Gülçin Sahilli
Hepimiz öleceğiz koğuş yat! Hepimiz daha da öleceğiz koğuş kalk! Hepimiz öyle böyle ölmeyeceğiz koğuş yat! Hepimiz yardır yardır öleceğiz koğuş kalk! Koğuş kalk! Koğuşşşşşşş……
Bu bize reva görülen hasıraltı katliamdır…
Ellerimizle döşediğimiz taş mezarımızın içinde koltuktayız…. Ünvanlı karakterler, kamu spotları, acılı şarkılar eşliğinde dönen reklamlar ise an be an beyaz camda… Biz öyle katatonik halde tırnaklarımızdan kalan son parçayı da kemirirken bilincimizin yer altına döşenen negatif kablolar sayesinde ölmeden ölümü yaşıyoruz. Ruhumuzun seratonin ve oksitosin şişeleri boş… Gülünmez ayıptır diyor annem… Virüse saygılı ol!
Dün beş altı yaşlarında bir kız çocuğu karşıdaki bahçeden sokağa adım atacak annesi uyarıyor “insan görürsen kaç!…” Köpek değil miydi o annelerin korkuttuğu? Kızlar toplanın iştahsız çocuklarınız için yeni yemek yedirme yöntemi buldum… “Sen yemezsen k©orona yer…” Pedogoji de son nokta… Üç oldu.
En sevdiklerimiz bile verdikleri her nefeste, cinayete teşebbüs ihtimalli… (Alırken aldıkları bireyin kendi sorumluluğundadır.) Global bir katil kim oyunu bu… Üstelik bin yıl geçse de gerçek ilk taşı atan bulunamayacak.
Seni tükürüğümde boğarım sözü de bedenlendi. Bir tükürük bin nasihata bedel… Ya yanılıp da gülerse karşınızdaki… Bakın öksürür ya da hapşırırsa demiyorum bile… Çok yaşa diyerek kaçışalım arkadaşlar!
Eğlenceli bir kısmı da yok değil bu evde kalma işinin. Erkekler mutfağın haremlik olmadığını öğrendiler. En kıymetli dürtü açlıkmış değil mi beyler? Hey gidinin yemek sepeti maçoları… Kalmadı ne bıyık ne sakal… Kıl da keramet olmadığı bu kez bilimsel olarak da kanıtlandı.
Canı sıkılan bir bağışıklık sistemi ne yapar? Evet cevap en öndeki pür dikkat anksiyetik ve obsesik arkadaşlardan birinden geldi. Her gün farklı köşenizi ya da kenarınızı ağrıtır. Ölmek değil azizim, şu zamanda aklın kanatları havalanmadan kalmak mesele…
Son birkaç gündür cana tak demesiyle bir, bana deli cesareti de gelmedi değil. Sanki normal zamanlarda normalmiş gibi… Dışarı çıkıyorum. Hem de baya kapıdan… Sezon modası olan maske ve naylon eldiven ikilisini takınıp kapıyı aralıyorum. Ki en riskli kısım o… Ya eşikte halay çeken bir miktar virüs varsa… Ya yan komşu da benimle aynı yüreği yediyse… Ardından merdivenlerden koronaya görünmeden gizlice iniyorum. Bunu kapı deliğinden sizi izleyen yaşlı komşulardan kaçar gibi yapmalısınız.) Ayaklarım ılık betona ererken ve severken nisan güneşi saçlarımı (şiir koktu burası… Alışkanlık!) duvarların dibinden dibinden azıcık geziyorum. Öyle yeni gelin gibi süzüle süzüle. Bu arada karşıdan gelen adem varsa süper mario gibi karşı kaldırıma atlıyorum. Elimde adımsayar… Günlük ayakbastıma o karar veriyor. Evin içinde 5000 adım atmışlığım var benim. Bana dar alan sorunsalıyla gelmeyin. Aynı yoldan farklı olasılık hesaplarıyla dönüyorum. Macera doruklarda… İliklerinize kadar korkuyu hissediyorsunuz… 10D sinema neymiş biz tek C sinema ile perişan haldeyiz. Bir heyecan, bir heyecan eve dönüp bizimkilere riskli yolculuğumu anlatıyorum. Şöyle dövüştüm(kaçtım), böyle vuruştum(koştum) amma yiğidim… Cesaretim, aynı nenesi, aynı anası övgüleriyle taçlandırılıyor! Kalbim ağzımdan çıkmasın diye ağzımı aralayamadım ama o da bana kalsın.
Tabi bu maceraların arasında gül gibi, çağla gibi, yeşil erik gibi bahar da baha(ğı)ra bahara gidiyor… Kendimi papatyaların içine atıp yavru köpek gibi dönüp durduğum hafta sonları mazide kaldı… Deniz kıyısında yürürken ayak bileklerime değip değip kaçan dalgaları anamıyorum bile… Yine hüzünlendim sıkın oradan iki pıs etil alkol…