Cansu Aydın
“Tanrılar tarafından kutsal bir çılgınlık verilen kişi”[1] olarak tanımlamıştır Platon sanatçıyı. Bilindiği gibi sanat, yaratıcılık ve delilik arasındaki ilişki geçmişten günümüze her zaman tartışılagelmiştir. Freud sanatçıyı kişilik olarak içe dönük ve nevroza yatkın bulmaktadır[2]. Susan Sontag’a göre ise sanatçı “örnek bir çilekeş” olarak kabul edilebilir. Ona göre modern bilinç bağlamında sanatçı azizin yerini alıp bir çilekeş olmuştur. Hem acısısın derinine inmiş hem de acısını yüceltmede bir yöntem bulmuştur. Sontag sanatçıdan “bir insan olarak çektiği acıyı sanatta elde edeceği kazanç uğruna kullanmayı keşfetmiş kişi “ olarak söz etmiştir.[3] Rollo May de deha ve psikozun birbirine yakın olduğunu, yaratıcının anlam veremediği bir suçluluk duygusu taşıdığını belirtmiş, pek çok sanatçının da yaratılarının zirvelerindeyken intihar etmelerine dikkat çekmiştir. [4]
Aslında zamanımızdan üç yüz yıl önce John Dryden’in sorduğu “Dahilik ve delilik benzeşiyor mu?” sorusu hâlâ net bir şekilde yanıtlanamamıştır[5]. Günümüzde gerçekleştirilen sistemli yaşamöyküsel araştırmalar yaratıcı kimselerde psikolojik rahatsızlıkların görülme sıklığının daha fazla olduğunu göstermektedir. Duygudurum bozukluğu yaşayan hastaların yaratıcılıkları hakkında yapılan çalışmalar sonucu yeni bulgular elde edilmiştir. Örneğin Arnold Ludwig’in New York Times Kitap Değerlendirmeleri’nde 30 yılı aşkın bir süre (1960-1990) eleştirilen yazarların biyografileri hakkındaki yakın tarihli çalışmasına göre mani, psikoz ve yatarak psikiyatrik tedavi uygulamalarının en çok şairlerde görülmiş ve onların %18’i de intihar etmiştir.[6] Storr ise çok önemli bir noktaya dikkat çeker: Yaratıcılık psikopatolojiyi çözmenin bir yolu olsa dahi hiçbir zaman bir nevroz ya da psikoz değildir , üstelik bnların tam tersidir. Psikolojik rahatsızlıkların da yaratıcılığa ket vurduğunu düşünmek için yeterli neden vardır.[7] Freud ve Sontag’ın belirttiği gibi bir sanatçı rahatsızlığını yaratıcılığa dönüştürebilir ya da Anthony Store’un öne sürdüğü gibi sağaltıcı bir yönü olan sanat aracılığıyla onun psikolojik sorununa çözüm bulunabilir.
13 Şubat 1987’de bipolar bozukluk rahatsızlığı nedeniyle yaşamına son veren ünlü şair Nilgün Marmara’nın da duygu durumları rahatsızlığı dolayısıyla değişkenlik göstermektedir. Bu durum, şiirlerine de yansımıştır. Şair, 1984’te kaleme aldığı Pembe Sevgili şiirinde kendi duygu durumlarından esinlenmiş olabilir:
Ey, öyleydi o!
Kedilik kafesinde yaşardı,
Kötülük denli gerçekti,
Dünyaya karşı güler, gülerdi.
Pembe sevgili
Deliliğin oyuncak odasındaydı
Sanat denli kurmaca gözyaşıyla
Ağlar, ağlardı dünyaya karşı. [8]
Şiirin ilk ünitesinde gülme, ikinci ünitesinde ise ağlama eyleminin vurgulanması bipolarlı kadın hastalarda yıllar geçtikçe depresif epizotların baskınlaşması[9] ile ilişkilendirilebilir. Şiirdeki öznenin dünyasında kahkahaların yerini zamanla gözyaşı alacaktır.
