“Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar.” diyor Neruda. Günümüzün şartlarını sosyal medya, şiir atölyeleri ya da postmodern eğilim gibi güncel yönelimleri göz önünde tutarak cevaplarsanız yaşadığımız çağda şiirin ölümüne sebep olabilecek gerekçeler hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Şiiri bunca şeyden sonra hiçbir şeyin öldürebileceğine inanmıyorum. Öldürmeye teşebbüsler var sadece, bu dediğiniz soru(n)da bu teşebbüsün bir parçası. Bir şeyi öldürmeye kalkmakla öldürmek başka başka şeylerdir. Bir kere öldürmek için, öldüreceğin şeyden yani şiirden daha güçlü bir şey olmalı, daha güçlü bir şey şiiri öldürebilir. Bu da henüz bulunamadı. Tabi ki etrafı kuşatıldı şiirin, ama şiirin teslim olabilecek kadar güçsüz olduğuna inanmıyorum, şiiri teslim alacak şeylerin de o kadar güçlü olduğuna da inanmıyorum.
Şiir insan var oldukça da olacaktır. Postmodern eğilimler ancak şiirin üstüne pas gibi düşerler, sosyal medya da, o torna atölyeleri de şirin üstüne düşen paslanmalardır sadece. Söz ve hayat zımparadır. Şiire ve zamana dokundukça sizin de dediğiniz gibi şiir yeniden gülümseyerek ortaya çıkar. Günümüzde buna ihtiyaç var.
Yaşadığımız çağda birçok şeyin, insana dair birçok şeyin etrafı kuşatılmış durumda. Bunun çok kalıcı olduğuna inanmıyorum. Bütün bu yalnızlıklara şiir ve içinden çıktığı hayat son verecektir.
Orhan Koçak “Bahisleri Yükseltmek”adlı kitabında Turgut Uyar’ın başarısızlığı ve yenilgiyi yüceltmesinden bahseder. Werner Hamacher’den bir alıntı yapar: “ Başarısızlık genellikle modernliğin ve özellikle de modern edebiyatın temel figürlerinden biri sayılmıştır. Modernlik kendini eskinin çöküşünde tanıyıp kavradığı için başarısızlığı kendi ilkesi haline getirmelidir. Modernlik modern kalabilmek için yenilgiye uğramak zorundadır.” Tam da bu noktada “Yeniyi yaratan eskinin çöküşüdür” ifadesinden hareketle sormak istiyorum: Son dönemin verimlerine bakıldığında yeni bir şiir arayışı gözünüze çarpıyor mu? Biçim ve içerik açısından değişen bir şeyler olduğunu düşünüyor musunuz? Deneysel metotlar lirik şiirin rol değişkeni midir?
Şiir sosyolojik bir taraftan da beslenir, bir tarafı sosyolojiktir yani. Yenilgiden beslenmekten çok patolojik travmaların reel yanını dize getirir Turgut Uyar. Ben en çok “Yokuş Yola” şiirini okuyunca kendi travmalarımı hatırladım ve Turgut Uyar’ın şiirini üstüme örtmüştüm o gece tüm üşümem geçmişti. Sıcak bir durak gibidir Turgut Uyar. Orhan Koçak ile aynı düşünmüyorum bu konuda.
Werner Hamacher’i Almanya ve dönemi içinde yorumlarsak bu karşı koyuşu elbette ki kenara koymayız. Ama “modernlik, modern kalabilmek” hele mesele şiirse şunu demek çok zorlamadır bence, “başarısızlık modern edebiyatın temel figürüdür” demek. Tek başına bu açıklayıcı olamaz. Dersek ki Nazım’ın şiirini nereye koyacağız, Nazım şiirinin içindeki “nal seslerini” dışında tutarsak, zafer müjdelerini, devrim ve aşk seslerini nereye koyacağız. Modern şiir sadece, yenilgiler üzerinden tanımlanamaz ama yenilgiyi dile getirmek şiirin inkâr edilmez bir realitesidir de.
“Yeniyi yaratan eskinin çöküşüdür” ki öyledir de, insan doğaya sarıldıktan beri öyledir. Yeniyi insan ortaya çıkarıp serer ki şiir de en büyük feneridir bu işin. Eskiyi ise tarih tutup burnumuza sokmaya çalışır. Eski çökmese yeniyi neden arasın ki şiir ya da insan, değil mi?
Deneysellik sadece şiirin karmaşası değil, müziğin de, resmin de diğer birçok alanın da denemesidir diyebiliriz. Şiir için bunun yeni bir arayış olduğuna inanmıyorum ben. Eleştiri denilen süzgeçin iyi işlediğine inanmıyorum. Böyle bir filtre lazım şiire. Böyle bir filtre bizim yorgunluğumuzu alabilir ve “çöp”leri temizleyebilir diye düşünüyorum.
Edip Cansever “ Kendimi yonta yonta dağılan bir mermerim.” diye tanımlamış kendini. Siz nasıl tanımlarsınız kendinizi?
Yontmak içsel bir şeydir, matkabın dokunuşudur, ağrısı da başkadır, acısı da. Ancak kendini yonttuğunda bir derinlik oluşur, ama bir de kendini vura vura kırılan bir mermeri düşünün, dağılmış hallerini, derinliğinin saçılmasını etrafa saçılmasını, ben biraz da böyle bakıyorum. Yontarak dağılan değil de kırılarak dağılan bir mermeri kendime benzetiyorum daha çok. Kırılan bir şeyin parçası uzağa düşer, çok aramak gerekebilir. Yontulan şeyin parçaları kenarına, yakınına dağılır. Kendim kendimin çok yakınına düşmedim. Edip Cansever kadar şanslı değilim, yaşadığım çağ da öyle değil. Kendimi aramaya çok vaktim kalmadı.
Bu zor sorulara cevap olabildim ise ne mutlu.
Teşekkürler. Başarılar.