Levent Karataş’ın yönettiği Perfect Underground başlıklı soruşturma çalışmasının birinci sorusu şöyle:
“2010’lu yıllardan sonra yazılan şiirde poetik olarak; tematik benzerlikler ve tematik özgünlükler gösteren şairler kimlerdir?
Ve yine, 2010’lu yıllardan sonra yazılan şiirde -’80’-’90’-‘2000’ Kuşakları’na kıyasla- tematik benzerlikler-tematik özgünlükler gösteren güncel poetikalar nelerdir?“
Pınar Doğu:
2010’lu yıllar sonrası şiirini ikiye ayırarak konuya açıklık getirmek istiyorum. Daha önce şiir yazmaya başlayanların tematik benzerliği ya da özgünlüğü ve 2010’dan sonra şiir yazmaya başlayanların tematik benzerliği ya da özgünlüğü. Uzun yıllar şiir yazanların tekrara düşmeleri ile şiirle yeni yeni hemhal olanların aynı eksen etrafında dönüp durmaları arasında fark var. 2010’lu yıllardan itibaren yeni şiirlerde belirgin iki sapma var. Birinde İkinci Yeni havası halen hissediliyor, diğeri daha deneysel, avangard bir iz sürüyor. Temalardaki benzerlik göze çarpıyor.
Şiiri özgün kılan, şairin aynı meseleleri dert edinse bile yeni metaforlar üretebilme yetisi. Tematik benzerlik poetik akrabalığın yetkin bir biçimde sağlanabilmesiyle olumlu bir nitelik kazanabilir, şiiri klişelerin kıskacına alarak bayağılaştırmasıyla kaçınılması gereken bir handikapa da dönüşebilir.
Şiirde belli temalar çağlar boyunca insanlığın ortak hissiyatına hitap etmiştir. Aşk, ölüm, yalnızlık, ayrılık, hayal kırıklığı, yas, sevgi ihtiyacı, hasret gibi her insanın iç dünyasında hemen karşılık bulabilecek duygu durumlara şairler ilk karalamalarından itibaren sık sık değinirler. 2010’lu yıllar sonrasında da şiirlerde hakim temalar, önceki yıllardan farklı değil. Benzer temalar, benzer mecazlar, benzer mısralar… Çoğu tek bir aklın ve kalbin ürünü gibi. Hazır duyarlıklara hitap etme kolaycılığından kaynaklanıyor elbet. Yazınsal rüküşlük bir nevi. Hamlık ile yetkinlik arasındaki alana sis inmesi. Standardın belirsizleşmesi.
Sosyal medyanın günlük hayatta daha fazla yer etmesiyle bireylerarası ilişkilerin tabiatı kadar bireyin sanatla etkileşimi de farklılaşmaya başladı. Bu hızlı değişimin izdüşümlerini 2010’lu yıllardan itibaren gözlemlemek mümkün. Şair sürekli görünme ve beğenilme telaşından muzdaripse hemen alkış toplayacağı temalara yöneliyor. Şiir yazmayı yaratıcı bir edimden ziyade kısa yoldan ün edinmenin kolay bir aracı olarak görenlerin sayısı son yıllarda arttı. Çünkü şiir, öykü ve romana kıyasla çok daha kısa sürede yazılabilecek bir forma sahip. Bu da şiir daha kısa sürede daha kolay yazılabilirmiş gibi bir hava yaratıyor. Şairlik payesini emek harcamadan almak isteyenler için kısa günün kârına dönüştü şiir. Elbette bazı şiirler hücceten kaleme alınsa da şiir esasen zaman, birikim ve bilinç isteyen uzun soluklu bir yaratıcılık gerektirir. Sanat yapıtının metalaştırılması, sanat çevrelerinde piyasa kurallarının hakimiyet kazanması, nicelik artışına karşın nitelik kaybı yaşanması neticesinde tematik benzerlik poetik akrabalık kurma çabasından değil, basmakalıp izleklerin ‘içlendirme’ hızının daha önce denenip alıcı bulmasından kaynaklanıyor. Anlamı olabildiğince yüzeyde bırakan şiir anlayışının yaygınlaşmasıyla okur hazır tüketiciye dönüştü. Anlamlandırma sürecinden giderek geri çekildi şiir okuru. Verili olanı ikiletmeden, sorgulamadan ve derinlik kaygısına düşmeden kabul etmeye hazır hâle geldi. Bu tür okuru hedef kitle seçip yazma pratiğini klişelere yaslanarak sürdürme rüzgarına kapılan şairler tekrara düşüyor haliyle. Yapıcı eleştiriden bile ödleri kopuyor, sürekli pohpohlanmak istiyorlar. Şiir o kadar çabuk ele gelen bir şey olmamalı halbuki. Vasatlık yüceltildiği için nesnel ölçütlere gerek duyulmuyor artık. Dijital hız çağının tüketim hastalığı şiire de sirayet etti. Şiirlerin de ömrü kısaldı.
