1) Belgesel yapmaya ne zaman başladınız?
İSMET YAZICI: Aslında tabi ki hayat duraklı bir şey değil; bir hâl, sizi bir başka hale teslim eder ve öyle yol alırsınız; ama yine de illa bir durak koymak gerekirse, 1999 yılı diyebilirim. Yayıncılık talimlerimizi, kültür-sanat programları alanında yapsak da meslek hayatımın en başında ve bütününün en önemli bölümünde, belgesel var; 1999 yılından buyana da bu başlıkta pek çok seri belgesel ürettim.
2) Sizi belgesel çekmeye iten ne idi?
İSMET YAZICI: Belgesel, bütün söylenmişlerin size yetmediği, bu meydana sığmadığınız yerde başlar; bu bir başkaldırıştır aslında… Hem benim kişisel tarihim için, hem de dünya tarihi için, zamansal bir dönüm olan 1999 yılında -malum milenyum heyecanı yaşanırken- kendimi, yaşadığımız dünyayı, anlamlarımızı yoğun olarak sorgulamaya başladım. Kendi gözümüz, kendi aklımızla hayatı yaşamaya fırsat vermeyen bu imajlar bombardımanı, gerçek olamaz, insanın gerçeği olamaz dedim… Ve bütün yolculuğun zemininin temeli, biraz o zamanlarda, o sorgulama döneminde atıldı diyebilirim.
Ve aslında aykırı bir şey başlatmıştım; soyutun belgeselini yapmaya başlamıştım. Çünkü belgesel dediğimiz alanda, genellikle görünenin izi sürülürken, ben görünmezin peşine düştüm; semboller – kavramlar – mânâ üzerine dizi belgeseller yapmaya başladım. Bir derdim vardı tabi ki onca acının, ayrı düşmüşlüğümüzün olduğu bu dünyada, bir umut arar iken, bunun yolunun, anlamlarımızı yeniden hatırlamaktan geçtiğini düşünerek bu yola girdim. Çünkü eğer biz anlamlarımızı tekrar hatırlarsak, insan olduğumuzu tekrar hatırlayacağız ve birbirimize daha güçlü sarılacağız ve belki de bu kötü gidişe bir dur diyebileceğiz diye düşünerek başlamıştım. Her kod, kültürün insana bıraktığı her miras, bana aitti ve benim kim olduğum, bin yılların birikimiyle anlam kazanıyordu. Her bilginin, hafızamda örtülü kalmış bir kapıyı açtığını, o kapının bana yeni kapılar araladığını düşünürüm. Belgesel, bu hatırlamaları çoğaltmaya yarayan en önemli araçlardan biri. Bilincin haritasını sunuyor önümüze. İnsanın binlerce yıllık kültür bilincinin haritasını. Bu haritayı çıkarmak için, belgesel sinemacıların bugüne kadar genellikle izledikleri yol, ‘görünen dünyanın’, somut maddi dünyanın içinde gizli kalmış, ya da unutulmuş gerçeklerin izini sunmak oldu. Ama bir yanı daha vardı bize bırakılan kültür mirasının. O da çoğu kez göremediğimiz ya da bildik duyularımızla algılayamadığımız, o görünmez anlam âlemi. Yaşamı var eden görünmez yüz… Görüneni biçimleyen, ‘görünmez’. Semboller, sembollerle yaratılan o kültürel miras, belgesel sinemanın zaman zaman bir metafor unsuru olarak kullandığı, ama salt gerçekliğin aktarılmasını savunanlar için temelli uzak kaldıkları o belgeler yığını, derlenmeyi ve aktarılmayı bekliyordu. Ve ben de bu alanı açmayı kendime yol edindim. Çünkü semboller, insanoğlunun var olduğundan bu yana hayatın, aramızdaki ilişkinin ve bu ilişkideki sürekliliğin bir parçası. Ve en az somut diye tanımladığımız yüzü kadar anlatılacak çok şeyi vardır.
3) Neden belgesel?
