Esra SAĞLIK: “Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar.” diyor Neruda. Günümüzün şartlarını sosyal medya, şiir atölyeleri ya da postmodern eğilim gibi güncel yönelimleri göz önünde tutarak cevaplarsanız, yaşadığımız çağda şiirin ölümüne sebep olabilecek gerekçeler hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Hilmi HAŞAL: Nerdeyse 50 yıldır okurum, dinlerim aynı endişeyi: Şiir öldü, şiir ölüyor! Mademki kimse okumuyor, umursamıyor şiiri, normaldir ölmesi! Yine de hiç eksilmiyor,”Ne olacak şiirin hali?”benzeri can alıcı sorular. Vah ki vah! Şiirsiz(likten) ölecekmişiz alarmı sürüp gidiyor: Şiir battı, bitti kül oldu, falan…
Serzeniş, şairlerden gelmiyordu, anımsadığım kadarıyla… Daha çok eğitimci, toplumbilimci, siyasetçi yazarlardan ve akademi kökenli eleştirmenlerden geliyordu. Yani şiiri yaratmayan, üretmeyen, çoğaltıp paylaşmayan taraftan yükseliyordu serzenişler. Genellikle, modern şiiri ve yaratıcı gençleri yakından izlemeyenlerden…
Oysa şairlerin, öylesi bir yıkıcı kara dalgaya kapılmaları olanaksızdı. Şiir yazmak icazete bağlı olamazdı! Kamuoyunun istediği biçimde, ya da tribünlerin izniyle yaratılamazdı şiir. Arz-talep, dayatma, kışkırtma, reklam, teşvik, emir, ödül (rüşvet) ve cezalandırma varsayımlarına yenilmek şiirin doğasına aykırıdır. Sanatçıya, yaratıcı bireye hükmetmek zaten eşyanın tabiatına aykırı! “Şiir öldü” virüsünün salgın saldırganlığı dönemlerinde bile yazmayı sürdürüyordu şairlerin çoğu… Yaşadık da biliyoruz. Genel durum, manzara ya da moda deyişle “panorama” hâlâ öyle; şairler yazıyor, hem de çoğala çoğala yazıyor(lar) şiirlerini! Hem de bütün dünyada… Ne güzel! Şiirsiz coğrafya ne mümkün, diyesi var sağduyunun! Demek ki endişeye mahal yok! Endişe, dirime dair, diriye dair telaş, yaratımı tetikler çünkü. Tarihin tanıklığından süzülüp gelmiştir deneyim; yaratıcı aklın, sezgi ve sevgi ile beslenen dilin işlerliği ve işlevi bitmez asla… Abartılı bulunabilir işbu yargı ama şiiri düşünmek, şiir sanatına adanmak, Pablo Neruda’nın hakkını teslim ettiği gibi daima yaşamın nabzını duyurur. Düşlerin ve umutların tükenmez varlığını gösterir.
“Zaman en acımasız müfettiştir!” diyen kimdi, anımsayamadım ama var ona benzer bir çağrışım, bellek dehlizlerimde… Şiir ölmez, yazılı yaratım, üretim etkinliği son bulmaz. Yaşayan her kalemşor bu inancı ve ilkesiyle varlığını sürdürür. Gençler, yeni başlayanlar teknoloji olanaklarından, internetten daha gayretli ve becerikli biçimde yararlanıyor. Yabancı dil donanımları ve başarı hırsları da dikkate alınırsa şiire odaklananların arayış çabaları ve verimlilikleri kayda değer düzeydedir. Postmodern atılım örnekleri az da olsa dolaşımını sürdürüyor: fanzinler, avangard çıkışlar şiiri öldürmez elbette… Gençlerin deneysel hamleleri, görsel şiir, somut şiir, görsel imge, biçimsel denemeler, grafik tasarım, sesli sunumlar, şiir dünyasının canlılığına işarettir. Tamam, sorunlar ve sarsıntılar güncel koşullara bağlı olarak çoğalmıştır ama şiirin süreğen gücü yaşamın içinde hâlâ… İnsanın yaşadığı sürece şiir de yaşar. Sanatın ölümü, zamanla ve zeminle hesaplaşması sürüp gittiği için, estetik arayışlar, buluşlar, izlek ve imge zenginliğini artırarak varoluş kavramına anlam yüklemektedir.
Esra SAĞLIK: Orhan Koçak “Bahisleri Yükseltmek” adlı kitabında Turgut Uyar’ın başarısızlığı ve yenilgiyi yüceltmesinden bahseder. WernerHamacher’den bir alıntı yapar: “Başarısızlık genellikle modernliğin ve özellikle de modern edebiyatın temel figürlerinden biri sayılmıştır. Modernlik kendini eskinin çöküşünde tanıyıp kavradığı için başarısızlığı kendi ilkesi haline getirmelidir. Modernlik modern kalabilmek için yenilgiye uğramak zorundadır.” Tam da bu noktada “Yeniyi yaratan eskinin çöküşüdür” ifadesinden hareketle sormak istiyorum: Son dönemin verimlerine bakıldığında yeni bir şiir arayışı gözünüze çarpıyor mu? Biçim ve içerik açısından değişen bir şeyler olduğunu düşünüyor musunuz? Deneysel metotlar lirik şiirin rol değişkeni midir?