Son yıllarda şiire heves edenlerin benzer izleklere başvurup durmaları dijitalleşen sanat anlayışıyla birlikte, alımlayıcıların şiire bir tüketim nesnesi, haz aracı gözüyle bakmasından ileri geliyor. Kolay anlaşılır, kolay kederlendiren, kolay akılda kalan, kolay özdeşleşilen dizelere alkış tutan bir nesille karşı karşıyayız. Ve onların beğenisini geliştirme amacını taşımayan, satış odaklı yazan şairlerle. Buradaki tematik benzerlik, vasatlığa yol açıyor. Ali Lidar’ın kötü şiirleri çabucak karşılık buluyor. Süpermarketlerde de satılan mizanpajı benzer dergilerde yazan şairleri takip etmiştim bir süre. Ayrılık teması yaygın. İçimdeki çocuk temasının modası hiç geçmedi nedense. Yalnızlığın da öyle. Bir de sitem ve ilenme var o şiirlerde sıklıkla. Şiiri ayağa düşürdü oradaki şairler. Kitapları baskı üstüne baskı yapıyor, imza günlerinde kuyruk oluşuyor. Genç kuşağın hangi şairleri sevdiklerini araştırdığımda başı çeken isimler o tür dergilerdeki imzalar maalesef. Tematik benzerliğin olumsuz örnekleri bunlar. Şairliğe özenenler onların yolundan gidiyor, sokak ağzı var o şiirlerde.
Aynı tema benzer imgelerle benzer şiirsel yapılar kurularak işleniyor. Birörnek şiirlere rastlıyoruz, aynı elden çıkma gibi duran fakat farklı imzalara sahip şiirler. Bir şiirin imzasız olduğu halde kime ait olduğunu tahmin edebiliyorsanız özgünlükten bahsedebiliriz. Şair kimliksizleşti. Sahicilik yitti maalesef, izlek ve metaforlar kopyanın kopyasına dönüştü. Sahih bir deneyim yerine öğrenilmiş, taklit duygulara rağbet eden şairlerin özgün bir poetika yaratabilme ihtimali yok. Yeni poetikalar yok, moda eğilimler var sadece. Dergi ve fanzinlerin çoğalmasıyla şiir yazan herkesin vitrine çıkma imkânı bulabilmesi, eleştirinin devre dışı kalması, cahilane cüretin artması, yaptımolduculuğun yaygınlık kazanması, dil bilincini geliştirmek yerine paket temalara rağbet edilmesi neticesinde metafordan ziyade metonimiye rastlıyoruz şiirlerde. Çoğu şairin kendini tekrar ettiğini, şiirlerin giderek birbirine benzediğini, bilhassa genç şairlerin aceleci davranıp aynı gaflete düştüğünü görüyorum. Sözdiziminin öneminden habersiz şairlerin şiirleri ne sese ne imgeye yaslanıyor. Şiirler giderek okunaksız reçetelere benzemeye başladı. Birçok şeyden bahsediyor ama aslında hiçbir şey anlatmıyor, aktardığı hiçbir şey yok. Sabun köpüğü sözler o kadar. Fazlalıklardan arındırılmamış uzunlukta, gereksiz uzunlukta…Acemiliğin bir göstergesi de budur, lafı uzatmak.
İdeolojik bakışa sahip şiirler de tekrara düştü. Aynı bağırgan sesle sürekli yinelenen sloganlardan ötesine geçmedi. Öte yandan marjinallikle alâkası bulunmayan özenti bir şiir gelişti. Underground eğilimin özgün bir dili vardı vaktinde. Farklılık arayışları zihinsel yaratıcılıktan değil, ânın gelip geçiciliğinden, duygusal zeminin kayganlığından besleniyor. Durum şiiri diyorum buna. Geçmişten kopuk, geleceği hesaba katmayan, uçucu bir algıyla çalakalem yazılmış beylik laflar. Avant- gardlığa meyleden, sınırları zorlamaya çalışırken bayağılaşan, çiğ bir öfkeyle kaleme kağıda bulaşmış, içlendirme amacıyla içini kusan dağınık şiirler… Pornografiye kaçan ucuz erotizm, kamyon arkası sözlerine benzeyen bir kafa tutma hali, argo sözcüklerin boca edilmesi, sakinleştirici hap niyetine teselli makamları… Maalesef köklü bir tarihe sahip Varlık Dergisi’nde bile yer bulabiliyor böyle şiirler. Deneysel ya da avantgarde şiirdeki tematik ve biçemsel benzerlikler özgün bir sonuca ulaşılmasını engelliyor. Yıkmak için önce neyi yıktığını hatmetmen lazım. Büyük ustalar diye bilip çalıştıkları üç beş bilindik isimden ibaret. Divan şiirini bilmeden geleneğe karşı. Gelenekten koparak özgün olmak istiyorsa geleneği öğrenecek önce. Ama böyle bir birikime sahip olmadıkları aşikâr. Maalesef avantgardlığın hakkını veren bir şair yok, çıkmadı. Bunu görebilecek olgunluğa sahip olsalar daha az kalem oynatır, vitrine çıkma telaşına düşmez, yaratıcı faaliyetin hammaddesinin bilgi olduğunu bilirlerdi.
