Göksu N. ÇAKIR: Dayı Parçası’nı okurken memleketin hastanelerinden manzaralar görüyoruz. Romanın ilerleyen sayfalarında günümüzde kaç yeğen dayısıyla böyle ilgileniyor, sorusunu getiriyor aklıma. Sanki gün geçtikçe toplum olarak birbirimize karşı sorumsuzluğumuz artıyor. İnsanlar arsındaki bu kopukluğun nedeni modern hayatın bir getirisi mi? Eğer öyleyse sizce bunu nasıl aşabiliriz?
Murat YALÇIN: Dostluk, arkadaşlık, hısım akraba ilişkileri geleneksel biçimlerini yitirdi. Çağdaş olanaklar insanları yalnızlığa itiyor. Kimse kimseye muhtaç değil, kim kimseye mecbur değil. Zor günlerde yanında olmak vardı. Dayanışma ruhu vardı… Yalnızlık, kişisellik, her işi tek başına yapabilme olanağı hiçbir dönemde bu denli yüceltilmemiştir. Akrabalık da yakınlık demek değil. Bunlar uzunca bir süredir yaşadığımız, yakındığımız konular. Bu bir sorunsa aşmanın yolunu gerçekten bilmiyorum. Kişiden kişiye değişen gereksinmelerdir.
G.N.Ç: Dayı Parçası’nın neresinde konumlandırıyorsunuz kendinizi?
M.Y: Dayı Parçası burun buruna yaşadığım acılı günleri geride bırakırken gerçekleştirdiğim zihinsel, yazınsal bir tören. Bu kitabın her yerindeyim esasında. Yaşanan gerçekleri yansıtmadan, ama o duyguyu, bakış açısını koruyarak yazdığım bir kitap. Yazınsal gerçekliği oluşturmaya çalışmanın peşinde oldum. Yoksa başımdan geçen bir dizi olayı anlatmak değildi tasam.
G.N.Ç: “Hayat adi bir blöf,” diyor roman kahramanınız. Hayat en büyük blöfü nerede yapıyor sizce?
M.Y: Hayal kurmaya başladığımız anda, mutlu, umutlu anlarımızda uğradığımız her türlü olumsuzluk… Bizi yolumuzdan çeviren, caydıran şeyler. Bu bazen hastalık biçiminde olur, bazen bir kaza. İnsani olguları, olağan gelişmeleri kendimize karşı algılamamız hayatın blöf çekmesidir. Hastalık sürecinde, zavallı anlarımızda bütün dünya karşımıza dikilir. Dayı Parçası bu duyguyu epeyi işliyor sanırım.
G.N.Ç: Cemil Dayı’nın roman kahramanınıza yönelttiği bir soruyu tekrarlamak istiyorum size: “Gökyüzünü seyretmek ne demek?”
M.Y: Cemil ölüme yaklaştıkça anlam arayışı artar. Çocuksu bir duygu durumudur bu. Çaresizlik, tutamak arayışı… Hasta mücadele içindedir, küçük umutları beslemek için savaşır. Ama hasta yakını akıbeti, kaçınılmaz sonu bütün açıklığıyla görür. Hastanın çocuksu tepinmesi karşısında hiçbir şey diyemez ya da dememeyi tercih eder. Hastanın yüzüne bakamamaktır belki de orada gökyüzünü seyretmek.
G.N.Ç: Dayısının acısını, annesine yazı yazan yazarları okuyarak derman buluyor roman kişisi. Bu arada bazı yazarların sözlerine de değiniyor. Bunlardan biri: “Hikâyeler deniyorum elbise dener gibi.” Bu söz sizin için neyi ifade ediyor?
M.Y: Evet, refakatçinin, hasta nöbetçisinin zamanı geçirme biçimlerinden biri de okumak. Kitaptaki yeğen de bir akademisyen, bir şair olarak elinde kitapla dolaşır. Ama okuduklarıyla yaşadıkları yer değiştirir. Yeğen bir hikâyenin parçası olduğu bilinciyle davranır. Bu bilinç bazen yazarın bilinci gibi görünse de aldanmamalı.
G.N.Ç: Dayı Parçası’nda altı çizilecek birçok cümle var. “Sayfalar dolusu yazıp dönüp baktığında sefalet içinde yüzen tümceler dizeler gören kişinin yitirdiği kimseyi bir kez de kâğıt üstünde yitirmesi, cephede yenilgiye uğramış komutanın diplomasi masasında sanki daha ağır bir yenilgiye uğramasıdır diyorum içimden. Anlaşmayı imzalarken aslında dönüp savaşmayı arzulayan komutandır yazar.” Siz kahramanınızın bu düşüncelerine katılıyor musunuz?
