Gülçin Sahilli
Esnemek bulaşıcı zorunlulardandır. Esneyene karşı esnersin. Şimdilerde öksürene karşı öksürüp, hapşırana karşı hapşırıyoruz. Düşümüzde yüksek ateşli sıcak sıcak insanlar sarmış her yeri. Buzdolabına girsek ki çocukken yapmışlığım vardır kurtulamıyoruz. Hava sıcak, hayat sıcak, kaygı sıcak, sıcakkkkkkkk…..
“Gelme üstüme üstüme” diye sözleri olan bir şarkı vardı. Ruhumuzda hep bir üst basması… Al karısı, kırk yarası, gelir bunun arkası… Yok, bey biraderim bitmez. Bitmeyeninden yapmışlar. Bu kadar antiakıllı varken bize bu virüs miktarı yetmez. Neymiş efendim çok sıkılmış alışveriş merkezinde bir gezsinmiş, gözünü hastanede açarsan kalmaz sıkıntın. Yav bir durun! Şu alışveriş merkezi turları, sokakta yeme, kahve diyarında yüzünü yıkama kültürü dediğiniz şeyler kaç yıldır ömrünüzde… Yeni tüylenmiş bebeleri saymıyorum tabi. Onları anaları Zatarboks’a doğurdu zati.
Oralarda kaç kez yiyip içtiniz de ne geçti elinize. Ama mabadınızı kırıp evde pişirdiğiniz bir soslu makarnayı bile anlatıp durursunuz âleme. Artık anlayın ne hava yapacak konu kaldı, ne tozunu attıracak sinsi komşu, ne de iki gün sonra küseceğiniz arkadaş… Herkes bir maske uzağınızda…. Ama illa ki maskeli uzaklıklar…
Yok yemek pişirmekten bıkmışlar, yok onların hayatında bir tek ev mi varmış… Bir varmış bin yokmuş… Evet efendim evet! Sonunda boyunuzdan az uzunca bir toprak parçasında bitecek bir macera için Güliver’i devler ülkesinde uyandırmayın. Azıcık akıllı olun diyeceğim. Olmayan şeyler oldurulamaz. Fizik kuralı… Sizin bildiğiniz fizikten değil, yani manikür salonları olmadan da yaşayabilenler için.
Bakınız hayat baktığınız yer kadardır. Şimdi ben İzmir’deyim ve olduğum yerden bakınca saat kulesi görünmüyor demek ki benim varlığımda bakılacak alana o sığmıyor. Ne mi sığıyor. Birkaç bilemedin onkaç metre uzaklık. Ama illa uzaklık ve illa kaçmalı. Yani kendinizi çok önemsediğiniz bu bağrıyanık coğrafyada binlerce yıldan sadece biz çizgi… A yok o da değil! Bir nokta kadarsınız.
Hikayenizi oturup evde baştan yazın. Hani çok önemlisiniz. Çok değerlisiniz. Çok büyüksünüz. Çok matah. Tah tah sınız ya… Geçiniz efendim geçiniz. Bunların hepsi tahtaya çentik atma yarışından. Yoksa cacıkta yok yeriniz.
Açın dökün yaralarınızı o parlattığınız ön yüzlerin arkasında ne kara kaknem, ne kakruç anlar var. Eğer o kadar muhteşem olsaydı önceki hayatınız, hani çok özlüyorsunuz ya, paranızla dövdüğünüz insanlarla mutlu olmazdınız ya da kahvenin telvesinden, kumun eğrisinden geleceği ummazdınız. Alın size gelecek en köşelisinden artık nasıl ve nerenize yerleştirmek isterseniz. Kapatırsa gelirse tabi…
Bir de şu önceki hayatım esprisi var. Ne vardı dostum önceki hayatında 007’nin mesai arkadaşıydın da maceran mı eksildi? Evden, işe, işten markete, oradan tekrar eve… Cumba yatak derinliğinde geçmedi mi hayatın…
Sıradanız, ön sıra ya da arka sıradan fark etmez sonuçta sıradanız. Ve ölümlü olmak korkunç! Ama kabul edin yazdıklarınızı da çizdiklerinizi de oyduklarınız da kaktıklarınızı da daha önce başkaları yaptı. Ve hepsi farklı tarihlerde Nuh’un gemisinde yerini aldı.
Bırakın artık kalanını yaşayın. Gülüp geçin. Çünkü geçen kısmı geçerken fark etmediniz artık gelene gülün. İyisi mi yüzünüze iki yandan iki mandal gerin de gülgeçlik kalsın.
Yoksa varmışsınız, yokmuşsunuz. Birkaç cümleliksiniz. O kısmı da siz duymuyorsunuz. Duymayınca kıymeti yok. Alkışlar alkışlar… En iyi mimar, en iyi hemşire, en zeki insan, en kuru kayısı…
Ya bir geçiniz… Rahatlayınız ve kendinizi koltuğa bırakınız. Bu günlerde en rahatı ve en güvenlisi o. Hava sıcak zaten kendinizi de olmayan aklınızı da faydanız olmayacak gelecek için yormayınız. Geçmişteki gelecek belki de hiç gelmeyecek…