“Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar.” diyor Neruda. Günümüzün şartlarını sosyal medya, şiir atölyeleri ya da postmodern eğilim gibi güncel yönelimleri göz önünde tutarak cevaplarsanız yaşadığımız çağda şiirin ölümüne sebep olabilecek gerekçeler hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Dilek Değerli: Neruda’nın dediği gibi şiiri öldürmek o kadar kolay değil hatta olanaksızdır. Hız çağında, kapitalizmin dayattığı koşullarla, insanın bile sanallaştığı, okumanın en aza indirgendiği bir toplumda şiir ne yazık ki diğer edebiyat türlerine göre en çok göz ardı edilen, unutulan olmuştur. Sosyal medyada çoğunluk, kopyala yapıştır sistemiyle iki, üç dize paylaşıyor. Şiir kitabı okumadıkları için bazen paylaştıkları dizelerin altında yazan o şairin dizeleri olmadığını bile fark edemiyorlar. Sosyal medyada birçok kişi mani ya da ilkokul düzeyindeki satırlarını yazıp paylaş düğmesine basınca kendilerini şair sanıyorlar. İşin tuhafı bazı dergi editörlerinin de bu kişileri şair sanmaları. Şiir bireysel bir yaratımdır. Şiir atölyesinden şair olarak mezun olunmaz elbette. Ama şiir atölyesinde ders veren şairin deneyimine, bilgisine dayalı olarak bazı yol göstermeler, şiir çalışma yöntemlerinin aktarımı faydalı olabilir. Şiir yazma isteği, çabası olan şair adayı ister atölyelere gitsin ister gitmesin önünde sonunda zaten kendi rotasını çizip şiirini oluşturacaktır. Atölyede ders veren şairin poetikası doğrultusunda şiir yazmaya çalışmanın şair adayı için aslında tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Ne kadar çok şiir kitabı okusa şair adayı, o kadar çok şey öğrenir. Her şey devinim halinde ve değişime uğramaktayken şiir anlayışı da zamanla değişecektir. Postmodern eğilimleri, şiirin ölümüne neden olacak etkenlerden görmüyorum. Aksine çeşitlilik, deneysellik olmadan bir adım öteye gidemez hiçbir sanat dalı. Son yıllarda toplumcu-gerçekçi şiir hortlatılmaya çalışılıyor. Belli bir kesimin dayatmasıyla şiirlerinde toplum sorunlarını irdelemeye kendini zorlayan gençler görüyorum. Bu sorunlar bire bir kendi hayatında varsa zaten gerçekliğin doğal dışavurumuyla şiirinde belirir. Duyarlıymış gibi yapmak şiirde en sırıtan, şiiri öldüren etkenlerdendir. Az okunsa da şiirin Gezi olaylarında nasıl da bir ifade biçimi, başkaldırı aracı oluverdiğini gördük. Medyanın ve eğitim sisteminin şiirin unutturulmasında payları çok. Ama şiir, derin sularda bekleyen ahtapot gibi çok kollu ve kötü koşullarda bile hayatta kalmasını sağlayan mavi bir kana sahiptir.
Orhan Koçak “Bahisleri Yükseltmek”adlı kitabında Turgut Uyar’ın başarısızlığı ve yenilgiyi yüceltmesinden bahseder. Werner Hamacher’den bir alıntı yapar: “ Başarısızlık genellikle modernliğin ve özellikle de modern edebiyatın temel figürlerinden biri sayılmıştır. Modernlik kendini eskinin çöküşünde tanıyıp kavradığı için başarısızlığı kendi ilkesi haline getirmelidir. Modernlik modern kalabilmek için yenilgiye uğramak zorundadır.” Tam da bu noktada “Yeniyi yaratan eskinin çöküşüdür” ifadesinden hareketle sormak istiyorum: Son dönemin verimlerine bakıldığında yeni bir şiir arayışı gözünüze çarpıyor mu? Biçim ve içerik açısından değişen bir şeyler olduğunu düşünüyor musunuz? Deneysel metotlar lirik şiirin rol değişkeni midir?