Şiirin ilk ünitesinde özne köşeye sıkışmış bir tutsağa, onun yaşadığı yer ise bir kafese benzetilmiştir. Özne, içinde yaşadığı kafeste her şeye rağmen gülebilmektedir. Onun yüz yüze geldiği her şey kötülük denli gerçektir ve bunlardan kaçış yoktur; Kendisi için tek çare ise hayatı kucaklamaktır; ne var ki onun içinde olduğu depresyon hâli buna engel olur. Şiirin ikinci ünitesinde ise öznenin sahip olduğu bir oyuncak odadan söz edilmektedir. Bu oda, edebiyatın, sanatın ya da şizofren bir insanın hayal dünyası olabilir. Şiirdeki özne çok yorulmuş, acı gerçeklere karşı gülebilme gücünü tüketme noktasına gelmiştir. O da yaşanamaz bir durumda yaşamak için iki özel savunma stratejisi[10] geliştirmiştir: sanat ve delilik. Kendisine oyuncak bir oda kurmuştur. Çevresinden gelen paradoksik baskılara, isteklere, itmelere, çekmelere[11] ; tüm kötü gerçeklere karşı korunmak için bu odaya sığınmıştır. Burası iki şekilde düşünülebilir, ya bir sanatçının şiir yazma gibi sanatsal etkinlikte bulunduğu potansiyel oyun mekânıdır ya da psikolojik rahatsızlığı olan bir kimsenin fantezi kurma yeridir. Muhtemelen Pembe Sevgili, hem bir sanatçı hem de psikolojik rahatsızlığı olan bir kimsedir. Sınırda bulunmaktadır. Şöyle ki sanat bir tür yaratıcı oyun etkinliğidir[12]. Yaşam ile bağlantılıdır; yaşamı geliştirir, zenginleştirir. Fantezi kurmaksa kendi başına bir olgudur, enerjiyi içine çeker, ancak onun yaşama katkısı yoktur. Çözülmüş zihinsel faaliyetleri yüzünden dış dünyadan koparak fanteziler içinde yaşayan kimseler vardır.[13] Kişi, dünyayı farklı bir şekilde yeniden yaratmak, onun yerine en katlanılmaz yanların ayıklandığı ve kendi arzularının bunların yerine geçtiği bir başka dünya inşa etmek isteyebilir; ama çaresizlik içinde içinde hiddetlenip mutluluk yoluna yönelen kişiler genelde hiçbir sonuca ulaşamaz; çünkü gerçeklik fazlayısıyla kuvvetli ve zorlayıcıdır; sonunda kişi çıldırabilir . Pembe Sevgili de evet ile hayır arasındaki çizgidedir. Çözülmeleri katı bir şekilde örgütlenip fantezileri onun ruhunu ele geçirebilir, yaratıcı kavrayışını tahrip edebilir. Bunun sonu intihara kadar gidebilir; çünkü kişinin hayatın yaşanmaya değer olduğunu hissetmesini sağlayan şey yaratıcı kavrayıştır [14] .Ya da buna direnip oyun oynamanın özel biçimlerinden biri olan[15] sanat aracılığıyla fantezilerini rüya ve gerçeklikle ilişkili hayal gücüne[16] dönüştürebilir, böylece kendisini iyileştirebilir. Acaba iç mücadelesinden hangisi galip çıkacaktır? Psikoz mu yoksa deha mı?..
KAYNAKÇA
Afşar Timuçin, Estetik, Bulut Yayınları, İstanbul, 2008.
Doç Dr. Haldun Soygur, “Sanat ve Delilik”, Fotoğrafya Online Dergi, sayı: 23
D. W. Winnicott, Oyun ve Gerçeklik, trc. Saffet Murat Tura, Metis Yayınları, İstanbul 2010.
Gökçen Şahmaran, Postmodern Dönem Sanatına Şiddet ve İroni Kavramlarının Yarattığı Şizofrenik Açılım, (yüksek lisans tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, İzmir 2006, http://www.belgeler.com.tr [11.010.2012]
Nilgün Marmara, Daktiloya Çekilmiş Şiirler, Everest
Yayınları, İstanbul, 2010.