Hilmi HAŞAL: Döngü, doğal bir devinimdir. Küresel doğa olayıdır da denebilir… Kozmik belirtilerin başat göstergesi… Modern, “yeni” demektir ve karşıtı da elbette, “eski”dir… Artı ile eksi gibi tanımlanabilir. Kuşkusuz diyalektik bir açıklama diye okunur; “eski”nin yerini “yeni”nin alması… Kuruyan dalın filiz göstermesi yeterince açıklayıcıdır o döngüde. Şiir söz konusu edildiğinde de geçerli bir devinim yasasıdır eskinin sonuyla yeninin başlangıcı. Ancak “göz ardı” edilemeyecek gerçeklik de var ki eskiye eklemlenen yeni ile “gelenek” dizgesi oluşmaktadır. Kavramlar, soru / sorun ve yanıt / yankı madenidir, bilindiği üzere… Başarı ve başarısızlık, kişiye, koşula ve kurguya göre değişir. Eski dün yeni iken başarı idiyse bugünkü yeninin başarısına eklemlenmiş sayılmaz mı? Aklın yenilgisi kaçınılmazdır kabul ama aynı akıl, dinç, dinamik evresindeyken de yenginin tadını yaşatmıştır, şaire, yaratıcı bireye… Yapısöküm ve Jacques Derrida öğretisi, dinamik ve döngü gerçekliğini yadsımıyor ki… Orhan Koçak yenilgiyi ve başarısızlığı “yüceltme” bahsinde kışkırtıcı bir önerme sunuyor; şairin ve yapıtının yaşam katmanlarıyla yaratım katmanlarını çözümlerken. Tepki, karşıtlıkların bereketini açığa çıkartmaya yarar. Turgut Uyar, “kendini yeniden icat etmek” yolculuğunu benimseyenlere “sonsuz acemiliğin” vazgeçilmez kapısını gösterirken tepkisiyle kendi zamanına iz koymuştur. O kapı, şiirin acılı felsefesini, dilin ebru kıvraklığını ve yetkinliğini kutsar. Eski – yeni, başarı – başarısızlık dolayısıyla çok daha derin düşünmelere akan bir nehrin suyu da kutsar…
Yeni şiirin temsilcileri gençlerden çıkmıştır çoğunlukla… Tarihin desteklediği veriler, çıkan yapıtlar aracılığıyla yaşamın onaya sunduğu gerçek söylüyor bunu. Dün olduğu gibi bugün de, yenilik çabası, simya girişimi, arayış adımları gençlerde görülmektedir. İzlek mucizesi, sözcük ve imge yankısı, gençlerin şiirinden okunabilir. Lirizmin dozu, anlamı ve gerçekliği yansıtma kıvamı, sinematografik anlatı deneyleri, günümüz şiirinin göze batan nitelikleridir. O nedenle denebilir ki her dönemde değişen bir şeyler vardır. Söylem cesareti, uçuk imge buluşlarını ve internet cambazlıklarını da yaygınlaştırırken, sözcük çeşitlemesine zemin sağlamaktadır. Turgut Uyar’ın, Edip Cansever’in ruhu öyküleme eğilimini deneyenlerin üzerinde dolaşıyor sanki… Eskinin unutulmamasını sağlayan yeni öze ve biçeme bürünmüş şiirse, halkaların birbirine eklemlendiği zincirleme bir etkiden, süreklilikten bahsedilebilir.
Esra SAĞLIK: Edip Cansever “Kendimi yonta yonta dağılan bir mermerim.” diye tanımlamış kendini. Siz nasıl tanımlarsınız kendinizi?
Hilmi HAŞAL: Yaratı(m) eyleminin yaşama alanına sindirmiş, hatta uğraşıyla özdeşleşmiş birçok kişi için geçerli sayılabilecektir “yontma” imgesi. Sanırım her yazanın kendine özgü iç sıkıntısı ve yaratım / üretim sancısı vardır. Bir tür ruhsal mengene süreci; duygusal, düşünsel yontma evresi… Edip Cansever tarafından kayda alınmış ve tescil edilmiş bir kip! Eylem! Usta şair “dağılan bir mermerim” diyor ya yine birçok yazan-yaratan için zaten dağınık ruh ve zaman hali dolayısıyla geçerli bir yaratma hali tanımıdır söz konusu… Naçizane, zaman yoksulu ve gözü-gönlü çilede ve de aklı ukde yapıtlarda, kitaplarda yitik sayarım kendimi. Yazıya ve yazgıya dair arayışın bitmeyeceğine ilişkin endişe kurbanıyım desem yanlış olmaz. Özetle hayata ve anlamına yetişemiyorum: Tamamlanmamış kitaplar, defterler dolusu taslak-tasarı, bekleyen dosyalar… Ömürden eksilme sezisi, meyvenin içindeki kurt örneği aklımı kemiriyor, “yontma” işlerini telaşa sokuyor. Zaman zaman anlamsızlık uçurumunun ucuna yaklaşıyorum sanki. Neyse ki sorumluluk duygusu depreşince, şiirin, yazının ve kendimin varoluş merkezine çekilirim. Bazı benzerlerim gibi…