2010’lu yıllardan itibaren şiir yazmaya başlayanlar arasında umudumu yeşerten isimler yok değil elbet. İlk aklıma gelen Kağan Server Atıcı. İmge yaratma beceresine hayran kaldım, mısraların sözdizimi muazzam. Ondaki şiirsel tılsım kesinlikle tesadüfi değil, zihinsel bir çabanın ürünü. Hem tematik hem biçemsel olgunluk buldum şiirlerinde.
Merve Akbaydoğan’ın, Külyaprak kitabında Aydın Afacan, Hilmi Yavuz şiiriyle kurduğu tematik akrabalık şiirsel bir olgunluğun dışavurumu. Ustaları çalışmak şaire içgörü kazandırır daima. Tematik benzerliğe olumlu bir örnek olarak verebilirim.
Ece Apaydın’ın ilk şiirlerinde, Serdar Aydın’ın Jazz şiirlerinde tematik özgünlük dikkat çekiyor. Emel Koşar’ın özellikle son şiirlerinde kalbi bir bakış, naif bir kışkırtıcılık var. Kılçıksız bir içtenlikle de yakalanabilir özgünlük.
Tematik özgünlük şairin içerden bir dil yaratmasıyla da mümkün, kendi içine bakarak. Kalıcı özgünlük orada aslında. İnsanın kendi tarihi özgün bir tema mesela , orada şairin kişisel nesneleriyle özgün bir ilişki kurabilme imkânı var. Şairin biricik dünyasının mikro anlatısının evrensel bir karşılığı var, kendiliğinden gerçekleşen bir aktarımla. Oradaki özgünlük hem kalıcı hem paylaşıma açık.
Ercan Yılmaz’ın Kaplanın İşaretleri böyle bir tecrübe kitabı. Az kelimeyle derin anlamlar yaratabilen bir şair. Şiir kurma üzerine şiirler var kitapta, şairlik üzerine. Tematik özgünlüğe iyi bir örnek.
Her yeni kitabıyla çıtayı yükseltenleri unutmamak lazım. Belli izleklerden uzaklaşmasalar da… Hilmi Yavuz gibi, Bahadır Bayrıl gibi.
Tematik benzerliğin olumsuz sonuçlarının aşılabilmesi için uzaklaşılmış, az yer verilmiş, hatta hiç değinilmemiş meselelerin tespit edilmesinde fayda var. Kadınlığın şiire daha çok dahil edilmesini isterim. Özgürleşmesi gereken bir varlık ya da çözülmesi gereken bir sorun olmanın ötesinde… Bakılan bir nesne değil, bakan bir özne olarak. Eril kodlardan arınmış bir dil bilincine sahip kadın bakışına ihtiyaç var. Mesaj verme ya da kitleleri eğitme amacından ırak bir üslupla kadının salt kendi olarak yazınsallaştırılabilmesinin dilsel imkanlarını aramak lazım. Kaba ve düz ifadelerle değil elbet.
Öte yandan, yakın tarihin acılarına eskisi kadar sık rastlamıyorum şiirlerde. İkbal Kaynar, Hilal Karahan dünyayı bir bütün olarak kucaklayan şiirler yazıyorlar. Yerel ve evrensel meselelere rastlamak mümkün.
İnsanoğlu kendiyle kurduğu ilişkide ötekinin payını yadsıyor bir süredir, ötekiyle kurduğu ilişkide toplumun payını da. Başkasının acısıyla acılanmaktır şiir biraz da. Ayrıca öznel bir tarih yazımıdır, bir bakma biçimidir, kendine ve ötekine. Bu nedenle yeniden bakmak lazım, daha derine ve daha uzağa.
Belki ismini atladıklarım ya da şiirine vakıf olmadığım için sayamadıklarım var. Böyle soruşturmalar yeni ufuklarla karşılaşma imkânı veriyor. Birbirinin seyir defterine göz gezdirmek gibi.
Teşekkür ederim.