Şair ve yazarların eserleri ve yaşamları kadar merak uyandıran en önemli ayrıntılardan biri de okudukları ve biriktirdikleri kitaplardır. Yıllar boyunca büyük bir özenle biriktirdikleri kitaplar onların okuma deneyimlerini, ilişkilerinin izlerini taşıyan en önemli tanıklar olduğu için birer kitap olmaktan daha öte anlamlar taşımaya başlıyorlar.
Tarık Dursun K.’nın kurulacağı belirtilen kütüphaneyi oluşturulacağı söylenen kitapları deyim yerindeyse yağmalanınca ya da dağıtılınca bazı platformlara taşınmıştı konu. Bu konu uzun uzadıya tartışılmıştı. Şairlerin ve yazarların birikimlerinin tarihsel değeri, anlamı ve öneminin kütüphaneleşmesi gibi bir içerikle üzerinde durulduysa da herhangi bir yere bağlanmadı. Çünkü bu konunun çözülmesi için kültür bakanlığının ve kültür konusuna eğildiğini iddia eden kurumların bu konuda bir tavır geliştirmesi gerekiyor. Ancak konu görmezden gelindiği için çözülme ihtimali de bulunmuyor. Oysa bir kültür hazinesi olarak görülmesi gereken bu çalışmaların korunması da son derece kolay… Sadece bir karara bakıyor.
Örneğin dünyanın her yerinde, yaşamın devingen süreci kurumların çalışmalarını da süreklilik içinde sürdürmesini gerektirir. Bu anlamda ülkemizde de okullar, kütüphaneler ve benzer hizmet kurumlarının sayısı artmaktadır. Dolayısıyla şair ve yazarların kayıtlı oldukları bir meslek birliği aracılığıyla devletin bu kitapları bir kuruma kaydırması ve o kurum içinde edebiyatçının adını yaşatması mümkün olabilir. Bir okulun, bir kültür merkezinin ya da bir kurumun kütüphanesinde resmi kayıtlar oluşturarak bu hazineler saklanabilir. Ama böyle bir şeyin yapılması istenmiyor.
Geriye tek bir yol kalıyor. Edebiyat ortamının bunu kendi içinde halletmesi… Bir meslek birliğinin konuya el atıp bir çözüm geliştirmesi. Ama bugünün koşullarında da bu pek mümkün görünmüyor. Bu durumda insan bu kadar kitabın neden biriktiğini merak ediyor. Muhtemelen her zamanki gibi her şairin ve yazarın çok özel bir konumda öleceği yönünde bir ümit taşımasıyla ilgili bir konu bu… “diğerleri çözemez ama ben farklıyım” egosu ve özgüveni ilginç hayaller kurduruyor. Aslına bakılırsa bazılarının bunu başardığı da söylenebilir. Politik bir bağlantı bulan, belli noktalarda tanıdıklar edinen ya da konumunun avantajını kullanan şairler bu hayali istenen noktaya getirebilse de büyük bir çoğunluğun emeklerinin zayi olduğuna şüphe yok. Öyleyse neden?
Bunu okuma süreciyle açıklayamayız çünkü insanın okuma sınırları hesaplanabilir. Haftada bir kitap okuyan bir insan 50 yıl durmadan okusa 2500 kitap okuyabilir. Hadi haftada iki kitap okusun ve hiç durmasın. O zaman da 5000 kitap okuyabilir. 5000 kitap okuduğunu iddia eden var mıdır bilmiyorum. Ama burada da iki durum ortaya çıkıyor. Ardında on bin, on beş bin kitap bırakan edebiyatçı ne planlamış olabilir? İnsan okuduğu bazı kitapları tutmak isteyebilir. Ama her kitabın yeri edebiyatçının yanı mıdır? Kişinin adına imzalanmış kitaplar, önemli bulduğu kitaplar, çalışırken yararlandığı kitaplar vs gibi bir liste oluşsa da bunun sayısı on beş bin eder mi?
Evinde nefes alınacak yer kalmamış şairlerle tanıştım. Salonda, yatak odasında, tuvalette, kilerde, depoda deliler gibi kitap biriktirmiş şairler, yazarlar. Onlar için harcanan bir ömür ve göz nuru. Muhtemelen sahibinden sonraki akıbetleri belli olan kitaplardan söz ediyoruz. Yazdığı kitaplar kadar kütüphanesi de mirasıdır edebiyatçının. Çocuğunun geleceğini düşünüp ona göre önlemler alan anne ve babalar gibi şairin ve yazarın da o kitapları güvenli ellere teslim etmek, geleceklerini garanti altına almak gibi bir görevi olmalı. Çözümün ne olduğu ayrı bir yazının konusudur ama ömrünü edebiyata adamış bir insanın biriktirdikleri zayi olmamalı.
Çocuğunu kitapların doğal mirasçısı olarak belirlemek meseleyi çözmeyebilir. Kişi kendi çocuğunu kitapların mirasçısına dönüştürebilmeli. Atamayla olmaz. Eğer dönüştüremiyorsa belki de manevi evlatlar, kişinin eğittiği okurlar ya da başka bir seçenek devreye girmeli…