[1] Doç Dr. Haldun Soygur, “Sanat ve Delilik”, Fotoğrafya Online Dergi, sayı: 23
[2] Sigmund Freud, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, (çev. K. Şipal) İstanbul, Bozak yayınları, 1979, s.193’ten naklen: Doç Dr. Haldun Soygur, “Sanat ve Delilik”, Fotoğrafya Online Dergi, sayı: 23
[3] Susan Sontag, Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş, (çev. Y. Salman, M.G. Sökmen) İstanbul, Metis Yayınları, 1991 s.76’dan naklen: Doç Dr. Haldun Soygur, “Sanat ve Delilik”, Fotoğrafya Online Dergi, sayı: 23
[4]Rollo May, Yaratma Cesareti, (çev. A. Oysal) İstanbul, Metis yayınları, 1988, s.27’den naklen: Doç Dr. Haldun Soygur, “Sanat ve Delilik”, Fotoğrafya Online Dergi, sayı: 23
[5] Doç Dr. Haldun Soygur, “Sanat ve Delilik”, Fotoğrafya Online Dergi, sayı: 23
[6]Arnold Ludwig, Creative achievement and psychopathologr: comparisons among professions. Am J Psychiatry, 1992, 46:330-356’dan naklen: Doç Dr. Haldun Soygur, “Sanat ve Delilik”, Fotoğrafya Online Dergi, sayı: 23
[7] Anthony Storr, Yaratma Dürtüsü, (çev. İ Babacan) İstanbul, Yayınevi Yayıncılık, 1992, s.246-261’den naklen: Doç Dr. Haldun Soygur, “Sanat ve Delilik”, Fotoğrafya Online Dergi, sayı: 23
[8] Nilgün Marmara, “Pembe Sevgili”, Daktiloya Çekilmiş Şiirler, Everest Yayınları, İstanbul, 2010, s. 122.
[9] Akiskal HS, Lopez JJ, Sartorius N., İki Uçlu Bozukluk, (trc. ed. :Timuçin O) s.174-175, John Wiley&Sons Ltd, s:360-65, 2002’den naklen: Ömer Akay, Bipolar Bozuklukta Kişilik Özelliklerinin Hastalık Seyrine Etkisi, s. 7.
[10] “Şizofren olarak etiketlenen yaşantı ve davranış, bir kişinin yaşanamaz bir durumda yasamak için icat ettigi özel bir stratejidir. Hayat kosullarında kisi artık savunulamaz bir konumda oldugunu hissetmeye baslamıştır.” Bkz. Gökçen Şahmaran, Postmodern Dönem Sanatına Şiddet ve İroni Kavramlarının Yarattığı Şizofrenik Açılım, (yüksek lisans tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, İzmir 2006, s. 199. http://www.belgeler.com.tr [11.010.2012]
[11] Gökçen Şahmaran, Postmodern Dönem Sanatında Şiddet ve İroni Kavramlarının Yarattığı Şizofrenik Açılım, s. 200.
[12] Afşar Timuçin, Estetik isimli eserinde yaratma sürecinde usdışının etkinliğini irdelerken sanatçıların ve çocukların ortak özelliğinin oyun oynamak olduğunu ifade etmiştir:
(…) Çocuk da sanatçı da düşlemlerle zenginleştirilen bir oyunun içindedir. Düşlem de oyun da gerçekliğin şemalarına ulaşmaya çalışır. Deha çocuksu bir güçtür, oyunda var olmuştur ve hep oyun oynar, alışılmamışa yönelir, kendinde alışkanlıklarla çekişir. Deha, çocuk gibi varlığını oyunda kazanır. Dehanın oyunu bir tür çocuk oyunudur, çocuklukla oynayıştır. Buna göre gerçekliği açınlayan en güçlü simgeler çocukluğun gereçleriyle kurulur. Hiçbir deney, çocukluk deneyleri kadar canlı, kavrayıcı ve açıklayıcı değildir. Sanatın çocuğa, çocuğun sanata benzemesi bundandır.
Bkz. Afşar Timuçin, Estetik, Bulut Yayınları, İstanbul 2008, s. 124.
[13] D. W. Winnicott, Oyun ve Gerçeklik, trc. Saffet Murat Tura, Metis Yayınları, İstanbul ,2010, ss. 46- 47, 49.
[14] D. W. Winnicott, Oyun ve Gerçeklik, s. 88.
[15] D. W. Winnicott, Oyun ve Gerçeklik, s. 61.
[16] D. W. Winnicott, Oyun ve Gerçeklik, s. 47.