İSMET YAZICI: Belgesel üretmek, bir tür arınma yolu benim için; bir tür sağaltım süreci… Bütün yaptıklarıma bakıp, neden diye kendime sorduğumda, verdiğim cevap şu oldu: Kendimi hatırlamak için… Varlık nedenimi arıyorum. Doğduğunuz coğrafya, aslında sizi ait pek çok şeyi belirler. Anadolu çok özel bir maya ve bu coğrafyada doğmuş pek çok kişi, zamanın her durağında, yeryüzündeki asıl doğumlarını gerçekleştirmek için, mananın peşine düşmüş. Ve tabi ki bu yolun en önemli rehberleri arasında semboller var. O kıymetli cevherin, sırrın açılması gerekiyor. Kimileri için bu, zaman geliyor, olmazsa olmaza, mecburiyete dönüşüyor. Cevabı bulmak bir ömür sürebilir. Çoğu zaman da o cevabı bulamadan bize ayrılan sürenin sonuna geliyoruz…
Hepimiz hayatın içinde bir benzeri olmayan, biriciğiz. Donanımımız hem ortak ama hepimiz kendimizi ifade edişimiz ve o donanımı çıkarışımız ile biriciğiz. Bunun tek bir yolu var o olmak. Özgürlük benim için hassas bir kural “haddini aşmak”, size tanımlanmış sınırların dışına çıkıp, kendi öz potansiyelinizi çıkarmak; aslında “özgürlük” kavramından benim anladığım, kendi biricikliğimi ortaya çıkarmak… Bize verili bir hayat var ve biz öyle bir geleceğe taşınıyoruz ki artık kendi aklımız, kendi gözümüzle kavrayamıyoruz dünyayı. Her şey bize tanımlanmış, hazır paketler olarak sunuluyor ve onun dışına çıktığımız zaman tu kaka ilan ediliyoruz. Bu nedenle düşler özgürlük alanları; hayaller özgürlük alanları. Sorgulamaya başladığınız zaman özgürleşmeye başlıyorsunuz. Verili olanı kabullenmek; insana, kendi doğamıza haksızlık etmek gibi geliyor. Bence bir belgeselcinin birinci kuralı olmalı bu ve samimiyetle, sahici bir şekilde kendi iç kazısını yapmalı.
Hasret duygusu, hepimize çok tanıdık. Belgesellerimin neredeyse tamamının dip metni bu büyük hasret üzerine örülü. Kavuşulmak istediğim aslında kendim, kendi hakikatim, varlık nedenim… Kimim sorusunun peşinden koşarken yaşadığım hasret duygusu, yalnızca bugüne ve buradaya ilişkin değil kuşkusuz. Çünkü kendimle buluşmanın bir yolunu arıyorum; bunun için de belgeseli araç kıldım. Hayal ve hakikat arasında yol bulmaya çalıştığım bütün o üretilmişler, farklı başlıklar gibi görünse de birbirini tamamlıyor… Bütün seriler, nihayetinde kurulacak büyük paragrafın cümleleri. Aslında hep noktalı virgül tabi; hep birbirine bağlı; nokta koyamıyorsun; bütün hepsi tekrar başa döndürüyor sizi.
