“KAYGI YOK; TÜRK ŞİİRİ HEP VAR OLACAK”
Yusuf ALPER
Önder Çolakoğlu: Metinlerarasılık… Çok moda( modası hiç geçmeyecek!) çok sık duyduğumuz bir kavram. Julia Kristeva “Metinlerarasılık’’ sonsuz bir süreçtir ve her metin bir alıntılar mozaiği gibi oluşur.”der. Modern ve hatta postmodern şiirin poetikasında metinlerarasılık; önceden yazılan şiirlerle, yeniden kurulacak olan ilişkiyi, geleneği dönüştürmeyi ve geleneğin yeniden üretilmesini öngörüyor. Tam da burada Harold Bloom ise, “Gelenek sadece nesilden nesile bir geçiş ya da yumuşak bir aktarım süreci değildir; aynı zamanda geçmişteki deha ile şimdiki yönelimler arasında bir çatışmadır.”diyor. Ama bu çoğu kez yeni yazılan şiirin ses, müzik, yapı ve biçimsel açıdan daha önceki herhangi bir şiiri anımsatma- hissettirmesinin son zamanlarda arttığını görüyoruz. Aynı biçim, aynı yapı, aynı ritm hep. Esinlenme, çalıntı vs kavramsallarla bunu açıklamak kolaycılık belki, bu açıklandığında bu durumu metinlerarasılık kavramına bağlayıp, işin içinden sıyrıldığını görüyoruz şairin. Yani bir anlamda “yeni şiir” oluşturabilme sürecinde metinlerarasılık bir can simidi. Ya da tuzak mı? Bunun için ne düşünüyorsunuz? Metinlerarasılık sonsuz bir süreç mi? Türk şiirinde yeni soluklanmalar ve yeni devinimler için ayağımıza vurulmuş bir pranga mı?
Yusuf Alper- Daha önce bazı konuşmalarımda, yazılarımda belirtmiştim: Genel olarak metinlerarasıcılığa(intertextualite) karşıyım. Genelde yaratıcılığa ters bir durum, başkasının emeğinden haksızca yararlanma olarak görüyorum. Ama az miktarda alıntılarla geçmişin önemli metinlerini çağrıştırma, anımsatma iyidir. Ancak tırnak içine almak, gerekirse dipnotta belirtmek şartıyla… Ben şiirde geçmişin önemli şairlerine çengel atan, o dizeyi şiirim içinde sindiren, kendi şiirimin bir parçası kılmaya çalışan bir şairim. Bunu özellikle önemli bulduğum, sevdiğim şairlere bir saygı, şükran ifadesi, jest olarak yaparım. Böylece o şair yeniden benim şiirimle anımsanacak, okuyucu belki o şairin şiirlerini de yeniden okuma gereksinimi duyacak, kitabına yönelecek vb. düşüncelerim olur. Alıntılarım genelde sevdiğim şairlerin beni etkileyen dizeleridir. Bazen düzyazı metinlerden alıntıladığım da olur. Ama bu bir-iki dizeyi geçmez ve mutlaka tırnak içindedir. Benim olmadığı bellidir. Merak eden araştırıp o şaire gidebilir. Bazen, seyrek de olsa dipnotla ad belirttiğim olur. Bu çerçevenin dışında, fazla alıntı yapan, tırnak içine almayan yazar-şairleri yanlış buluyorum, kınıyorum. Olmamalı.
Öte yandan, Kristeva deneme-incelemecidir ve bilimsel olanla da ilgili olarak öyle düşünmüş, söylemiş olmalı. Bilimsel olan metinler zaten literatür bilgilerinin üst üste konmasından oluşur genellikle. Alıntı çoktur ve doğaldır. İncelemede de olabilir ancak başta şiir gibi yaratıcılığın en önde olduğu alanlarda; öyküde, romanda da, öyle olması kabul edilemez. Moda olarak, değişiklik olsun diye yapılabilir ama abartmamak gerekir ve başkasına ait olduğu mutlaka belirtilmelidir.