Dilek Değerli: Günümüzde yazılan şiir genelde ikinci yeninin uzantısı durumunda. Hatta adı şiirinden önde giden bazı şairlerin şiirleri ikinci yeniden çok daha eski bir zamana ait gibiler. Yeni bir anlayışla, biçimle yazılanlar önceleri başarısız olarak damgalanırlar. Eskiyi değiştirmek hele ki şiirde çok kolay bir edim değildir. Deneye yanıla, başarısız ola ola yeniye ulaşılabilir ancak. Deneysel şiirler az da olsa yazılıyor. Daha çok görsel, sese dayalı, postmodern, itirafçı şiirlerle karşılaşıyoruz. Son yıllarda genelde diğer edebiyat yapıtlarında olduğu gibi şiirde de dil bilinci kayboldu. Birçok şairin yazdıkları dizeleri anlamak için sözlüğe bakmak zorunda kalıyorum. Türkçe karşılığı olduğu halde hiç kullanılmayan Arapça, Farsça sözcüklerle şiir yazmanın altında bilerek ya da bilmeden medyanın, iktidarın dilinden etkilenme ve dil bilincinin olmaması yatıyor. Şiirlerinde İngilizce sözcükler kullananlar da yok değil. Şairin diline sahip çıkması, yeni sözcükler türetmek ve dili geliştirmek için çabalaması gerekir. Genç bir şaire sormuştum Türkçesi olduğu halde hiç kullanılmayan o Arapça sözcüğü neden tercih ettiğini, o da o sözcüğü daha şiirsel bulduğunu söylemişti. Anlaşılmayan bir sözcük şiirsel olsa ne olacak? Fransızca bana çok şiirsel geliyor ama anlamıyorum. Bu yıl okuduğum bazı şiir kitaplarında kullanılan sözcüklerden örnek vereyim: Cenup, tevatür, mutat, dürr-ü Güher, hevâ, tehcir, fecr, heccav, mahza, firkat, mufassal vb. İçerik olarak irdeleyecek olursak, çoğunlukla toplumda gitgide yalnızlaşan bireyin psikolojisinin şiire yansıdığı görülüyor. İçeriklerde itirafçı söylemler, sanal medya – bilgisayar terimleri, kısaltmalar, cinselliğin nesnelliği, arabesk söylemler, nesneler, şiire yamanan toplumsal olaylar, serpiştirilmiş imge soteler ve bolca Edip Cansever şiirinin kötü taklitleriyle karşılaşıyoruz. Kendine özgü dili ve şiiri olan şairlerimiz az sayıda olsalar da varlar iyi ki. Özellikle şair kadınlar son yıllarda şiirde olumlu ataklar yaptılar ve şiirde eril dilin azalmasına da önayak oldular (eril dil kullanan birkaç şair kadın dışında). Elbette deneysellik, sanatın her dalında olmalıdır. Tüm bu arayışlara rağmen şiirimizde henüz ikinci yeniden bu yana köklü bir değişim olmadığını düşünüyorum.
Edip Cansever “ Kendimi yonta yonta dağılan bir mermerim.” diye tanımlamış kendini. Siz nasıl tanımlarsınız kendinizi?
Dilek Değerli: İnsanın kendini tanımlaması çok zor. Bu dünyanın hatta uzayın sahibi gibi davranan insanlara karşın hayvanların, bitkilerin, dağların, suyun, gökyüzünün dillerini anlamasam da sezmeye çabalıyorum. Edebiyat, resim, doğa, sinema ve kitaplar en yakın dostlarım. En iyisi şiirlerimden birinden beni nasıl tanımladığımı alıntılayayım;
“Çok bilinmeyenli bir dizenin
en görünmeziydim
hani o sessizlik bölgesinde
taşları bulut yapan.” *
* D. Değerli, Benler / Rüzgâr Kuyusu, 2015, Hayal Yay.