Biliyorsunuz Âdem-Havva kıssası bir hasretin başlangıç kıssasıdır. Ben bu kıssayı kullanmayı sevenlerdenim. Dünyaya, sonsuz mutluluk diyarını terk edip en aşağıya düşüşümüzü, biraz iradi tercih gibi yorumlamayı tercih ederim; benim zevkim bu. Adeta olacak olanın düşü bize gösterilmiş ve olma ihtimalimiz olan bir hal için Yusuf gibi kuyuya bırakılmışız ve o kuyudan çıkış aslında İnsan olarak kendimizi inşa etme sürecimiz gibi gelir. Yaratanın kendi suretinden yarattığı, en kıymetlisi olarak yarattığı ve bütün donanımı yüklediği ve “İnsan olmaya aday” o tohum; yükü alıp gelmiş, hani göklere, dağlara teklif edilmiş de onlara ağır gelmiş de bir tek insan kabul etmiş ve olacağı yaratmak için dünyaya gelmeyi kabul etmiş… O nedenle daha özel bir hikâye var Dünya’da; belki itişe döğüşe yaşayıp duruyoruz ve bunu kavramakta zorlanıyoruz; kirlendikçe kirleniyoruz, ama mutlaka kavranılacak, temas edilecek daha özel bir şey var diyorum. Tüm süreç, bir hasretin peşinde olsa da hatırlama ve uyanmak için, belki de kendi biricikliğimizi fark edişimiz için, dünya bir talim alanı. Bu fark edişi ancak kendi aklı, kendi gözüyle yol alanlar, kendini hatırlayıp, kendini özgürleştirmiş olanlar yaşayabilir diye düşünüyorum. Ancak özgürleşmiş zihinler olursak, o bütünün parçası olarak halkadaki yerimizin hakkını verebiliriz; kıymetimizi, kudretimizi fark edebilir. Semboller ve onun üzerine kurduğum belgeselleri hazırlarken yapmaya çalıştığım da bu kazı… Bu nedenle de zaten kendi kazısını yapmaya çalışan insanların işlerini seviyorum.
4) Belgesel çekme süreci nasıl başlar?
İSMET YAZICI: Benim için belgesel, kendinizi doğurduğum bir süreç; zamansız bir yolculuk; dolayısıyla da zamansız bir yolculuk yapmak istediğimde ve o hale geldiğimde başlıyor benim için. Bütün üretilenlerin zemininde çok sıkı bir matematik var –hem söz olarak, hem de görsel olarak- ama aynı zamanda doğaçlama var. Doğaçlama yapabilmek için de bütün anlatılacakları özümseyip sonra öğrenilmişleri unutup, boşluğa bırakmam gerekiyor. Çünkü o yolculuk, kişisel olarak çok kıymetli benim için.
Her ürettiğimiz, aslında kendi hikâyemizdir, kendi sıratımızdır. Hiçbir projenin sonunda insan başladığı yerde olmaz. Tıpkı suya yolculuk gibi; belki yolu biz seçeriz ama tercih suyundur; nereye akacağımız, hangi kıyılara demir atacağımızı aslında proje belirler, eğer teslim olursak; teslim olmadığmızda suyun bereketiyle yıkanamayız. Bu nedenle teslim olduğum an, proje başlıyor ve hızla tamamlanıyor. Eğer bir şeyi hayatınıza dâhil etmiyorsanız, o olamıyorsanız; o şeyi zaten yapmıyorsunuzdur. Benim yol alış yöntemim bu. O kadar doğal akıyor ki her şey. İş bittiğinde tüm bilgileri siliyorsunuz. Örneğin harfleri aklınızdan siliyorsunuz ama manasını gıda olarak ruhunuzda bırakıyorsunuz. Her seferinde her şeyi unutarak başlamayı sevenlerdenim. Her projenin sonunda hiçbir şey bilmediğini anlıyor ve tadını hüznünü ve duygusunu hayranlıkla izliyorsun.
Bir şeyleri üretip anlatabilmeniz de biraz hak etmenizle ilgilidir. Sizin saflaşıp egoyu bırakmanız ve teslim olmanız ise hak edişe giden yoldaki çıkış noktasıdır. Ben hem çok kıymetliyim ve biriciğim; hem de bütünün parçası olarak bir zincirin parçasıyım. Böyle bir teslimiyete gelmeden hak etmemiş oluyorum. Biraz yıkanıp, arınıp girilir işlere. Önemli bir kapıdır o ikram kapısı. Onun tadını alabilmen için o kapıdan temiz girmen lazım. Biliyorum ki ben bu kapıdaki İsmet olmayacağım, ilerde bir kapı var. Oradaki İsmet olacağım. O arada inanılmaz güzellikler yaşayacağım. Bilmediğim bir diyara giriyorum. O diyarın seyranının tadını çıkarayım…
5) Genelleme yaparsanız belgesel yapmanın zorlukları nelerdir?