H. Bloom’a da genel olarak katılıyorum. Gelenekte hem yumuşak biçimde kabullenme, yararlanma olabilir hem de red, çatışma olabilir. Çatışmaktan da yeni sanat yapıtları çıkar ve onlar gelenek zincirine eklenirler. Çoğu zaman genç kuşak şair-yaratıcılar eskilere karşı çıkar, onları reddeder, “putları kırıyoruz” vb. eylemler yapar, sonra belirli yaşlara geldiklerinde yumuşar, kısmen de olsa haksızlık ettiklerini anlar, önceki ustalara daha ılımlı, hoşgörülü bakarlar. Tıpkı delikanlılık çağındaki ergenlerin babaya (ebeveynlere) karşı çıkışlarında, çatışmalarında olduğu gibi… Yaş biraz büyüyüp kişi olgunlaştığında babanın, ebeveylerin haklı da olabileceğini ya da tamamen haklı olduklarını kabul edebilirler. Bu insani açıdan böyledir. Yaratıcı-sanatçı da bir insandır ve sanatta da böyle olması beklenebilir, doğal karşılanmalıdır. Ama nasıl ki bütün çocuklar sonraki kuşakla çatışmıyorsa bütün yaratıcılar da çatışmayabilir ama çatışırlarsa hoşgörüyle bakılmalıdır.
Söylediğiniz durum son zamanlarda arttı mı bilmiyorum. Çok yeni bir şairin böylesi bazı şeyler yapması az da olsa yumuşak karşılanabilir ancak dediğiniz gibi “Aynı biçim, aynı yapı, aynı ritm hep”. Kabul edilemez. Hele yaşlı bir şairin genç bir şairden böyle yararlanması o yaşlı şairi rezil eder ki bizde bazı şairler, maalesef hiç ihtiyaçları yokken bu yüzden rezil olmuşlardır. Bu “esinlenme” den öte çalıntıdır ve kabul edilemez. Düpedüz hırsızlıktır ve bu durumun etik ve yasal karşılığı vardır. Ama temelde acınası bir durumdur. Hele ki hiç gereksinimi yokken kavramsallarla bunu açıklamak kolaycılık belki, bu açıklandığında bu durumu metinlerarasılık kavramına bağlayıp, işin içinden sıyrıldığını görüyoruz şairin.
Metinlerarası yararlanma bir yanıyla yaratıcılığı kışkırtıyor gibi görünse de özgün yaratım için yaratıcı şair-yazarın ayaklarına vurulmuş bir prangadır. Aslında iyi, dikkatli kullanılırsa; abartmadan, okuma desteği olarak bakılırsa tetikleyici olabilir ancak etki çalıntı düzeyinde olmamak şartıyla.
Sonsuza kadar sürer mi? Sürebilir. Sürmesi doğaldır, beklenebilir ancak andığım çerçeveyi aşmamak kaydıyla. Yoksa etik açıdan sorunlu bir hırsızlık sürecinin sonsuza kadar sürmesi kabul edilemez.
Önder Çolakoğlu: Günümüz şiirinde şiirin oluşma süreçleri ve dili kullanmada şiir-öykü-düzyazının birbirine giderek yakınlaştığı ve hatta dibinde bittiği düşüncesi var. Bir şiirde öykü ya da düzyazı bileşenlerini var eden tüm damarları gördüğümüz gibi, bazı yazılarda da “ şiirsel dil” ile yazılmış “, “şiir bu” gibi sesleri çok sık duyuyoruz. Yeni e’nin Ocak 2019 tarihli sayısında Nilay Özer’ “Günümüzde şiir, birincisi yapısı daha belirgin, kısa, lirizmi daha net şiirler; ikincisi yapısı dağınık, sözcük listesi geniş, düzyazısal ve sanatlar arası biçimsel özelliklere sahip şiirler olmak üzere iki hatta güçlü bir biçimde ilerliyor” diyor. Ki ikinci söylediği damarın ciddi bir yol kat ettiğini düşünüyorum. Bu bir tespit elbet… Tüm sanat dalları için mevzubahis olan hibridleşme-içiçe girme-kültürel melezleşmeyi şiirde nereye yerleştireceğiz? Bu yakınlaşmalarla şiir-öykü- düzyazı gibi yazın türlerinin birinin gerçeğini-kimliğini yitirmesiyle sonuçlanma tehlikesi var mı? Şiirde melezleşme var mı? Bu kavramla şiirde lirizmin üstünün tamamen çarpılanması (ironinin doruğa çıktığı, toplumsallık ve gözle görünür ideolojik karşılığı olmayan ve mutlak bir “ ben” ile sürüklenen bir süreç ya da deneysel şiir kavramını da buna ekleyebiliriz ya da sanki tüm şiirimizin en büyük sorunu lirizmmiş gibi davranmak) arasında bir ilişki görüyor musunuz? Antilirizm kavramının bugünkü ve gelecekteki şiirimiz için anlamı ne? Ne olabilir?
