MUSTAFA SEZER
Yanılmıyorsam Sedat Simavi; Hürriyet’i kuracağı zaman şöyle demiş: “Öyle bir gazete olmalı ki Hürriyet; kadınların ev işleriyle uğraşırken bir yandan, diğer yandan da okuyabileceği…” Yani fazla bir ağırlığı olmayan, okuyanı fazla düşündürmeyen bir gazete. Ya da fazla düşünmeyenlerin okuduğu bir gazete!
Her neyse… Yine de Hürriyet; sonraki yıllarda belli bir ağırlığı olan gazete kimliğini kazandı. Ciddi bir okur kitlesi oluştu ve ülke gündemini sağlam adımlarla belirlemeye başladı… Başladı da; tüm bunların Kerime Nadir ile ilgisi ne?
Tüm bunların, yani Sedat Simavi ve Hürriyet ile ilgili yazdıklarımın Kerime Nadir ile ilgisi; başlangıç itibarı ile Göksu Nurten’in ( Çakır ) anlattıklarında ama sonrasında yine onun Kerime Nadir’i anlattığı Hayal Odası’nda. Yazar, yani Göksu Nurten; her ne kadar kitabının ismini ‘Hayal Odası’ koymuş da olsa, hayal değil tamamı gerçek roman kahramanlarının. Nazım’dan Türkan Şoray’a ve Selim İleri’ye kadar kimler yok ki kitapta? Hepsi tüm canlılığı ile karşımızda ve böyle canlı kanlı gerçek kimlikleri de karşısında görünce insan, kurguya pek takılmak istemiyor.
Kerime Nadir’in adını ilk duyduğumda, yıl 1980 yahut 81’di. 1982 olamaz zira annemle Ankara’ya bu iki yılda gittik. İlk kez Ankara’da ve bu yıllardan birinde kulağıma çalındı Kerime Nadir’in adı. Gazetelerde fotoromanların sayfa sayfa tefrika edildiği yıllardı. Kerime Nadir’in de adı, bu fotoroman isimlerinden birinin yazarı olarak geçmekteydi. Yine de hepsi o kadar! Ne okudum kendisini ondan sonra ne de adını doğrudan karşımda buldum. Ta ki Göksu Nurten’in bu tam bir İstanbul hanımefendisi kadın hakkında hazırladığı dosyaya kadar ve bu dosyayla; Kerime Nadir’i ne kadar ihmal ettiğimi, ne çok şey kaybettiğimi anladım. Türk sanat ve edebiyat dünyasının hatırı sayılır isimlerinin böyle bir isimle teşriki mesaide bulunmaması, elbette mümkün değildi bu arada. Her ne kadar Kerime Nadir hayatı boyunca sosyal / toplumsal olay ve düşüncelerden mümkün mertebe uzak kalmaya çalışıp, bunu da büyük ölçüde başarsa da; onu Barbara Cartland’tan ayırıp üstün tutan bazı özellikleri olduğuna inanıyorum? Neydi bu özellikler? Hiç kuşku yok ki bunların en can alıcısı; Kerime Nadir’in çevresinde güçlü ama çok güçlü bir edebiyatçı kadrosu vardı. Bunların da başını Nazım çekiyordu ve aynı zaman da sinemacı da olan Nazım; yazarın olası hatalarının önleyicisi gibiydi. Yerine göre inisiyatifi birlikte çalıştığı bu insanların tecrübesine teslim eden Nadir; böylece her ne kadar aşk romanı ağırlıklı bir edebiyatçı kimliğine sahip olsa da kendisini herkese okutmayı başarmış.
Göksu Nurten Çakır; bu kitap için fazlasıyla performans ortaya koymuş. Selim İleri ve Kerime Nadir’in yeğeni Nejat Güney ile Kadın Eserleri Müzesi, Atatürk Kitaplığı arasında mekik dokuyan yazar, kitabın sonuna eklediği fotoğraflarla da; Kerime Nadir’e hak ettiği saygıyı göstermiş. Yazarın, yani Göksu Nurten’in kendi titizliği ise ‘Hayal Odası’nı hayal olmaktan çıkarıp; itiraz edilemez bir gerçeğe dönüştürüyor. Göksu Nurten’in de Kerime Nadir gibi mücadeleci ve edebiyat / sanat adına bir şeyler ortaya koyma arzusu; yazarı tüm bu çalışmalar süresince kamçılayıp, keyiflendirmiş olmalı.
Tekrar Kerime Nadir’e, onun eserlerine ve edebiyat dünyasındaki bir takım sorunlara dönecek olursak; böyle anlarda Kenan Işık geliyor aklıma. Kendisine bir daha acil şifalar dileyip ve bir an önce bir şekilde aramıza dönmesini umarak; onun sunduğu “ Kim Milyoner Olmak İster “ yarışmasındaki bir bölümü sizinle paylaşmak isterim. Belki de denk geldiniz; kim bilir: Kenan Işık bir gün, genç bir erkek yarışmacıyla ve yarışma sırasında sohbet ediyor. Konu edebiyata geliyor ve genç adam, yerli / Türk edebiyatçıları okumadığını söylüyor. Kenan Işık haliyle kızgın ama bunu belli etmemeye çalışarak soruyor: “ Neden? “ Genç erkek yarışmacı kem küm ediyor, doğru dürüst cevap veremiyor.
Kimsenin böyle aptalca bir duruma düşmemesini dilerim, hiç olmazsa bundan sonra. Dünya edebiyatı bir okyanussa; Türk edebiyatı da bu okyanusun olmazsa olmaz denizidir. Kerime Nadir, bu denizde bir dalgadır. Dalgalı denizleri sevmeyiz pek ama deniz de dalgasız olmaz. O; bir dönem edebiyatımıza sağlam bir şekilde damgasını vurdu. Kendisini kabul ettirdi. Filmlerde rol aldı. Belki bizim gibilerin hele ki günümüz şartlarında yüzüne hiç bakmayacağı konularla yaptı bunu ama gırtlağına kadar siyaset / politikaya gömülmüş bir Kerime Nadir de nasıl olurdu; onu da düşünmek istemiyorum. En devrimci / toplumcu bilinen isimlerin bile aslında ağırlıklı olarak sıradan yaşamları vardır. Alışveriş yapılır, pazara gidilir, dişler fırçalanır, banyo yapılır, geçim sıkıntısı çekilir, tatile gidilir, aşk acısı çekilir, ihanete uğranılır, haramla helal birbirinden ayrılır ve bir gün göçüp gidilir bu dünyadan, tıpkı Kerime Nadir’in çokça kaleme aldığı gibi. O halde; niye karşı çıkıyor ve okumamak için direniyoruz ki onu? En devrimci / toplumcu bilinen isimlerin hayatında bile bunlar hâkimdir ve bu sebeple Kerime Nadir’e daha çok zaman ayırmalıyız artık! Göksu Nurten Çakır, yıllar sonra belki yine bunu sağlıyor bize? Selim İleri kadar gerçekçi olalım ama onun gibi geç kalmayalım biz de; artık! Devrim bir masal gibi bu ülkede bugün ama Kerime Nadir, gerçek / gerçekçi bir romandır!
Teşekkürler Göksu Nurten Çakır…