M.Y: Böyle düşünen anlatı kişisi de bir yazar olduğundan kendi düşüncelerimi ona yüklemiş görünüyorum. Bu alıntı onun kendini ifade ediş biçimi, benzeri düşünceleri taşısam da bu şekilde söylemezdim. Ama o yaşadıklarının etkisiyle, bir ölüm kalım savaşının ortasında olmasından ötürü bir asker ağzıyla ifade etmiş.
G.N.Ç: K24’de, 07 Eylül 2017 tarihli yazınızdaki, “Okumak, içimizdeki yerle dışımızdaki yerin kavuşmasıdır. Kavuştuğumuz yer ne kitapta anlatılan ne de bizim belleğimizde hazır duran yerdir,” sözünüzle ruh halimizin okuduğumuz kitabın atmosferine yansıdığını mı diyorsunuz?
M.Y: Elbette. Gördüğümüz, yaşadığımız yerler gözümüzü kapadığımız anda bir hatıraya, hayale dönüşür. Günümüz daha çok hayali yerlerde geçer. Bir de sözgelimi roman okuruysak bildiğimiz yerler bilmediğimiz coğrafyaların parçası olur. Şu sıra elimde Manguel’in Efsanevi Yaratıklar kitabı var. Bu sabah Melville’in bir sözüne rastladım: “Gerçek yerler hiçbir haritada bulunmaz.”
Okumak, gerçeklerle hayaller arasında köprüler kurmaktır. Hayaller olmadan gerçekleri kavrayamayız.
G.N.Ç: Bir kitabı yazarken o kitap için belirlediğiniz özel bir hedef ya da özel bir misyonunuz var mı?
M.Y: Hayır. Birdenbire harfler, sözcükler sökün etti, gökyüzünde beliren güvercin sürüsü gibi kitap sayfalara konup yerleşti. Ne yazdığımı bilmeden yazdım, bittikten sonra yayımlamamak dâhil her seçenek masadaydı. Böyle bir kitapta, ”roman” sayılabilecek bir uzun hikâyede, karar kıldım.
G.N.Ç: Bir yazarla roman kahramanı arasındaki ilişki nasıl olmalıdır?
M.Y: İyi geçinmeleri gerek. Bazen çok uzun süre günleri geceleri birlikte geçtiğine göre anlayışlı, sevgili, saygılı olmalılar birbirlerine karşı. Fedakârlık, feragat, vefa, minnet üstüne kurulu gerçek bir ilişkidir yazarla anlatı kişilerinin ilişkisi.
G.N.Ç: Dayı Parçası’nı çok doğal ve samimi bir dile yazdınız. Üstelik bunu yaparken de bayağılaşmamaya dikkat ettiniz. Günlük hayatta kullanılan dili romana taşımanın bir ölçüsü olmalı mıdır?
M.Y: Her anlatı, her metin kendi kıvamını, ölçüsünü getirir. Kitaplarımda mizah, kara mizah, ironi olduğundan sıkça söz ediliyor ama benim ilgimi sevgili Behçet Çelik’in “dil neşesi” diye adlandırdığı şey çekti. Anlatıdaki durumun mizahı değil, anlatı dilinin içinden türeyen coşkunun gülmece etkisi bırakması. Sokağın dilini olduğu gibi kullanmanın, ağız/şive taklidi yapmaktan öte bir değeri yoktur. Yazınsal dil, alabildiğine kişiselleşmiş dildir.
G.N.Ç: Yazılarınızda kendinizi ele verdiğiniz oluyor mu?
M.Y: Yazı özünde bir ele verme sanatıdır. Özellikle anlatılarda yazarın gölgesi koyulaşır. Yazar kendini çoğaltan, paylaştıran, dağıtan kişidir. Yayımlandığında sırları ortalığa saçılmıştır. Başkalarında kendisini bulan, kendisinde başkalarını gösteren kişiye yazar diyoruz. Karakterlerini biçemlerinde bulursunuz iyi yazarların.
G.N.Ç: Son olarak, yazarlığınız boyunca edindiğiniz en büyük tecrübeniz nedir?
M.Y: Yazmanın yazabilen için ne denli kolay olduğunu biliyorum, ama kolay yazılmış görünen kitapların ne denli zor yazıldığını da.
Türk edebiyatına katkılarınızdan ve bu güzel söyleşiden dolayı size çok teşekkür ederim.