Yusuf Alper-Türk ve dünya şiirinde şiir-öykü-düzyazının birbirlerine yaklaşması yaklaşık 100 yıldır var. Yirminci yüzyılın başlarından beri Fransız şiirinde olanlar daha sonra bize de yansımıştır. Ayrıca N.Hikmet’in bazı şiir kitapları ırmak şiir mi, öyküler mi, ırmak roman mı (Memleketimden İnsan Manzaraları, Benerci vb.) gibi sorular oluşturmuştur. II. Yeni’nin bazı önemli şairleri, özellikle Turgut Uyar, E. Cansever öyküleme, anlatma biçemini çok kullanmışlardır. İ. Berk düzyazısal olanı, antilirik olanı o dönemi ve sonrasında çok öne çıkarmıştır. Ece Ayhan da yine öyledir. Lirizme hep bağlı olan II.Yeni’nin çekirdek (merkezi) kurucu ikilisi olan Cemal Süreya ve Sezai Karakoç’tur. Her şair kendi mizacına, poetikasına göre düzyazıdan, öyküden, tiyatrodan yararlanmıştır ama hepsi de önemli şairlerdir. Hiçbirine şair ya da önemli şair değildir demiyoruz. Demem o ki; aslolan şiirdir. Şiir olmuşsa nereden nasıl yararlanırsa yararlansın tamamdır ve diyecek bir şeyimiz olamaz. Modern (ve dolayısıyla da postmodern) şiirde bu dedikleriniz doğal karşılanır, karşılanmalıdır.
Öte yandan ben, bir şair olarak hep lirizmi önde tutan bir poetikanın sahibi oldum. İlk şiirimden son şiirime… Düzyazısal şiirler de yazdığım oldu ancak onlarda da lirizmi korudum. Bazı şiirlerimde öyküsellik değilse de olay anlatma, anlatımcılık gibi şeyler olmuştur. Ancak hiçbir zaman anlatımcı bir şair olmadım. Derdimi anlattım ancak şiir diliyle anlattım. Yani daha çok duyumsattım, sezdirdim vb. Doğrudan bir gazete yazısı, makale gibi şiir yazmadım. O tip şiirleri genelde kötü bulurum ve çoğunu şiirden saymam.
“Tüm şiirimizin en büyük sorunu lirizmmiş gibi” davrananlar varsa yanlış bulurum. Nilay Özer çok doğru bir tespitte bulunmuş. En belirgin iki kanal bunlar. Lirizmden yana olanları biraz “eski” ya da “eski kafalı” bulanlar olabilir ki yanlış bulurum, diğer tutumu da şiir dışı sayanlar olabilir ki onların da tutumu yanlıştır. Kantarın topuzunu kaçırmıyorlarsa, çağrışımlar şizofreniform sözcük uçuşması, logore, enkoherans(sözcük salatası) düzeyinde olmuyorsa, okuyucunun az da olsa elinden tutuyor, ona dokunabiliyorlarsa, yani şiir olmuş ise yazdıkları onlara da saygı, sevgi duyarım. Şiirimizi zenginleştirdikleri için.
Antilirizme gelince; burası Akdeniz, doğuyla, Afrika’yla komşu, güneşin ve duygunun yoğun olduğu bir coğrafya, burada lirizm de romantizm de hep var olacaktır. Tabii arada Anglosakson, İskandinav tipi soğuk ve nesnelci şairlerimiz de olacaktır. Onlar da şiirimize renk katacaklar, zenginleştireceklerdir. Yeryüzünde bir şair, bir insan kalsa da şiir de lirizm de varlıklarını sürdüreceklerdir. Türkçe durdukça da Türk şiiri hep var olacaktır. Bin yıl önce Yunus Emre son yüzyılda onlarca büyük Türk şairi…