İSMET YAZICI: Bu soruya ben sanıyorum sizin tercih edeceğiniz yerden cevap vermeyeceğim; yine kendi tadımdan gideyim. Bence, belgesel yapmak zor değil, asıl zor olan yapamamak… Çünkü şimdiki zamanlarda, belki daha basit teknik çözümlerle hareket edip, daha hızla üretilecek temalarla, adına “belgesel” deyip üretim yapanlar var; ama bence belgesel ciddi maliyet ve zaman, zihin üretimi isteyen bir şey. Bu tür bize dayatılmaya çalışılan “yeni belgesel anlayışı” konusu uzun ve benim de konuşmaktan yorulduğum bir konu. O nedenle girmeyeyim. Ama dediğim gibi asıl zor olan üretememek…
Bütün dünya zor zamanlardan geçiyor; kendi açımdan baktığımda diyorum ki: İnsan olmayı beceremedik, insan olmanın hakkını veremedik; o yüzden ayrı düştük, acımız o yüzden… Bize bizi anlatan, bize insan olduğumuzu hatırlatacak en önemli alanlardan biri belgesel, bu nedenle ben temenni ile bitirmeyi tercih ediyorum. Kendi biricikliğini fark etmiş belgesel sinemacılar çoğalsın, çok çok üretsin ve biz de onların işlerinde insan olduğumuzu hatırlayıp, bu yalan uykudan uyanalım…
İSMET YAZICI HAKKINDA
Samsun’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Samsun’da tamamladı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi Radyo Televizyon Bölümü’nden mezun oldu. Aynı bölümden 1996 yılında master derecesini aldı. “Kitle İletişiminde İmaj” başlıklı tezi, 1997 yılında Bilim Yayınları tarafından yayımlandı. İkinci basımı 2003 yılında İm Yayınları tarafından gerçekleştirildi. İkinci kitabı olan “Bilincin Haritası” yine 2003 yılında İM Yayınları tarafından yayımlandı.
İsmet Yazıcı, 1999 yılından buyana, TRT Kurumu’nda, ‘semboller-kavramlar-mânâ’ üzerine dizi belgesellerin yapımcılığını, yönetmenliğini ve metin yazarlığını yapmakta. Yaptığı belgesel seriler arasında SURETTEKİ SIR, YEDİ-VEREN DÜŞLERİ, KÜLTÜRLERDE ORUÇ, BİLİNCİN HARİTASI, YOLCU, KÜLTÜRLERDE KURBAN, SAKLI KENTİN SIRDAŞI, İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YERDE, SIR, ZAMANIN ŞAHİDİ yeralmaktadır. 2010 – 2011 yılları arasında TRT Haber Kanalı’nda kültür-sanat kuşağı “Hayat +”nın Genel Yönetmenliğini yaptı. 2012 yılanda, TRT – EBU (Avrupa Yayın Birliği) ortak yaqpımı olan City Folk adlı projenin, Türkiye ayağının yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptı.
Ödülleri:
“Suretteki
Sır” adlı belgesel programı, Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nce
verilen belgesel dalında 1999 TV Oscar’ı ödülünü aldı.
“Yedi-Veren Düşleri” adlı
belgesel programıyla, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nce 2000 yılında, Televizyon
(Kültür-Sanat Programı) Dalında, Yılın Gazetecisi seçildi.
“Bilincin Haritası” adlı
belgesel programına, 2002 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi
Ödülleri’nde Televizyon Dalında Jüri Özel Ödülü verildi.
“Kültürlerde Kurban” adlı belgesel programına, “Safranbolu Uluslararası 9. Altın Safran Belgesel Film Festivali”nde (2008) profesyonel dalda En İyi Üçüncü Film Ödülü verildi.
Genel Yönetmenliğini yaptığı “Hayat +” adlı kültür-sanat programı VI. Anafen Sanat Günleri’nde (2010) yılın en iyi kültür-sanat programı seçildi.
____________________________
www.ismetyazici.com