onun sakin ama derinlikli metinlerini seviyorum. Bu metinlerden biri de Saygı
Duruşu adlı novellası. Bir öğrenciyle öğretmeninin arasındaki yasak aşk
ilişkisinin anlatıldığı bu kısacık romanda, sevdiği kadının ölümüne tanık olan
lise öğrencisi bir gencin yasak aşkını sessizce hatırlayışına, ağırlayışına ve uğurlayışına
odaklanır.
Deniz, John Banville
Sakin bir anlatıma
sahip olup derinlerde kaynayan diğer bir roman ise John Banville’in Deniz adlı
romanı. Eşinin ölümünün ardından,
çocukken ailesiyle birlikte gelmiş olduğu bir koyda deniz kenarına çekilen Max
Morden çocukluğun travmalı anılarıyla baş başa kalır. Romanda dil aracılığıyla
yaratılan dünya, hele deniz atmosferi eşsizdir.
Behçet Çelik, Dünyanın Uğultusu:
Behçet Çelik
sadece iyi bir öykücü değil, yıllar önce okumuş olduğum Dünyanın Uğultusu
romanından da yola çıkarak diyebilirim ki, iyi de bir romancıdır. İlk olarak
Can yayınları tarafından piyasaya çıkarılan romanı İletişim yayınevi yeniden bastı.
Dünyanın Uğultusu, işsizliği, aşkı, aşkta bir başkasına sığınma çabasını anlatır
ki, bu romanda da benim için en önemli kıstas eserin dili.
Seray Şahiner, Antabus
Toplumun, dönemin ve dertlerinin edebiyattaki yansısını önemsiyor ve çağdaşım
yazarların toplumsal meseleleri roman kahramanları aracılığıyla kişiselleştirme
yöntemlerini izlemeye çalışıyorum. Seray Şahiner’in Antabus adlı romanı, kadına
yönelik şiddet bağlamında hem özgün dili hem de şiddete şiddet görenin gözüyle
itiraz etmiş olması sebebiyle önemli bir eser. Romanı değerli kılan en önemli
kıstas benim için yazarın dili, yarattığı atmosfer ve hikâyenin özgünlüğüdür
elbette.
Beş Film:
Duvar (Die Wand), Julian Roman Pölsler
Kentli bir kadın bir dağ evinde, görülmeyen bir duvar tarafından dünyanın geri
kalanından koparılır. Kadın bir kedi, bir köpek ve bir inekle birlikte baş başa
kalır. Kadın doğanın kanunlarına baş eğerek, bazen de onunla mücadele ederek
yaşamayı öğrenir ta ki, eli silahlı bir adam ortaya çıkana kadar. Avusturyalı
yazar Marlene Haushofer’in aynı adlı romanından uyarlanan filmde doğadaki
zamanın geçişi, ışık sesler birer sinematografik şölen niteliğindedir.
İşe
Yarar Bir Şey, Pelin Esmer, 2017
Pelin Esmer’in
senaryosunu yazar Barış Bıçakçı ile birlikte kaldığı ve aynı zamanda yönettiği “İşe Yarar Bir Şey”, şair bir kadın, ölmek
isteyen yatalak bir adam ve adama ölümcül iğneyi yapmayı üstlenmiş olan genç
bir hemşire kadının etrafında örülü, bir çeşit yol hikâyesi. Filmde tren, edebiyat, hayat, şiir, ölüm,
sinema iç içe, yan yanadır.
Yaban
Çilekleri, Ingmar Bergman, 1957
İsveçli
yönetmen Ingmar Bergman’ın 1957 yapımı “Yaban Çilekleri” filmi, yetmiş sekiz
yaşındaki bir adamın gözünden yalnızlığı, özlemi, gençliğe bakışı anlatır. Işığıyla,
diliyle, her baktığımda bende yazma isteğini çoğaltan ender yapıtlardandır
Yaban Çileği.
Ahlat Ağac,Nuri Bilge Ceylan, 2018
Nuri Bilge
Ceylan’ın en sevdiğim filmidir Ahlat Ağacı. Yazdığı kitabı bastırmak için para
biriktirmeye çalışırken, babasının borçları, sorunları ve utançlarıyla
karşılaşan Sinan’ın hikâyesi eşliğinde taşra kültürünün özüne iner Ceylan. Film
baba-oğul ilişkisine dair çarpıcı bir hikâyedir de aynı zamanda.
Başkalarının Hayatı, Florian Henckel von
Donnersmarck, 2006
1980’lerin Doğu
Almanya’sında, gizli servis örgütü Stasi’nin muhalif sanatçılar üzerinde
kurduğu baskıyı anlatan Başkalarının Hayatı, türünün en iyi yapıtı bana göre.
İstihbarat elemanı Yüzbaşı Wiesler gizlice dinlemeye aldığı sanatçıların
hayatlarına dokundukça, müziklerini dinleyip şiir ve romanlarını okudukça saf değiştirir,
onların koruyucusu haline gelir.